10 Ekim 2018 Çarşamba

“Aynada Fatma'yı Görebilmek" *

Anadolu, Mezopotamya, Balkanlar ve nice coğrafyada etkisini sürmüş, hâlâ sürdüren bir inanç olan Alevilik yüzyıllardır özgün yapısını koruyor mu? Koruması mümkün mü? Şehirlere göç, modernleşme, içe kapalılığın ortadan kalması, etkileşimler, politik süreçler, katliamlar derken Alevi toplumu pek çok değişime mâruz kaldı. Elbette ki değişim kaçınılmazdır; ancak mühim olan neyin değiştiği, neden değiştiği ve neye evrildiğidir.
Şehirlere göç ile köy yaşamında düzenli olan Pir-tâlip ilişkisi düzensiz bir forma dönüştü misal. Ocaklar yerini merkezi Cemevlerine bıraktılar. Bunun inanca ne gibi katkıları olduğunu, ne gibi zararları olduğunu ayrı bir yazıda ele alabiliriz. Ben bu bağlamda başka bir noktaya değinmek istiyorum. Alevilik inancını diğer inançlardan ayıran bir özellik kadın erkek eşitliğidir. Bu eşitlik; inanç önderinin kadın ve erkek olabilmesi, ibadet esnasında “can” olarak tüm cinsiyetlerin ortadan kalması ve Alevilik anlatısının içinde var olan, bu inancın temel düsturlarını yüzyıllardır aktaran Kırklar Meclisi gibi anlatıların varlığıdır. Hangi Cemevine gitseniz “Alevilikte kadın erkek eşittir” denir. Hiçbir Alevi bunun aksini iddia etmez; lâkin tezim odur ki, Alevi toplumu her ne kadar eşitliği kabul etse de inanç içindeki eşitliğin ne denli derin olduğunun bilincinde dahi değildir.
Geçtiğimiz yaz döneminde 10 günlük bir Dersim ziyaretim oldu. Kaldığım mezra Nazımiye ilçesine bağlı Civrak köyü Melkiş mezrasıydı. Bilenler olacaktır, Dersim gibi Alevi nüfusun hakim olduğu bölgelerde pek çok ziyaret vardır. Melkiş mezrasında ise Jare Melkiş ziyaretlerden yalnızca biriydi. Anlatısını tam olarak bilmediğim bu dağın tepesinde taşlarla çevrilmiş bir mekan var, içine yalın ayak giriliyor, ağaçtan ve topraktan başka bir şey olmayan bu mekânda çıra yakılıyor, dua ediliyor. Yine Jare Melkiş Dağında bir ağacın içerisinden geçiliyor ve bu yapıldığında kişinin temiz kalacağına inanılıyor. Öğreniyorum ki bu ziyaretin sahibi bir kadın imiş. İlk zamanlar zannetmiştim ki bu ziyaretin sahibi kadın diye “Ana Fatma”ya çok dua ediliyor. İlerleyen günlerde Düzgün Baba, Munzur Baba, Ana Fatma, Kureyş Baba Ocağı’na da gitme imkânımız oldu. Yukarıda saydığım tüm ziyaret yerlerinde fark ettim ki halk da Dedeler de Analar da dualarına, gulbenglerine “Ana Fatma” ile başlıyor.


Özellikle Kureyşan Ocağına yaptığım ziyarette Ana Fatma’nın coğrafya insanı için pek mühim olduğunu gördüm. Ocağa girdiğimizde bizi karşılayan Dede, bize gulbeng verirken Ana Fatma ile başladı, tüm yerel erenleri saydı ve sonra kapatırken yine Ana Fatma ile bitirdi. Gülfer Akkaya’nın Yol Kadındır adlı kitabında belirttiği gibi “Aynada Fatma’yı görmek” tam olarak bu sanıyorum. Evet, yüzyıllar sonucu diğer inançlar gibi Alevi inancı da belli değişimlerden geçti, özellikle şehirlerde. Ancak bir inanç ne kadar kazınırsa kazınsın, silinmeyecek yapı taşları vardır ve Alevi inancında bu yapı taşlarından en sağlamı Ana’dır, Fatma’dır; yani kadındır!
*Başlık Gülfer Akkaya’nın Yol Kadındır adlı kitabından alıntılanmıştır.

16 Eylül 2018 Pazar

Dersim Bölgesinde bir kadın: "Zeyiye"


Dersim'deyken Mehmet Ali Ateş'ten öğrendiğim "zeyiye" kullanımını araştırdım.
Zeyiye, Dersim bölgesinden başka bir aile (aşiret) ile evlilik yapan kadına denirmiş. Oldukça önemli bir rol ve Türkçe'de karşılığı yok, baktığınızda yalnızca "gelin" deyip geçilecek bir kullanım değil zirâ.

Geleneğe göre aile, inançsal olarak özel günlerde verilen hediyelerden (halet, xelat) en kıymetlisini zeyiye için seçilirmiş. Örneğin Gaxan'da. (Yeni yıl). Kendi doğduğu eve gelen zeyiye en iyi şekilde ağırlanmak istenir, ona çok özen gösterilirmiş.

"Zeyiye ke şiye tij riye asmenra vındena niadana zeyiye hasta yaki heredana"
"Zeyiye gittiğinde güneş durup onun hoşnut olarak gidip gitmediğine bakar."


Bu kullanımdan kadının-zeyiyenin ne kadar önemli olduğu anlaşılıyor.

Ayrıca xelat/ halet/ hediye, Düzgün Baba ve Haskar Ana ile bağlantılı bir objedir.

Bilgiler: Dersim Aleviliği İnanç Terimleri Sözlüğü ve Mehmet Ali Ates

2 Eylül 2018 Pazar

17+ Alevi Kadınların Adı Yok


17+ Alevi Kadınların Adı Yok

Türkiye’de Alevi kadınlar alanında çalışan ilk feminist kadın oluşumu 17+ Alevi Kadınlar grubu 2015 Mayıs ayında kuruldu. Öncesinde bir yıla yakın süre kadınlar aralarında toplantılar düzenleyerek oluşumun hedeflerini, nasıl ilerleyeceğini, ilkelerini belirlediler ve bunu bir basın açıklaması ile duyurdular.
Açıklama, oluşumun toplantılarından bir yıl sonra yapıldı ve şahsen açıklamayı okuduktan sonra 17+ Alevi Kadınlar’a dahil olanlardan biriyim. İsminden de anlaşıldığı gibi bu oluşum Alevi inanç anlatısında var olan Kırklar Meclisi’ndeki 17 kadından alıyor adını. Esasen Kırklar Meclisi; kadın-erkek, zengin-fakir, yaşlı-genç ve hattâ peygamber ile insan arasında dahi fark olmadığını savunan bir anlatıdır. Dolayısıyla 17+ demek, Alevi inancının temelinde savunduğu kadınların eşitliğini tekrar gün yüzüne çıkarmak üzere geçmişten alınan geleneği bugünden yarına taşımayı simgelemek için konulmuş bir isim ve bunu hedefleyen oluşumdur.
Alevi örgütlerinin, kurum yönetimlerinin, kanaat önderlerinin, Pirlerin ve Aleviliğe dair her şeyin “erkekleştirildiği” bir dönemde 17+ Alevi Kadınlar oluşumunun amacı Alevilik inancında teorik olarak var olan kadın erkek eşitliğini yeniden gündemleştirmekti.
Alevi inancında var olan kadın erkek eşitliğini Alevilik metinleri üzerinden göstermek, yönetimlerde, akademik alanda, Pirlik makamında kadını yeniden görebilmeyi sağlamaktır.
17+ Alevi Kadınlar oluşumu en başından beri bir kadın derneği olmayı değil, Alevilik inancının en temel unsuru olan, Aleviliğe temel niteliğini katan kadın erkek eşitliğini Alevi toplumuna hatırlatarak sahiplenilmesini ve bu alanda değişimi sağlamayı amaçlayan, bunu Alevi toplumu ve kurumlarına sokmayı hedefleyen bir oluşum oldu. Alevi kadınlar içinde başta teorik olmak üzere bu açıdan teorik-politik bir hat örmeyi amaçlayan kadın çevresi oldu.
Erkekleştirilen Aleviliğe karşı Aleviliğin kadıncıl bir inanç olduğunu geçmişten bugüne var olan metinler, deyişler, ritüeller, cemler üzerinden Alevi toplumuna dili döndüğünce anlatmaya çalıştı. Alevi kadınların kendilerine ait bilgiyi bulup çıkartmak, dün ile bugün arasında ilişkileri kurmak, yok edilmek istenen kadıncıl unsurlara sahip çıkarak Alevi kadınlarla beraber buradan bir direniş hattı kurmayı çabaladı.
Ve bu hattı tüm Alevi kadınların hattı olduğunu bilerek kadıncıl bir mücadele Yol’u kurmayı amaçladı.
Bugünden bakınca iyi bir yol aldığını söylemek abartı olmayacaktır.
17+ Alevi Kadınlar oluşumu üstlendiği sorumlulukla, yaptığı işlerle başta kurumlarda çalışan Alevi kadınlar olmak üzere karma kurumlarda çalışan Alevi kadın arkadaşlarımızın üzerindeki gerilimleri hafifletmiş, bulundukları alanlarda daha çok güçlenmelerine neden olmuş, böylece somut bir kadın dayanışmasın da sağlamıştır.
Oluşum, şimdiye kadar Alevilere ve özellikle kadınlara değen, onların yaşam alanlarını kısıtlayan her mevzu için bir açıklama yapmış, sokaklara inmiş, başka kadın grupları ile çok sayıda ortak eylem ve dayanışmalarda bulunmuştur. Türkiye, Kıbrıs ve Avrupa’da oluşum üyeleri panellere, sosyal etkinliklere, akademik çalışmalara katılarak Alevi inancında kadının bir “eklenti” olmadığını, Alevilik inancında kadının en baştan beri var olduğunu, Yol’un kadın olduğu hakikatini her yerde anlatmayı amaçlamıştır.
Üstelik cinsiyetçi erkeklerin tüm karalama, panellere/ çalışmalara katılmalarını engelleme çabalarına rağmen ülke ülke, şehir şehir dolaşmışlardır.
Yanı sıra bu konularda tartışmaları diri tutmak, daha çok konuşmak, düşünmek ve elbette daha çok yol almak için sürekli okumuş, yazmış, kadınlarla yan yana gelmiş, sürekli ilişkilere girmiş bir oluşum olarak Alevi toplumuna başka bir perspektif ile Alevi kadınların durumunu gösterebilmek bakımından çabalamıştır. Bu alanda başarılı da oldu 17+ Alevi Kadınlar.
Peki bunları neden yazıyorum. İçinde yer aldığım kadın oluşumunu övmek için mi?
Elbette hayır. Bir süredir devam eden haksızlığa dikkat çekmek için.
Alevi medyasına yapılan baskılardan, Sivas Katliamı anmasına, Alevilere ve kadınlara temas eden her eylemde var olmasına, Alevi medyasında gönüllü çalışan üyelerine rağmen Aleviler ne yazık ki 17+ Alevi Kadınlar oluşumunun adını hiçbir şekilde anmamıştır.
Hep yok saymışlardır.
Alevi kurumlarının özenle uzak durduğu bu oluşumun içinden biri olarak yapılan bu ayrımcılığa dair her katıldığım programda veya röportajda birkaç kelam ettim. Sivil Sayfalar’da Ulaş Tol’un benimle yaptığı Alevilerde Kadınlar Eşittir Söylemine İtirazlar – II başlıklı çalışmasında olduğu gibi:
Esasında çok güzel işler yapabiliriz, paneller, çalışmalar; ancak mevcut “feminist” algısı nedeniyle bize yönelik Alevilerde bir önyargı var. 17+ Alevi Kadınlar’ın ortaya attığı fikirler üzerinden söylem geliştiriyorlar, projeler üretiyorlar; ama 17+ Alevi Kadınlar ile temasa geçmiyorlar. Fikirlerin benimsenmesi güzel bir şey elbette, bu sevindirici; lâkin görmezden gelmeye çalışmak ve veya üzerimize basmaya çabalamak hoş değil. (http://www.sivilsayfalar.org/2018/03/28/alevilerde-kadinlar-esittir-soylemine-itirazlar-ii/)
Bu durum hala devam etmekte.
Nevşehir Hacıbektaş’ta bulunan, Hacıbektaş ile yoldaş olan Kadıncık Ana evinin onarılması fikrini ilk ortaya atan 17+ Alevi Kadınlar’dı. Hacı Bektaş Anmalarında Kadıncık Ana’nın adının geçmemesi üzerine söylemde bulunan ve bu anmanın isminin değişmesi konusunda köşe yazısı ile öneride bulunan kişi yine 17+ Alevi Kadınlar oluşumundan arkadaşımızdı.
Bu mesele kişisel bir mesele değil; etik bir mesele olduğu için yazıyorum ve bu etik sorun maalesef sistematik olarak devam etmekte. Ayrıca duygusal açıdan da yıpratıcı bir mesele. Zaten Alevilikte kadınlar da böyle yok edilmedi mi? Aynı yöntemler devam ediliyor.
17+ Alevi Kadınlar oluşumu açısından kamuoyuna söylediği her söz, her fikir artık o fikri, sözü sahiplenen herkesindir. Zaten böyle olması gerekir.
17+ Alevi Kadınlar oluşumunun ürettiği fikirler ve grup çalışmaları üzerinden Alevi kurumları veya bireyler fayda elde ederek çalışma yapıyorlar ki bu gerçekten sevindirici bir hadisedir; ancak o fikirlerin kaynağı olan oluşumumuzu yok saymaları, o önerileri sahiplenirken oluşumumuzdan hiç bahsetmemeleri, onunla temasa geçmemeleri, birlikte ne yapabiliriz dememeleri kabul edilebilir değildir.
Alevi toplumu birbiri ile yarışan, rekabete giren, çalım atan, birbirini yok sayan siyasi tarzla bir yere gelemez.
Başkalarının fikirlerini, siyasi önerilerini araklayarak entelektüel ya da siyasetçi olunamaz.
Aleviler ancak ortaklaştıkları fikir ve öneriler etrafında yan yana gelerek taleplerini gerçeğe dönüştürebilirler. Enerjimizi bunun için harcayalım. Birbirimizi yok saymak için değil.

26 Ağustos 2018 Pazar

Dersim 18-26 Ağustos 2018



Pertek feribotunu ilk defa kullandım ve Pertek Kalesi'ni gördüm. 



















Nazımiye'ye bağlı Civrak Köyü mezrası Melkiş'ten fotoğraf. Sıcak su güneş enerjisi ile elde ediliyor, cep telefonları son birkaç senedir köyün belli yerlerinde çekiyor. İnternet ise sadece yanda isimlerin yazılı olduğu ağaçların dibinde çekiyor. Bu sebeple bu ağaçların adı "İnternet Cafe" :)

Köyün girişinde mezarlık var, hemen her köyde olduğu gibi. İki ziyaret arasına yerleşmiş köy halkı: Jare Melkiş ve Sülbüs Dağı. Aslında daha çok ziyaret var; ama şu an en aktif ziyaret edilen yerler buralar. Evlerin yerleşimi C şeklinde, birbirlerine yakın. Dağların ortasına doğru Çırtan Şelalesi var.



Jare Melkiş ziyaretinin sahibi anlatıya göre bir kadın. Ziyaretin olduğu taşlığa yalın ayak giriliyor, çırağ yakılıyor (mum, bez vs.), dilek dileniyor. Köyden ziyarete tırmanmak yaklaşık yarım saat sürüyor. En tepede eski köy yerlilerinin mezarları ve kilise kalıntıları mevcut. Aşağıdaki videodaki ağacın (maalesef ismini şu an bulamıyorum) içinden üç sefer geçiliyor.


Melkiş gibi Civrak Köyüne bağlı bir diğer mezra ise Balıq / Balığ. Bu mezrada da bir emanet bulunuyor. Jare Balıq diye anılan ziyaret köyün yerlilerinde, bir evin bir odasında kalıyor. Senede bir kurban kesilip dua alınıyor. Emanetin nereden geldiği bilinmiyor. Kılıç olduğu bilinen bu emanetin üzerinde eski yazıların olduğu söyleniyor. Pirler hariç hiçkimse bu emaneti açıp bakamıyor. Resmi:



Nazımiye ilçesinde, ilçe merkezine 30 dakikalık bir mesafede olan Dewe Khures / Khureş Köyü'ne gittim. Tabela yok ve yol biraz kötüydü. 


Khures Bava mekanına girerken bir Pir (Ana veya Dede) size tarihçeyi anlatıyor ve yapmanız gerekenleri söylüyor. 





En son Munzır Bava'ya gittik. Munzur, ermişliğini gizleyen biri iken sırrı ifşa olunca halktan kaçıyor ve elindeki bakraçlardan yere dökülen sütler göze oluyor. Kırk göz olduğu söyleniyor burada. Lâkin böylesi değerli bir yerde insanların çöplerini toplamaması oldukça üzücüydü. Burada ne sigara içilmesi ne alkol alınması kişisel olarak beni rahatsız eden bir durum değil; ancak buraya çöp bırakılması çok büyük bir saygısızlık. Doğanın, hayvanın kutsandığı bir inanç merkezinde insanlar olarak bizim daha özenli olmamız gerekir...

İnsanlara pek çok mesaj içeren Munzur Baba anlatısından daha eski bir inanışı paylaşayım:

"Atalarımızın efsaneleşmiş inançlarına göre Munzur Gözeleri, Büyük Ana Tanrıçamız Anahit'in göğsünden fışkırır. Anahit'in memelerinden gelen süt pınarının suları Büyük Anamızın sütü olduğu için de aşiretler arasındaki tüm husumetler, kavgalar ve tartışmaların sütpınarını ziyaret edip Anahit'in sütünden (suyundan) içmek ritüeli ile kardeşçe ve barış içinde sona erdiğine inanılır.” Nuri Dersimi



Ovacık'a gelirken yolda sağ tarafta Ana Fatma Ziyareti bulunuyor. Ana Fatma, Dersimliler için oldukça kutsal bir ziyaret.








11 Ağustos 2018 Cumartesi

Saadet Teyze’nin Ardından

Aşağıdaki yazının üzerinden neredeyse üç sene geçmiş olacak. Dönüp tekrar okudum bugün. Hiçbir şey değişmemiş; insan sevdiği bir insanın yokluğuna zaman ile alışamazmış. Hürmetle anıyorum.
13055718_1007099872677921_8861123818402390549_o

31 Ekim 2015

Emek Apartmanı’nın iki ailesiyiz, biz Dersim’den gelmişiz, onlar Kastamonu’dan. Birbirimizde “emeğimiz” çoktur. Saadet Teyze, benim çocukluktan beri arkadaşım olan Merve’nin babaannesi. Ellerinde büyüdüm, ya ben onlardaydım ya da Merve bizde. Ben onlar sayesinde Kastamonu şivesini öğrendim, onlar da bizim sayemizde Alevi kültürünü öğrendiler. Senelerimiz geçti beraber. İyi günümüz kötü günümüz hep el ele geçti; o büyük doğal afetler, düğünler, cenazeler…
Merve’nin olduğu kadar benim de ninem sayılır Saadet Teyze. Küçükken onun olduğu odada oynardım, büyüyünce yanında oturur sohbet ederdim. Şimdi kimsenin kullanmadığı deyimleri, atasözleri vardı dilinde. O yüzden midir bilmem, çok keyifli gelirdi sohbeti. Balkonda oturur, gelene gidene laf atardı. Benim babam camdan bakmayı çok sever. “Bu Ali de benden bıktı, ben balkondan söyleniyorum kafamı çeviriyorum yukarıda. Bazen küfür de ediyorum acaba sıkılır mı?” der güldürürdü bizi.
Seneler geçince sağlığı kötüledi Saadet Teyze’nin. “Altınım” diye sevdiği ablamın düğününe gelemedi o yüzden. Ama gelin olarak evden çıkarken camdan baktı, oradan ağladı. O yine iyi zamanlarıymış aslında, son iki senedir daha kötü oldu. Benim odamla onun yattığı oda aynı, altlı üstlü oturuyoruz. Gece inlemelerini duyardım hep. O da beni duyarmış, “Hasta mısın dün gece çok öksürdün?” derdi. Öyle dinlerdik birbirimizi. Merak ediyorduk Merve’nin düğününe gelebilecek mi diye. Gelemedi. O gün ağır hastalandı, yoğun bakıma kaldırıldı. 4 Ekim 2015. “Ben Merve’yi gelin göremeyeceğim.” diyormuş hep. Öyle oldu. 27 gün yoğun bakımda kaldı. Durumunu hep kötü söylediler. Alıştırdılar bizi… Bugüne, 31 Ekim 2015’e, Saadet Teyze’nin Hakk’a yürüdüğü güne hazırlandık.
Bir rüya görmüştüm. Onlardayız, bir cam açık. Saadet Teyze cama doğru koşuyor, benle Fadim Teyze elbisesinden tutuyoruz düşmesin diye; ama düşüyor, elbisesi elimizde kalıyor. Allah biliyor ya, bu rüyaya öyle “bana mâlûm oldu” gibi anlamlar yüklemedim. Benim anladığım ölümün karşısında bizim ne kadar çaresiz olduğumuz. Biz ne yapabiliriz ki Saadet Teyze’mizin vakti geldiyse?
Seni, evinde “Tiridine tiridine tiridine bandım, bedava mı sandın, para vidin aldın” diye keyfili keyifli şarkı söylerken hatırlayacağım. Nur içinde yat güzel ninem.

Nevres-i Kadim ile Gül ile Bülbül Hikâyesi

Gül ile bülbüle dair pek çok hikâye vardır. Bunların bazıları dini açıdan, bazıları aşk açısından bazıları ise vefa gibi konular üzerine kurgulanmışlar. En hoşuma giden anlatı ise Gül’e rengini veren hikâyedir:
Gül, henüz açmamıştır; ama göklerde dolanıp duran Bülbül onun konusunu duyar. Onu daha görmeden âşık olur. Gider Gül’ü bulur, ona şarkılar söyler; ancak Gül ona karşılık vermez, açmaz bir türlü. Gece gündüz demeden öterek aşkını anlatan Bülbül, en sonunda ölümü dahi göze alır. Bilindiği gibi Gül’ün dikenleri vardır!
Bülbül kalbini Gül’ün dikenlerine saplar. İşte o zaman Gül, açar; ancak öyle bir açar ki masumiyeti temsil eden beyaz rengi, Bülbül’ün kanları ile kırmızı olur. Kırmızı rengi güle böyle karışır.  Bu yüzden derler, “Gülü seven dikenine katlanır” diye.
Gül ile Bülbül
Gül ile Bülbül

Bir gün eve geldim, çalışma masamın yukarısındaki panomda yeni bir kağıt gördüm. Ben evde yokken ablam gelip gitmiş ve Nevres-i Kadîm’in aşağıdaki şiirini kendi el yazısıyla yazıp asmış. Okumaya doymayalım.
Senden bilirim yok bana bir fâide ey gül
Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül
Etsem de abesdir sitem-i hâre tahammül
Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül!
Ellerle o zevk etdi ben âteşlere yandım
Çektim o kadar cevr ü cefâsın ki usandım
Derlerdi kabûl etmez idim, şimdi inandım
Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül!
Senden güzelim çare bana kat’-ı emeldir
Etsen dahi ülfet diyemem ellerle haleldir
Ağyâr ile gezsen de gücenmem ki meseldir
Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül!
Gördüm açılırken bu seher goncayı hâre
Sordum n’ola bu cevr ü cefâ bülbül-i zâre
Bir âh çekip hasret ile dedi ne çâre
Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül!
Bîgândıe-edadır bilir ol âfeti herkes
Ümmîd-i visâl eyleme andan emelin kes
Beyhûde yere âh u figân eyleme nevres
Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül…
Nevres-i Kadim

10 Ağustos 2018 Cuma

Hrant’a Bir Güvercin Daha… 19 Ocak 2017

Hrant,
Bir güvercin daha kondu mezarına.
19 Ocak 2017’de nefret değil de umut tohumu eken bir konuşmaya şahit olduk sosyal medyada. Küçük çocukların idam istediği, katillerin kovalandığı, fikirlerini beyan eden insanlara saldırıldığı şu günlerde sığındığım tek şey bir kadının iç dünyasına yaptığı yolculuktur. Kelime kelime misafir olduğum yolculuğuna.
Ne demişti güzel insan?
“İlk defa geldim. Daha önce gelmediğime de çok pişman oldum.Bu benim için kendi içimde bir yolculuk aslında. İçimdeki bazı şeyleri tartmak için geldim buraya.”
Hoşgeldin…
“Ben etnik olarak Türküm, Müslümanım Sünniyim ve Hanefiyim. Buralara biraz uzağım.”
Buluştuğumuz nokta insanlıktır; artık uzak değilsin. Daha yakın geldin.
“Ama yıllarca bu acıların ortak olduğunu fark edemediğimiz için çok üzüldüm. Neden gelip ben burada ağlamadım diye çok üzüldüm. Yani bu kendimle bir nevi hesaplaşma.”
Daha samimi bir beyan duymadım kimseden. Geç de olsa güç de olsa artık beraber ağlıyorsak aynı türküye, hesaplaşmalar yorucu olmayacak.
“Çok bilmiyorum bu çevreleri. Meseleyi medyadan takip ediyorum. Maalesef insanlar arasında hiçbir fark olmadığını, her masum insanın canının kutsal olduğunu anlamak için biraz uzun yıllar aldı maalesef. Bu yüzden çok üzgünüm.”
Artık biliyorsun bu çevreleri. Ne medyada gösterildiği gibi, ne kitaplarda yazdığı gibi… Masumiyeti fark edene kadar geçirdiğimiz her yılın bir sebebi vardır. 2017’de buradasın ya, ne önemi var gerisinin?
“Ermeni kardeşlerimizden de ben mensup olduğum mahalle adına çok çok özür diliyorum.”
Ki sen, suçsuzken dahi suçlu hissedebilecek kadar narinken, mensubu olduğun mahallenin mensubu değilsindir aslında.
“Bu ülkede benim kadar rahat yaşama hakkına sahip olana kadar bundan sonra Allah’ın izniyle yanlış tarafta olmayacağım, doğru tarafta olacağım.”
İyi olmaya çalışanların sofrasına her gün biri daha oturuyor…
“Bir daha bu insanların kılına bile zarar gelirse ben inşallah onların yanında olacağım.”
Sen yoksan bir eksiğiz demiştik, her zaman. Geldin ve tamamlandı bir eksikliğimiz. Sanmıyorum bu kelamın sana ulaşacağını ama yazdım attım denize. Bil ki pek mesut ettin beni, birçok insanı. Ne sen ne ben öcü değiliz, bunu anlattın. Masumiyet dedin, kutsaldır dedin, yan yanayız dedin. Eyvallah!
Her umutsuzluğa düştüğümde açık okuyacağım/ dinleyeceğim seni.
Birçok insan adına,
Kendi adıma,
Teşekkürler.

Herediya / Erzingan Türküsü Türkçe Çevirisi

Çıra honde düri şiya? / Neden o kadar uzağa gitmiş
Ez qurvanê çım-buriye / Kaşına gözüne kurban olduğum
Çıra hunde düri şiya? / Neden o kadar uzağa gitmiş
Erzingan niyo ke bêrê / Erzincan değil ki gidip getireyim
Estanbol niyo ke şêri / İstanbul değil ki gidip göreyim
Alamanya zafi duriya / Almanya çok uzaktır
Alamanya zafi duriya / Almanya çok uzaktır
Heqi vano dertli vano / Dertli söylüyor
Heqi vano dertli vano / Dertli söylüyor
Vano, vano, heni berbeno / Söylüyor söylüyor hep ağlıyor
Heni vano heni war keno / Hem söylüyor hem gözyaşı döküyor
Roz cêrino, fetelino / Gün dönüyor, dolaşıyor
Roz cêrino, çerexino / Gün doğuyor, tesellisini alıyor(alışmaya çalışıyor)
Sono, yeno, heni berbeno / Gidip geliyor yine ağlıyor
Heni vano heni war keno / Hem söylüyor hem gözyaşı döküyor
Erzingan niyo ke bêrê / Erzincan değil ki gidip getireyim
Estanbol niyo ke şêri / İstanbul değil ki gidip göreyim
Alamanya zafi duriya / Almanya çok uzaktır
Alamanya zafi duriya / Almanya çok uzaktır
Şarkının hikayesi ve Nadia Visser için tıklayın

Hande Kader

Hande Kader 2015Hande Kader 2015

Bir süredir kayıp olan Hande Kader’in ölümü kimsenin umurunda olmadı; çünkü hem trans kadın hem de seks işçisiydi Hande. Cesedinin yakılmış bir şekilde bulunması bu ülkenin riyakar insanlarının saçının telini oynatmadı. Onların kadın cinayetleri konusundaki hassasiyeti palavra! Hande’nin katliamı meşrulaştırıldığı müddetçe cinayetler durmayacak..


1 Temmuz 2018 Pazar

Rojda - Çavreşe Le Türkçe Çeviri / Kurmanci-Kürtçe

21 Haziran 2018'e...


Evimi taşıdım yayladan 

Le le le hevale le (arkadaşım)
Senin köyünü aradım
Le le le çavreşe le (kara gözlüm)
Çıktım yola 
Le le le hevale le çavreşe le qurbane (arkadaşım, kara gözlüm, kurban olduğum)
Köy köy aradım seni
Elden ayaktan düştüm
Le le le qurbane le çavreşe le rindeke le (kurban olduğum, kara gözlüm, güzelim)
Ben geldim ağrın başladı canım benim
Ölürsen kıyamam sana
Le le le hevale le çavreşe le qurbane le (arkadaşım, kara gözlüm, kurban olduğum)
Ben sana kıyamam o zalım kocan seni bırakmış 
Le le le qurbane le çavreşe le rindeke le (kurban olduğum, kara gözlüm, güzelim)





Çeviri Youtube videosu altına yazan Fatih Ataş'a aittir.

Fikriye Hanım ve Onun Görünmeyen Emeği

Fikriye Hanım’ın Mustafa Kemal ve arkadaşları için yaptıklarını ne duyarız ne de biliriz. O, onlarla beraber çalıştığı, sürekli emek verdiği halde tarih sahnesinden büyük bir haksızlık ile siliniyor. Fikriye Hanım’ı ötelemek için en çok söylenilenler onun “hastalıklı” ve “Doğulu” olmasıdır.
Bu çalışkan kadının müzik yeteneği, dört dil bilmesi, Cumhuriyet için verdiği emekler konuşulmaz; ancak o “intihar etmiş” güçsüz ve zayıf bir karakter olarak anlatılırdı. Daha sonra Latife Hanım’ın yeğenleri Fatih Bayhan ile Mehmet Sadık Öke ortaya çıkıp hem katıldıkları televizyon programlarında hem de Teyzem Latife adlı kitaplarında, Abdürrahim Tuncak’ın Mustafa Kemal ile Fikriye Hanım’ın çocuğu olduğunu iddia ettiler ve Fikriye Hanım için pek de kötü şeyler söylemediler. Bu da pek ses getirmedi. Ne yazık ki Fikriye Hanım’ın mezarının yeri bile tam olarak bilinmiyor… Ondan geriye bir cümle kaldı:
“Alçaklar beni vurdular”
Fikriye Hanım
Fikriye Hanım

Salih Bozok: “Çoğu zaman uykusuz, dur duraksız, biteviye yorgunluk dolu günleri Mustafa Kemal Paşa için biraz çekilir hale koyan tek şey, her halde Fikriye Hanım’ın varlığıydı.”
Fatih Bayhan'ın Fikriye Hanım adlı kitabından.
Fatih Bayhan’ın Fikriye Hanım adlı kitabından.

Fikriye Hanım, kalbimde kanayan yaradır.


İsan-ê Kamil Türkçe Çeviri / İnsan-ı Kamil

İSAN-Ê KAMIL / İNSAN-I KAMİL
na dina laşerdê sero sero, / bu dünya bir sel deryasında kaybolsun,
feqıriye ne lao tey sero / fakirlik de birlikte gitsin.
ceni, cüamerd, doman pero / kadınları, erkekleri, çocukları,
sekê eştê verê tijê, / kızgın güneşin önüne attılar hepsini,
saadiya theyr u thürde.. / börtü böceğin tanıklığında ..
nerê hey nu senê halo, / ahh bu nasıl bir hal ,
nu senê ğezevo , / bu nasıl ağır bir yıkım,
nu senê suwalo / bu nasıl bir sualdir ki,
yenê desto, nêverdano / el öpmeye eğiliyorlar, izin vermiyor.
sekê roye dina teyo .. / toprağın bilge ruhu var üzerinde..
zalaliya owka muzuri biya ne law goniya sure / kızıl kan deryasına döndü munzur suyunun berraklığı,
hazar meyit be mezelê mendê / binlerce ölü mezarsız kaldı,
zirçayise zav-zeç mendo gosane herdê dewreşi de / çoluk çocuğun çığlığı derviş toprağının kulaklarında kaldı,
isan-ê kamıli xo vir ra mekê / insan-ı kamili unutma, unutma..

Dersimli Elif Ana’nın Hikâyesi 3

Anneannem Elif Ana, bir gün sağlık kontrolü için İstanbul’daki bir hastaneye gidiyor. Bir bakıyor ki hastanede bir yoğunluk var, soruyor ne olduğunu. O dönem popüler dizilerden bir tanesinin çekiminin olduğunu söylüyorlar. Dizinin başrollerinde Yeşilçam Sineması’nın aktörlerinden biri oynuyor ve herkes gibi Elif Ana da onu çok seviyor.
Tüm engellemelere ve “Teyzeciğim, bak o çok sinirli bir adam” uyarılarına rağmen adamın karşısına çıkıyor. O esnada adam mola vermiş, yemek yiyor. Elif Anayı görünce “Ulan ben size demedim mi kimseyi istemiyorum diye!” diye bağırıyor set emekçilerine. Duruma şaşıran Elif Ana ise toparamak istiyor:
“Niye öyle yapıyorsun benim yavrum. Biz halkız, seni çok seviyoruz.” diyor.
477300_10151534694867954_574089178_o
Adam bu lafın üzerine dönüp: “Ben o halkın ağzına s*çayım!” diyor. Etraftaki emekçiler pek gerilmişler o an, normal olarak; ama bilmiyorlar, Elif Ana eyvallah etmez:
“Sana yazıklar olsun. Esas halk senin ağzına s*çsın!” diye bağırıp arkasını dönüyor ve hızla orada uzaklaşıyor.
Bizi sevenlerin kıymetini bilelim, bilmediğimiz yerde karşımıza haddimizi bildirecek bir “Elif Ana” çıkacaktır.

Dersimli Elif Ana’nın Hikâyesi 2

Anneannem Elif Ana’nın hikâyesini anlattığım ilk yazıya beklediğimden çok daha fazla ilgi-alaka oldu. Sandığımdan çok daha fazlaymış seveni anneannemin, tebrik ve teşekkür mesajları ile geçirdim günlerimi. O halde ne yapalım, bazen hayat hikâyesini bazen de anılarını yazmaya devam edelim Elif Ana’nın.
anneanne2
Bir gün anneannem, 50’li yaşlarında, İstanbul’un Zeytinburnu ilçesinde dolaşıyor. Bu semt, muhafazakar kesimi ile bilinir malum. Elif Ana’nın peşine iki tane kendisinden yaşça genç kadın takılıyor. “Şuna bak”, “Hiç utanmıyor” gibi laflar söylüyorlar, epey uzun süre söyleniyorlar. Anneannem duymazdan geliyor bunları. “En sonunda dayanamadım döndüm onlara” diyor ve aralarında şu konuşma geçiyor:
-Siz bana mı söylüyorsunuz?
-Evet sana söylüyoruz. Hiç utanmıyor musun bu yaşında başın açık gezmeye.
-Kızım ben kapalıyım, siz açıksınız.
-O ne demek, bak bizim üzerimize kıyafetimize, bir de kendine bak.
-Siz açıksınız kızım. O gözünüz dünyayı görüyor, geveze ağzınız konuşuyor. Millete bakmayın, hakkında konuşmayın ki ben bileyim siz kapalısınız.
Kadınlar bir şey demeden birbirlerinden uzaklaşıyorlar.
Elif Ana’nın bu anısını paylaşmak ile kimsenin değerlerini yargılamak değil amacım. Aksine onun söylediği “Gözünüz dünyayı görüyor, geveze ağzını konuşuyor” cümlesi, insanların varsa kusurunu görmemek veya farklılıklarla insanları yadırgamamak ve onların hakkında konuşmamak gerektiğini anlatan, saygılı olmayı öğütleyen bir cümle. Biz de onun evlatları, torunları olarak böyle yaşamaya gayret ediyoruz. Gözümüz görmez, dilimiz konuşmaz. Herkes istediğini yaşar.

Dersimli Elif Ana’nın Hikâyesi 1

anneanne
Dersimli Elif Çelik, nam-ı diğer “Elif Ana”. Ona bu adı her daim sahip çıktığı “devrimci” gençler vermiş. Bundan sebep onu herkes “Elif Ana” olarak bilir. O benim anneannem, internete videolarını yükleyerek ona pek çok seven kazandırdım. Artık kendisinin resmini yüklemesen beni arayıp “Elif Ana’yı özledik” diyenler oluyor. Düşündüm ki onun hayatını burada yazmak hem anneannem için hem de onu sevenler için iyi olacak.
Elif Ana’nın kimliğinde 1932 yılında doğduğu yazıyor; ama kendisine söylendiği ve tahmin ettiğimiz üzere bu tarih doğru değil. Dersim’in Nazımiye ilçesine bağlı Civrak köyünde doğan Elif Ana’nın doğum tarihi büyük ihtimalle 2-3 yıl geç yazılmış kimliğine. 86 yaşında olduğunu varsayalım. Dersim 1938 katliamını görmüş, bunu ayrı bir sayfada anlatacağım. 9 kardeşten dördü 2016 yılında sağ, diğerleri vefat etmiş. Gülizar ile Mehmet’in çocuklarından Elif, ilkokula 15 gün gitmiş. Babası Mehmet, “Kız çocuğu okumaz” diyerek okuldan almış anneannemi. “Kızlar okutulmuyor muydu bizim köyde?” diye soruyorum. “Okuyan da vardı, hepsini bilmem benim babam okutmadı” diyor.
anneanne1

Kız Çocuk Okumaz!

Adana’da yol ustası olan babasının bu hareketine rağmen Elif Ana’nın, okula gittiği 15 gün içinde Türkçe öğrenmeye kabiliyeti görülmüş. Öyle ki, öğretmen babasına “Sakın karışma, yazıktır kız 15 gün içinde söktü öğreniyor.” demiş. Okul öğretmeni yine Tuncelili bir öğretmenmiş. Senelerce bu duruma çok üzülen anneannem, ileride anlatacağım, evlendikten sonra 40’lı yaşlarında sanırım, CHP’nin yönlendirmesi ile okuma-yazma kursuna gidip okuma-yazma öğrenmiş. Hâlâ önüne gazeye açıp bir şeyler okuyabiliyor.

Köy Hayatında İnanç

Anneannemin anlattığına göre köye Alevi dedeleri gelirmiş, haftada bir köydeki evlerden birinde Alevilerin ibadeti olan Cem yapılırmış. Anadillerinde, Kürtçe yapılan Cemlerden bugün eser kalmamasına üzülüyor. “Şimdi yok. Şehire gelmeye başlayınca azaldı” diyor.

Elif Ana’nın Beşik Kertmesi

Daha anneannem doğduğu zaman, Dursun Ali ile evleneceğine karar verilmiş, beşik kertmesi yani. Rahmetli dedem Dursun Ali Çelik, anneannemden 15 yaş büyükmüş. İstanbul’a gidip çalışıyor ve yine köyüne geliyormuş. Bu gelişlerinden birinde o dönem koşullarına göre Elif büyümüş.
“Beni ona verdi, zorla. Ben istemedim. Ben ağladım. Sonra da aşık oldum” diyor anneannem. 15 yaşında evlendirmişler. Tabii o zaman evlilik dediğimiz ne ki, evden eve geçiş yapmak. Anneannem daha hayatında hiç tam çıplak erkek kolu bile görmemiş. Dedemin kolunu görünce ağlamış, korkmuş. “Bir daha benim yanımda üstünü çıkarma, ben korkuyorum” demiş. Dedem de bunun üzerine hırkasını geri giyinip tam 30 gün anneannemden uzak durmuş. “Tam 30 gün benim yanımda yattı, beni öptü, hiç bana karışmadı” diyor Elif Ana.
Dedem iyi bir insandı, biz öyle gördük, değil mi anneanne diyorum, “Çok değerli bir insandı o, çok iyiydi.” diye cevap veriyor, gözleri özlemli. “Bana hiç karışmadı, ben tüm Türkiye’yi gezdim.” diye ekliyor.
Dedem Dursun Ali, sonra iş için İstanbul’a dönmüş. Anneannem bunun üzerine “Ben evde oturuyordum, birde kapı açıldı Pi Fade (Fadime’nin Babası demek, anneannem dedeme böyle derdi) içeri girdi. Sonra kayboldu. Ben onun hayalini gördüm ona aşık oldum.” diyor.
anneanne2
Bir süre sonra İstabul’a dedemin yanına yerleşen Elif Ana “Ben zaten o zaman aşık olmuştum” diyor. Bu süreç içinde ilk çocukları Fadime, Hüseyin ve Bedri köyde doğmuş; Nuran ile Canan ise İstanbul’da.

Elif Ana İstanbul’da CHP ile tanışıyor

Elif Ana İstanbul’a geliyor, çocuklarını büyütüyor. Türkçe bilmediği için zorlanıyor; ama kısa sürede öğreniyor onu da. Kendi ekonomisini sağlayacak şekilde çalışıyor. Büyük oğlu o dönem gençleri olduğu gibi solcu. Eylemlere gidip geliyor. Tabii annesi de onun peşinde…
Gel git derken bir bakıyorlar Elif Ana da “devrimci” olmuş. CHP’ye katılıyor. Orada çalışmış, 50 sene. Beraber tüm Türkiye’yi gezmişler. “Ben çok serbesttim, deden bana hiç karışmıyordu. Adana’ya gittim, Ankara’ya gittim, her yeri gezdim Türkiye’de.” diyor.
Bir gün anneannem içerideki odadaymış, çocuklarından biri dedeme “Baba sen bu annemi çok şımartıyorsun, çok geziyor evde durmuyor” deyince dedem “Ona hiç kimse karışamaz o serbesttir, ben karışmıyorum” demiş. Öyle ki biz bir sabah anneannemi arardık, Diyarbakır’da çıkardı, bir arardık, Ankara’da çıkardı. Nereye ne zaman gideceğini CHP’den takip ederdik.

Elif “Ana” denmesinin diğer nedeni

Anneannem sayısını bilmediği kadar çocuk doğurtmuş, ebelik yapmış. Kendisine “Ana” denmesinin diğer bir nedeni budur. Yine sayısını bilmediği kadar göbek kesmiş, ölen insanların ağzını bağlamış; hazır etmiş. Diş çekme, kulak delme, badana yapma gibi küçük işleri saymıyorum bile!
İki sene sadece fabrikada çalışmış, atölyede. Onun dışında kendi işlerini halletmiş; ancak ebelikten falan hiç para almamış. Evde yaptığı terzilikten az buçuk para bazen alıyormuş. O eski makinesi hâlâ evinde duruyor.
Şimdi yaşlılık hali, biraz karıştırıyor. Sünnet yaptığını da iddia ediyor; ama teyzemlerden öğrendiğim kadarıyla bunu hiç yapmamış. Sadece nasıl yapılacağını çok iyi biliyor.
https://www.instagram.com/p/rpc11lMAcV/

Elif Ana okuma-yazma öğreniyor

Belediyeye bağlı bir yerde seneler sonra babasının “kız çocuğu okumaz” demesine inat okuma-yazma öğrenmiş Elif Ana. Kendisi gibi birçok kadınla beraber bu kurstan aldıkları sertifikası var. Biz bazen elimize gazete alıp ona okutmaya çalışıyoruz, biraz yavaş olarak da olsa hâlâ harfleri çok iyi telafuz edip okuyor; ama itiraf etmeliyim ki el yazısı pek iyi değil artık.
Anneanne sen türkü söylüyor muydun?
Söylüyordum.
Dedem söylüyor muydu?
Deden söylemiyordu, o beni dinliyordu. Ayda bir kere rakı içerdi, bana da verirdi. Sofrada otururduk, ben söylerdim.