21 Mayıs 2018 Pazartesi

Yunanistan-Bulgaristan Ziyareti (Dedeağaç, Kırcaali, Elmalı Baba Tekkesi)

Yunanistan’a giriş yaptık…



Dedeağaç/ Aleksandropolis şehrinde bir tur attık. Şehirde her şey o kadar güzeldi ki,
küçük bir kasaba gibi. İnsanlar ya çiçekli balkonlarında ya da cafelerde kahvelerini
içiyorlardı. Hava oldukça sıcak olduğu için kendimi yazlık bir yerde tatilde hissettim; zaten
sahil kasabası!


 Yolculuk arkadaşlarımın ve Yunanistan'dan tanıdığım üniversite arkadaşımın en sevdiği şey olan souvlaki'yi denedim. Yanında da Pils Hellas adlı birasını denedik Yunanlıların.


Daha sonra Bulgaristan Kırcaali'ye geçtik! Burada kime yol veya bir şey sorsak işimizi Türkçe
halledebildik. Makaza Hoteli görüp göz atmaya karar verdik; ancak içine girince odayı direkt kiraladık. Üç kişilik odada kiraladık. 80 Euro’ydu bu oda. Eşyalarımızı yerleştirince saat 15.30 olmasına ve havanın soğuk olmasına rağmen(!) açık havuzuna girdik. Resepsiyondaki kadın, havuza girmememizi tavsiye etti; ama bu an her zaman yakalanmaz...



Evet Bulgaristan soğuktu, özellikle o saatte; ancak biz havuza girdik, kahvelerimizi içtik.
Gerçekten hem dinlenmek, hem doğa manzarası görmek, hem yüzmek isteyen insanlar için
Makaza Hotel ideal bir yer. Akşam yemeği ve mezeler de güzeldi. Kamenitza adlı bira denedim. Canlı müzik ve eğlence vardı otelin restoranında. 



Ancak şunu itiraf etmeliyim; daha önceki tecrübelerimle söylüyorum, Yunanistan yemek konusunda
Bulgaristan’dan daha iyi.  

Elmalı Baba Bektaşi Tekkesi:



Mestanlı kasabasının Bivolyane (Mandacı) köyünde bulunan Elmalı Baba Bektaşi Tekkesini
bulmak biraz zor oldu; zira burada, merkezde de köylerde de tabelalar çok az. İki kere yanlış
tarafa doğru ilerleyerek bir buçuk saatten biraz daha fazla süre ile bulabildik tekkeyi. Tekkeye
gelmeden köyde, bira içen yerlilere yolu sorduğumuzda “Buradan dümdüz gidecen, hiç canını
üzmeycen” diye aldığımız cevap çok samimiydi.



Bir köşede, ıssız ve oldukça mistik bir tekke… İçeri girdiğimizde Cevriye Bacı ile tanıştık,
buranın hizmetini o yapıyormuş. Kütüphanesini, cemevini gezdirdi bize. Kütüphanedeki tüm kitaplar oraya birilerinin getirdiği hediyelermiş. Kitap alırsak orada, kaç sene olursa olsun
ancak geri getireceksek alabilirmişiz. Burada para geçmiyor! Türbelerin olduğu yere
girdiğimizde küçücük bir kapıdan girdik içeri. Şimdiye kadar gördüğüm her Kızılbaş
tekkesine giriş böyle küçük kapılardan oluyor. Bu “Kibrinden arın, eğil, benliğini öldür”
manasındadır.



Lambayı açtığımızda ben bir tane türbe beklerken altı tane ile karşılaştım. Oldukça mistik ve
ağır bir yerdi burası. Hepsinin başında mumlarımızı yaktık.



Fatma Ana’nın türbesi dedikleri tek bir türbenin olduğu mezara girdik. Cevriye Bacı’nın
söylediğine göre burada Fatma Ana’nın avuç içi ve bir gözü gömülüymüş. Oradan da
ayrıldıktan sonra Cevriye Bacı bizi aş evine çağırdı. Büyük bir cezvede kahve pişirmişti. İki
tane Bulgara ikrâm etmişti, bize de ikrâm etti. “Bunlar Hıristiyandır ama 12 İmamlara
inanıyorlar, 15 günde bir gelirler buraya.” dedi. Ortak bir dilimiz olmadığı için onlarla sohbet
edemedik, yalnız birbirimize tebessüm edebildik. Cevriye Bacı tekkede kurban kesimi, ziyaret
zamanları ile alakalı bize bilgi verdi, sohbet ettik. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder