31 Ağustos 2017 Perşembe

Bayram Her Zaman Sevindirmez

Bayramlaşmak.
Ne bayramıydı, mânâsı neydi bilmezdim. Tek bildiğim şey bayram oldu mu tanıdığım herkesi görecek, bol bol öpecek, öpülecek ve para toplayacaktım. Bir de, şeker yemekten ağzım ağrıyacaktı.
Bayram benim için kolonya kokulu ninelerle dedelerin ellerini öpmekti.

Bir an önce anneannemlere gitmek, çok sık görmediğim; ama yanındayken çok eğlendiğim Hüseyin Dayımı görmekti. Bedri Dayımın halini hatrını sormaktı. Serdar ve Cem Abimle bir yukarı bir aşağı dolanmak, Canan Teyzemi öpmek, anneannemin baklavasını yemekti. Bayram sabahı hepimizden erken kalkan babamın salonda bizi bekleyişini bilerek hızlıca hazırlanmak, annemle babamın birbirini öpmesine sevinmekti. Fadime Teyzemin misafir severliğine karşı şaşkın olmaktı bayram, ablamın bana işlenmiş mendil bırakmasıydı. 

Ben sekiz yaşındayken ölen Dursun Ali Dedemin anılarını dinlemek, Haydar Dedemin tarih ve saat vererek bahsettiği hikâyeleri dinlemekti. Halamları ve amcamları tek tek gezmek, gülmek, eğlenmek, sevmekti bayram. Sevdiklerimi bir arada ve mutlu görmekti. 
Ne kalabalıktık biz, ne heybetliydik.
Şimdi anlıyorum.

Geçtiğimiz bayram, Fadime Teyzemin mutfağındaydık. Hüseyin Dayım gelmişti, en yakın arkadaşını, "oğlum" dediği yoldaşını kaybetmişti. Serdar Abime yanlışlıkla "İlyas" diye bağırıp, sonrasında ağlamıştı. Bir salona, bir mutfağa yürüyordu, yerinde duramıyordu yine. Teyzem yemek hazırlamaya girişince "Salata bende" diye atlamıştı. Çok güzel salata yapardı, yemekleri de güzeldi. Bu bayram Bedri Dayım aramızda yoktu, bir senedir yoktu. Bir durgunluk vardı üzerimizde; ama Hüseyin Dayım işte, cenazesi olsa bile kimsenin yüzü düşmesin, güldürürdü bizi. 

Salata yapmaya koyuldu, bir bardağın içine soslarını koyup karıştırdı. "Napıyorsun dayı?" diye sordum. Sanki ölümsüzlük iksirini yapıyormuşcasına heyecanla anlattı ne yaptığını dayım, öyleydi, "dünyanın en iyi ..." diye anlatırdı yediğini, giydiğini, sevdiğini! Dünyanın en iyisi olması gerekti dayıma göre. Benim için dünyanın en iyi salatası o gün ondan yediğim salataymış ama. Doğru söylemiş.

Yine geldi bayram, yine gideceğim anneannemlere. Anneannem pek konuşmuyor artık. Teyzemler ve annem buruk. Aramıza yeni katılan bebeklerimiz var belki onlarla huzur buluruz; ama ya burukluk? Bir burukluk var içimde be Hüseyin Dayı. Bayram demek seni görmekmiş, seninle muhabbet etmek, seninle gülmekmiş. Bayram senmişsin Hüseyin Dayı. Bugün anladım.
Mekânın cennet olsun.

30 Ağustos 2017 Çarşamba

Hevsel Bahçeleri - Diyarbakır’da Gezilecek Yerler

Hevsel, Diyarbakır/ Amed
Hevsel Bahçeleri, Diyarbakır/ Amed 2013

2013 yılında Dersim, Diyarbakır/ Amed, Batman ve Mardin’i gezme fırsatım olmuştu. Amed/ Diyarbakır denince akla ilk gelen yerlerden biri şüphesiz Hevsel Bahçeleridir.

Dicle Nehri’nin kıyısında muhteşem güzelliği ile Hevsel Bahçeleri, 2015 UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası” ilan edildi. Bu güzel “mirası” gidip görmek gerek.

Dersim/ Nazımiye Civrak Köyü, Melkiş

45773_149475411738732_4200839_n
Melkiş, Civrak/ Sarıyayla, Qısle/ Nazimiye, Dersim

Dersim’in Nazımiye ilçesine bağlı Civrak köyü annemin, Civrak’a bağlı Melkiş mezrası da babamın memleketi. Yukarıdaki resim, tam köy evimizin manzarası. Karşıdaki dağ Sülbüs Dağı. Bu dağ ile ilgili internette yazılan efsaneyi  biz hiç duymadık. İnternete göre bir aşk hikayesi var ve araya dalan bir cadı var. Oysa Sülbüs Dağı bizim ziyaretlerimizden birisidir ve oranın tepesine çıkmak, ki çok zordur, önemlidir. İsteyen kurban keser, isteyen dua eder.

Ben Civrak-Melkiş’e ilk defa 6 yaşındayken 1998’de gitmiştim. O zaman elektrik vardı, yalnız sıcak su sıkıntısı çekiyorduk. Köy tezek kokuyordu, hayvanlar çoktu. Otlatmaya götürenler oluyordu, biz çocuklar da ya beraber gidiyorduk bir yere kadar ya da onlar akşam geri gelirken karşılıyorduk. Biz orayı yazdan yaza ziyaret edenlerdeniz. Böyle yazarken o zaman köyün kokusu geldi burnuma; ancak en son 2013’te gittiğimde o koku kalmamıştı. Hayvanlar da insanlar da azalmıştı. Bununla beraber, biz yazdan yaza uğrasak da doğa bize nankörlük etmedi. Tüm asaleti ve merhametiyle sular, dağlar, temiz hava besledi bizi.

İşler değişti. Biz küçükken sabah 5’te yola çıkan Fırat Abimize sipariş verirdik. Çikolata ve cips isterdik. O da akşam gelirken bize bunları getirirdi. Bahsettiğim köy, sadece evlerden oluşuyor, öyle bakkal gibi yerler tahayyül etmeyin. Akşam Fırat Abi’nin dönüş saatinde arabaya doğru koşardık; çünkü çikolatamız cipsimiz gelmişti. Her istediğimize istediğimiz an ulaşamazdık ve bunun şahane bir his olduğunu ancak şimdi anlayabiliyorum. O değerli abur cuburu, bir paket cipsi kaç çocuk birlikte yerdik hem de. Paylaşmamak gibi bir durum söz konusu değildi. Lâkin dediğim gibi, işler değişti.

Eskiden çok az ses veren ev telefonlarımız vardı, bağıra bağıra konuşmak zorunda kalırdık. Cep telefonu ise 2014 yılına kadar çekmedi. Memlekete gitmeden önce arkadaşlarıma bu durumu belirtiyordum, meraklanmamaları için. Sonra köye gidince de ancak fotoğraf çekmek için yanıma cep telefonumu alıyordum. İnanılmaz bir dinlenme yöntemidir. Kendini de çevreyi de dinlemek için böyle bir fırsat olamaz. İstersem istediğim kişileri ev telefonundan arayabilirdim mesela; ama aramıyordum. Kendimi dinlendiriyordum doğada. Orada öyle bir hava vardı, bozmak istemiyordum. 15 gün konuşmayalım, şehirden haber almayayım, n’olmuş? Haberleri de izlemiyordum pek. Zaten toplasan kaç kanal çekiyordu? Sürekli suda, dağda tepede, piknikteydi aklımız. Belki şehirde bir araya gelsek telefonlara gömülüp doğru düzgün sohbet etmeyeceğimiz arkadaşlarımızla orada sabahtan akşam yatana kadar konuşuyorduk. Güzelliği buydu.

Geçmiş zaman kullandım cümlelerimde; zira artık yukarıda anlattığım bazı özellikler kayboldu. 2014 yazında bir şey oldu. Maalesef, cep telefonu çekmeye başladı. Resmen  köy hayatımızda devrim oldu. Bizim gençlerle köyün girişinde oturduğumuz aile mezarlığından köyün hemen her köşesine kadar her yerde telefon çekiyor. Bundan mütevellit, köyün özelliği bitti. Artık gittiğimizde telefonlara gömülürüz diye üzülüyorum. Doğadan beslendiğimiz tek bir yer kalmıştı, orası da cep telefonunun kurbanı oldu!

Yenikapı Mevlevihanesi - İstanbul’da Gezilecek Yerler

İstanbul’un en eski ve en büyük mevlevihanesi olan Galata Mevlevihanesi‘nden sonra Yenikapı Mevlevihanesi gelir. 1597 yılında Yeniçeri Kâtibi Malkoç Mehmed Efendi tarafından kurulan mevlevihane İstanbul’un Zeytinburnu ilçesinde bulunuyor.

img_8620Yenikapı Mevlevihanesi, Mart 2016

İnşasından sonra pek çok bâdire atlatan mevlevihanede şiirleriyle tanıdığımız Şeyh Gâlip Dede Efendi, bestelerini dinlediğimiz Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi başta olmak üzere pek çok kıymetli kişi yetişmiştir. Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi’nin, Yenikapı Mevlevihanesi’nde çileye girdiği vakit içeride pek çok eser bestelediği bilinmektedir.

Çileye Girmek

Nevşehir Hacıbektaş’ta Gezilecek Yerler – “Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı” yazımda şöyle anlatmıştım:
Genelde 40 gün kalınan çilehanede Hünkâr’ın (Hacı Bektaş Veli) da 40 gün 40 gece kaldığı bilinmektedir. Az yemek yiyerek, az su içerek ve çok az uyuyarak zamanın ibadet ile geçirildiği çilehanede dervişler kâmil insan olma yolunda bir adım atarlar; zira kendilerini arındırdıkları bir süreçtir bu. Çilehaneye girenler için “Çileye girdi” denir. Alevi Bektaşi inancında insan, kendinden sorumludur. İnsan başkasının kusurunu görmekten ziyade kendi kusurunu düzeltmek için çabalamalıdır. Bu bağlamda insan-ı kâmil olmak için çileye girmek büyük bir adımdır.
Alevi-Bektaşi kültüründe olduğu gibi Mevlevilerde de çileye girmenin mantığı nefsini terbiye etmektir.

İzleyicilerin Âyin-i Şerif izleme yeri ve Arapça Ali yazımı. Yenikapı Mevlevihanesi, Mart 2016İzleyicilerin Âyin-i Şerif izleme yeri ve Arapça Ali yazımı. Yenikapı Mevlevihanesi, Mart 2016

Suskunlar

Yenikapı Mevlevihanesi’nde olduğu gibi mevlevihanelerde en dikkatimi çeken yer “Suskunlar” olmuştu. Hâmûşân veya Hâmûşhâne olarak da geçen bu yer mezarlıktır. Peki mezardakilere neden bu ad verilmiş? İhsan Oktay Anar’ın Suskunlar adında bir kitabı var ve mevlevi birini anlatan kitap, adını mevlevihanelerin Suskunlar bölümünden alıyor.  Kitabın bitiş cümlesi aslında neden “hâmûşhâne”, “hâmûşân” ve “suskunlar” dendiğini bize anlatıyor:

“Tıpkı sessizliği dinleyen Eflatun gibi, kahin de sustu. Belki de susmak, gerçeği anlatmanın tek yoluydu.”

Suskunlar, İhsan Oktay Anar
Suskunlar, İhsan Oktay Anar

Yenikapı Mevlevihanesi’ne gittiğimde Galata Mevlevihanesi’nden aldığım mistik havayı alırım sanmıştım; lâkin öyle olmadı. Zira mevlevihane, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi‘ne bağlanmış. Dolayısıyla mevlevihaneye girmek için önce üniversiteye gidiyorsunuz, bunun kötü yanı, girdiğiniz yerin çok kalabalık ve gürültülü olması. Dikkatinizi dağıtacak çok fazla etken var ve bir mevlevihanede olması gereken mistik hava burada yok. Bu bahsettiğimi farkı anlamak için hem Galata Mevlevihanesi’ne hem de Yenikapı Mevlevihanesi’ne gitmeniz gerekir. O zaman bana hak vereceksiniz.

Mevlevi Âyin-i Şerifi, Yenikapı Mevlevihanesi, Mart 2016Mevlevi Âyin-i Şerifi, Yenikapı Mevlevihanesi, Mart 2016

“Âriften anlasın seçsin garibi, Hakikat yolunda yorulmuş olsun.”

Bir çarşamba günüydü Mevlevi ayini izlemeye gittiğimizde. Her şey âdâbınca gerçekleşiyordu, sırayla, sabırla, saygıyla… Müzik büyüleyiciydi. Mevlevilerin sema ederken kendilerinden geçişlerine şahit olduk. Onların huzuru bize tesir etti. Yaklaşık iki saat süren bu törenleri muhakkak izlemenizi tavsiye ederim.

Yenikapı Mevlevihanesi’ne Nasıl Gidilir?

Yenikapı Mevlevihanesi’ne gitmek için tramvay ile Cevizlibağ’a gelmeniz yeterli. Eğer metrobus kullanıyorsanız yine Cevizlibağ durağında inip, tramvayın olduğu yere doğru geçin. Tramvay durağının sol tarafında, yani metrobusü arkanıza aldığınızda, minibuslerin ve ATMlerin olduğu bir sokak göreceksiniz. O sokağa girip dümdüz ilerleyin. Solunuzda okullar olacak, sağınızda Atatürk Öğrenci Yurdu. Hiçbir yere sapmadan beş dakika bile sürmeyen bir yürüyüşün sonunda solda hem Yenikapı Mevlevihanesi hem de Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi giriş tabelasını göreceksiniz.
Yenikapı Mevlevihanesi’ne kadar gelmişken ne yapmalı? Mevlevihaneyi görmek dışında yapmanızı tavsiye edeceğim şeyler olacak. Pek çok Tarihi Merkezefendi Köftecisi göreceksiniz o bölgede. Ara sokakta kalan ve adı “Tarihi Merkezefendi Köftecisi Ahmet Usta” olan köfteciye gidin. Orijinali orasıdır. Hazır yolunuz oraya düşmüşken Merkezefendi Şehir Kütüphanesi‘ne de bir göz atın derim.
Keyifli gezmeler.

29 Ağustos 2017 Salı

Erkek Dişi Sorulmaz Muhabbetin Dilinde; ama Soruyorlar

Yazı için tıklayınız

Geçtiğimiz günlerde araştırmacı yazar Gülfer Akkaya “Kadıncık Ana Örneği Üzerinden Aleviliğin Erkekleştirilmesi” başlıklı yazısı ile Hacıbektaş Veli Dergâhı’na yapılan ziyaretlerde arka planda bırakılan Kadıncık Ana Evi’nden ve dolayısıyla Alevilerin bu

ziyaretleri yaparken ki bilgi eksikliğinden bahsetmişti. Doğrusu, Akkaya’nın belirttiği gibi Alevilerin Hacı Bektaş Veli’yi ziyaret etmekle birlikte onu tanımadıklarını söylemek
mümkün.


Beş sefer oldu Hacıbektaş ilçesine gidip oradaki tarihi yerleri ziyaret ediyorum. İlk gittiğimde Ocak ayının sonu olması dolayısıyla ilçede yalnız biz vardık. Bundan sebep dergâh hariç tüm ziyaret mekânları kapalıydı. Bu normal karşılanabilir belki; ancak ikinci, üçüncü, dördüncü gidişlerimde hep “müzeyi” aramak veya müdürlüğe çıkarak birisini çağırmak zorunda kaldım Kadıncık Ana’yı ziyaret etmek için.
Bu ay gerçekleşen beşinci gidişim ise ziyaret dönemi olmasından ötürü olsa gerek, Kadıncık Ana’nın kapısı açıktı. (Öğle yemeği saatlerinde dergâh hariç yine her yerin kapandığını belirteyim) Yine de sevinmiştim, bir şeylerin değiştiğini düşünerek. Zira orayı hiç bu kadar kalabalık görmemiştim. Kadıncık Ana’ya diz çökerek dua eden insanlar, “Ya Kadıncık Ana” diye ağlayan erkekler, evliya ayırmaksızın gösterilen hürmet mutlu etmişti beni. Gitmeyenler bilmeyebilir; evin iki kapısı var, bir kapısı cemevine açılıyor, o cemevinde oturup tanımadığımız; ama tanışmamanın çok da önemi olmadığı insanlarla muhabbet ettik. Deyişler söylendi. Sonrasında bir kadın, “Aranızda Ehlibeyt evladı var mı? Bir dua edelim.” dedi. İki kardeş vardı yanımızda bir kadın ve bir erkek. Kadın ayağa kalktı geldi ikisini de öptü; lâkin dua ederken yalnızca erkek olanı yanına çekti. Bu açıkçası hoş olmayan bir görüntüydü; zira biz “Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde” diyen Hünkâr’ın diyârında, onunla yoldaş Kadıncık Ana’nın evindeydik.
Dua bittikten sonra kadın, 11 gündür Hacıbektaş’ta olduğunu; ancak yalnız bugün Kadıncık Ana Evi’nin kapısını açık gördüğünü söyledi. Bunu duyunca yukarıda bahsettiğim bir şeylerin değişme ihtimali ortadan kalmış oldu. O kadın, kendisine son gününde bu ziyaretin nasip olmasını söylerken çok mutlu olsa dahi, orası bir evliyanın eviydi, böyle mi olmalıydı diye sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.
Bu hâdise kafamı doldururken 19 Ağustos akşamı Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın bahçesinde gerçekleşen Birlik Cemi’nde yaşanan bir diğer mevzu ile pekiştim. Cem erkânını yürütmek üzere postta sanıyorum 4 Dede oturmuştu. Erkânı yürütecek Dedelerden biri “Gözümüzden

kaçmış olabilir; aramızda Dede soyundan kimse varsa, Dede varsa lütfen gelsin posta.” dedi.
Peki Analar?
Sanıyorum bu soy meselesindeki kadın erkek ayrımcılığının Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin dergâhında yapılması hazmedilebilecek bir hâdise değildir.

Akkaya’nın yazısına dönersek, aynı soruyu soramadan edemeyeceğim. Sahi Hacıbektaş Veli’yi tanıdığınıza emin misiniz?

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Avşa Adası'na Dair




Ailemle 24 yıldır Balıkesir'e bağlı Avşa Adası'na tatile geliyoruz yaz aylarında. Adada; şarkıcılar genelde eşcinseller ve trans bireylerdi eskiden. Çocukluğumdan bu yana anımsadığım şudur; adanın her yerinde eşcinsel veya trans bireylerin afişleri olurdu, sahillerde de bu durum öyleydi. Adını unuttuğum bir mekân vardı, oranın şarkıcısı meşhurdu. Her sene içeride olduğu gibi mekânın kapısının önünde de dinleyenleri olurdu. Parası olmayanlar çekirdeğini, birasını alır, mekânın dışından izlerdi. Her gece! Şarkıcı deli gibi alkış alırdı. Şimdi orası market oldu(!) Sahilde bir canlı müzik yerinin yine trans birey şarkıcıları vardı, içeriden ve dışarıdan dinlenir, bol alkış alırlardı. Şu an işyeri yok! Yine Avşa Adası çay bahçesinde eşcinsel bir şarkıcı vardı, herkesin adını bildiği, sevdiği biriydi.

Şimdi bu bahsettiklerimin hiçbiri yok. Bütün o mekânlar ya kapandı ya da tarz değiştirdi. 24 yıldır Avşa Adası'da herhangi homofobik bir olaya şahit olmamıştım. Adadaki değişimi görmek oldukça üzücü. Yalnız "kulüp çocuklarının" geldiği, gittikçe yozlaşan bir yere dönüşüyor burası. Barlar sokağı hele... Biz ada merkezine uzak, mahalle kültürünün işlediği, sakin köşemizde tatilimizi değerlendiriyoruz. En iyisi bu. 

St. Antuan Katolik Kilisesi - İstanbul’da Gezilecek Yerler

İstanbul’a gelen muhakkak Beyoğlu/ Taksim’i ziyaret eder. İstiklal Caddesi’nde gezer, Galata’ya iner. Taksim’in bu denli popüler oluşundan nasiplenen yerler içerisindedir St. Antuan Katolik Kilisesi. İstiklal’de yürüyen insanların burayı görmemesine imkân yok zira.

antuan-hisus-jesus-isa-flemenkce-jezus
Hz. İsa, Hisus (Ermenice), Jesus, Jezus (Flemenkçe) St. Antuan Katolik Kilisesi, 2012

İstanbul’un en büyük Katolik kilisesi olan St. Antuan, 1230 yılında rahipler inşa edilmiş. Kilise’nin tarihçesi resmi web sitesinde ayrıntılı olarak yazıyor; ancak bazı noktalara değinelim:
1639 ve 1660 yıllarında yangınlarda hasar görmüş,
1696 yılında büyük bir yangından sonra konumu değişmiş,
Osmanlı Padişahı II. Mustafa tarafından 1697’de Camiiye çevirttirilmiş,
1912’de bugünkü hali ile inşa edilmiş.

2013
2013

Galatasaray’ı biraz geçtikten sonra büyük bir girişi ile görebilirsiniz kiliseyi. Önü her zaman kalabalıktır, her daim ziyaretçisi vardır buranın. Kapısı önünde resim çektirenler genelde yukarıda gördüğünüz yapının ihtişamına hayret ederler.

Kilise içinden: Hz. İsa
Kilise içinden: Hz. İsa

Kilisenin içi biraz karanlıktır; lâkin bununla beraber ferahtır. Gittiğim hemen her kilisede olan bir koku vardır burada da, tütsü sanıyorum. Sağ tarafta dilek dileyip mum yakmak için bir alan vardır. Mumu kilisenin en arkasında kitaplarında satıldığı bölümden alabiliyorsunuz. Hıristiyanlığa, Hz. İsa’ya, Hz. Meryem’e ve pek çok tarihsel sürece dair pek çok dini kitap buradadır. Bir duvar olduğu gibi kitaptır. Hıristiyanlığın tarihine dair bir kitabımı ve İncil’i buradan almıştım, tavsiye ile. Ayrıca Hıristiyan ilahilerini dinleyebileceğiniz CD’ler de var.

Hz. Meryem, Meryem Ana
Hz. Meryem, Meryem Ana

Hz. Meryem, Hz. İsa başta olmak üzere pek çok heykel vardır kilise içinde. Bunları gezdikten sonra ortadaki yere oturup etrafı izleyebilirsiniz. St. Antuan Katolik Kilisesi’nin mistik bir havası var; ancak burası her daim pek kalabalık olduğundan anlaşılmayabilir. Uyarılara rağmen ziyaret saatlerinde pek sessiz olmuyor kilise. Yine de ne kadar dışa kapanabilirseniz o kadar iyi.

Hem merkezi bir yerde olmasından hem de inançsal değerinden kaynaklı olarak St. Antuan Katolik Kilisesi’nin dünyanın her yerinden ziyaretçisi var. Gittiğinizde bunu göreceksinizdir. Burası İstiklal Caddesi üzerinde “Hadi bir bakalım” diye herhangi bir niyeti olmadan içeri giren insanları dahi kendine hayran bırakabiliyor.

St. Antuan Katolik Kilisesi’nde Başka Bir “Anı”


6-7 Eylül 1955, İstanbul Beyoğlu İstiklal Caddesi
6-7 Eylül 1955, İstanbul Beyoğlu İstiklal Caddesi
Yukarıdaki fotoğraf 6-7 Eylül Saldırılarında St. Antuan Katolik Kilisesi’nin önünden…

Kahve Severler için: Şark Kahvesi


Kapalı Çarşı
Kapalı Çarşı


İstanbul turistler için Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı ile meşhur muhakkak. Kapalıçarşı, dünyanın en büyük çarşılarından biri ve en çok ziyaret edilen turistik alanlarından biridir. Öyle ki çarşıya herhangi bir kapıdan girdiğinizde adım atmakta zorlanırsınız ve etrafınızda en az 4 dilin konuşulduğuna şahit olursunuz.
KAPALI CARSI
Kapalı Çarşı haritası. Fotoğraf: http://kapalicarsi.com.tr/tr/?page_id=20

Genelde Beyazıt Kapısı‘nı tercih ediyorum Kapalıçarşı’ya girmek için. Bütün kapıları kullanarak çarşının mimarisine hâkim olabilirsiniz. Çarşı inşası Osmanlı Padişahı Fatif Sultan Mehmet ile başlayıp Kanuni Sultan Süleyman ile devam etmiş. Daha doğrusu, Sultan Mehmet’in yaptırdığına Sultan Süleyman büyük katkı yapmış. Resmi sitesinde yazana göre Kapalıçarşı 110 bin 868 m2’lik bir alana yayılmış, 45 bin m2 kapalı alana, 65 sokak üzerinde 3600 dükkân ve 14 hana sahipmiş.

Antikacılık, bakırcılık, çantacılık, dericilik, halıcılık, kuyumculuk, çini, tekstil, kumaşçılık gibi pek çok alandan dükkânı görebileceğiniz Kapalıçarşı’da yürürken sağdan soldan esnaf sürekli laf atıyor ki bu eski bir gelenek olmakla birlikte pek hoşa gitmeyebilir. Benim tavsiyem kalabalığa ve bu seslere tahammül edip kahve içmek! Beyazıt Kapısı’ndan çarşıya girin. Hiçbir yere sapmadan dümdüz yürüyün, ne kadar yürüyeceğinize kahve kokusu karar verecek!

Şarkı Kahvesi, Kapalı Çarşı. Salah Birsel, Kahveler Kitabı
Şarkı Kahvesi, Kapalı Çarşı. - Salah Birsel, Kahveler Kitabı

Kahve kokusunu duyduğunuz an sol tarafta otantik, tarihi dokusu ile Şark Kahvesi’ni göreceksiniz. Mangalda/ külde yaptıkları Türk Kahvesi içtiğim en güzel kahvedir, tartışmasız. Ablam sayesinde öğrendiğim bu kahveciye kimi götürdüysem kahvesini beğendi. Akşam 19.00’da kapanıyor olması biraz kötü olsa da bazen böyle güzel şeylere istediğimiz her an ulaşamıyor olmak da iyidir. Kıymetini bilmek açısından.

fullsizerender-20

Şark Kahvesi’nin duvarlarında yukarıdaki gibi resimler vardır, bazıları dökülmetedir. Onun haricinde duvarlarda pek çok siyasinin fotoğrafı vardır. İnternette okuduğum orada da duyduğum bir rivayete göre, Şark Kahvesi’ne politikaya atılmak isteyen kişiler gelip kahve içermiş. Siyasete girmeden önce burada kahve içme geleneği varmış yani. Gidin bakın bakalım, kimler bu enfes kahveden içmiş!

İnci Pastanesi - İstanbul’da Gidilecek Yerler

İstanbul’da gidilecek yerler listesinde Beyoğlu muhakkak vardır. Bununla birlikte Beyoğlu-Taksim’de  uğramanız gereken mekanlar her geçen gün azalmakta…

Küçükken ablam beni İstiklal Caddesi’ne götürürdü. Tüm caddeyi baştan aşağı yürütür, arkadaşlarıyla zaman geçirdiği sahiplerinin size “para” gözüyle bakmadığı mekanlara giderdik. O zaman hatırlıyorum, o kalabalık caddede sürekli önüme çıkan ağaçlardan rahatsız olurdum. Bu aklımda kaldığına göre şimdiki beton yığınının aksine İstiklal’de pek çok ağaç varmış.

Her çeşit insanın her saat bulunduğu İstiklal’i büyük markalar fethetti sonra. Bize ara sokaklarda iç içe oturduğumuz küçük cafeler, bir de tutunmaya çalışan “meşhur” yerler kaldı. Mesela İnci Pastanesi!

inci-pastanesi

bir pazar günüydü. Annemle İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yapıp Yeşilçam Sineması’na, Dersim’in Kayıp Kızları belgeselini izlemeye gitmiştik. Benim daha önce hiç gitmediğim bir yer olan İnci Pastanesi’ne gitmeyi teklif etti sonra. E tabii, onların mekanıydı orası. “Hiç gitmedik değil mi seninle?” diye sordu giderken, hiç gitmediğimi öğrenince “Hadi o zaman oranın muhteşem profiterolünden yedireyim. Sen yemeden kapanmasın…” dedi. “Kapatıyorlar mı ki?” dedim kapısından girerken, “Bilmem; ama kapatırlar. Baksana ne kadar güzel.”

Gerçekten çok güzeldi. Eski olan her şey güzeldir! Meşhur profiterolü yedik, sohbet ettik uzunca. Esasında buranın tatlısı çayı bahaneydi, adı vardı, geçmişi vardı. O gün anladım bunu. Sonra biz gittik, bir süre sonra İnci’yi kapattılar. Yenisini de açtılar. Oraya da arkadaşlarımla gittim; ama olmadı. İstiklal Caddesi’nde başlayan değişim etkiledi. Yine gider, “Yeni İnci” de otururuz da, eski İnci’ye dair bu anlattığım anı kadar kıymetli olmayacaktır gözümde.
7 Aralık 2012

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Gülhâne Parkı - İstanbul’da Gezilecek Yerler

Gülhâne Parkı denince pek çoğunuzun aklına ilkokulda okul turu ile götürüldüğümüz “hayvanat bahçesi” geliyor öyle değil mi? Oysa Gülhâne Parkı’nı Gülhane Parkı yapan pek çok şey vardır…

  1. Hasbahçe: Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Topkapı Sarayı’nın dış bahçesi olarak Gülhâne Parkı vardı. Muhteşem Yüzyıl dizisinde buluşulan “hasbahçe” muhtemelen burasıdır! 1912 yılına kadar bahçe olarak kullanılan bahçe, sonrasında park olarak halka açılmış. Adını ise bahçedeki güllerden almıştır.
  2. Tanzimât Fermânı: 3 Kasım 1839’da Osmanlı’nın ilk batılılaşma girişimi olarak hazırlanan Tanzimât Fermânı, Gülhâne Park’nda okunmuştur. Bu modernleşme hareketi Fransız Devrimi’nden etkilenmiştir diyebiliriz. Ferman, burada okunduğu için “Gülhâne Hatt-ı Şerif-î” olarak da anılmaktadır.
  3. Mustafa Reşit Paşa, Tanzimât Fermânı'nı Okurken Fotoğraf: http://media.dunyabulteni.net/250x190/2011/11/02/snag-0008_2.jpgMustafa Reşit Paşa, Gülhâne’de Tanzimât Fermânı’nı Okurken
  4. Nâzım Hikmet: Mavi gözlü devimiz, devrimci şairimiz Nâzım Hikmet “Ceviz Ağacı” adlı şiiri ile Gülhâne Parkı’na ayrı bir anlam kattı. Buraya her geldiğimde içimden mırıldanırım “Ben bir ceviz ağacıyım…” diye. Sağ olsun Cem Karaca! https://www.youtube.com/watch?v=NGd3Ckc60Lw

    “Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
    ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
    budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
    Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
    Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
    koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
    Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
    Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
    Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
    Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
    Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.”

Parkın içerisine büyük bir kapıdan girdikten sonra içeride Âşık Veysel heykeli, 3. yüzyıldan kalma Gotlar Sütunu ve daha pek çok eser göreceksiniz. Parkın girişinde solda Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi, sonunda ise çay bahçelerini göreceksiniz. Bu çay bahçeleri, merdiven merdiven yükselen bir yapı ile demlikte çay sunuyorlar size. Siz de hem İstanbul’u izliyorsunuz hem de çay içiyorsunuz.
https://www.youtube.com/watch?v=YaiWnh6nqL8

Yukarıdaki videoyu bugün, 11 Kasım 2016’da çektim. Mâlum sonbahar mevsimindeyiz, yapraklar dökülüyor. Pek hoşuma gitti Gülhâne’nin bu yapraklı hali, park her mevsimde ayrı güzel; ama tavsiyem kışa girmeden bu hali ile ziyaret etmeniz.

Edebiyat Kıraathanesi - İstanbul’da Gezilecek Yerler

İstanbul’un en güzel olduğu zaman sabahın erken saatleridir bana göre; zira ancak o zaman dinleniyor şehir. Herkes gibi o da uyuyor kuşların sesi ile. Bunun kıymetini bilen biri olarak sabah saatlerinde evimden Gülhane’ye doğru yürüyüşlerim olur. Beyazıt, Sultanahmet gibi meşhur yerleri geçip Gülhane Parkı’nda sonlanan bu yalnız yürüyüşlerimden sonra Edebiyat Kıraathanesi’ni açan ilk misafir olurum.

Tatlılar İki Kişilik

Edebiyat Kıraathanesi’ne beni ilk defa ablam götürmüştü, “Tatlıları çok güzel bir yer biliyorum” diye. Şimdiye kadar oraya arkadaşlarımı götürmekte hiç tereddüt etmedim bu yüzden; çünkü tatlıları gerçekten şahane. Menüyü elinize aldığınızda karar verme süreniz biraz uzun olabilir ancak, bunun için ne istediğinize iyi karar vermeniz lazım. Menü oldukça geniş! Bir de, bilin ki bir porsiyon tatlı iki kişiye hayli hayli yetecek büyüklükte geliyor.

edebiyat-kiraathanesi

Sakinleştirici Müzikler

Gelen insanların orada yediklerinden keyif almalarının yanında huzurla oturmaları da düşünülmüş olmalı ki genelde kısık sesli ney dinletisi oluyor. Örneğin:
Sesi öyle bir ayarlamışlar ki, ne duyuyorsunuz ne duymuyorsunuz. Rahatsız etmiyor, ince ince işliyor insanın içine.

fullsizerender-31Edebiyat Kıraathanesi, 2016

Bununla birlikte Edebiyat Kıraathanesi’nin tavanı yüksek ve daima içerisi serin (Sıcak havaları kastediyorum). Bundan sebep, içerisi gayet huzurlu. Genelde Osmanlı usûlü bıyık bırakmış bir abimizin eşliğinde çalışan genç delikanlılar misafirlerle oldukça alâkadar. Zaten kıraathanenin kapısından girdiğinizde sizi direkt lokum ikrâmı ile karşılıyan bir çalışanları var. Tabii, artık usûlü bozarak Türk kahvesi yanında lokum getirmeyenleri de düşündüğümüzde bu çok hoş bir davranış.

fullsizerender-32Edebiyat Kıraathanesi Salon

Kıraathane’nin salonları/ odaları yazarlardan alıyor adlarını. Bu da buraya başka bir hava katıyor. Eski tarz dekorasyonu ile içeride kıraathane mantığı ile; ancak edebiyat üzerine sohbet etmeniz gerekiyor sanki. Öyle bir hissiyatı var buranın. Gidin ve görün!

Edebiyat Kıraathanesi’ne Nasıl Gidilir?
Edebiyat Kıraathanesi’ne gitmek çok kolay. Nereden gelirseniz gelin, tramvaya bağlanmanız yeterli; zira kıraathane Sultanahmet tramvay durağının hemen dibinde. Duraktan indikten sonra Tarihi Sultanahmet Köftecisi’ne gider gibi sol hizada yürürken kıraathanenin girişini göreceksiniz.
Bereketli olsun!