25 Kasım 2014 Salı

Şiir Falı Nasıl Bakılır, Biliyor Musun?

Birhan Keskin'inden Didem Madak'ına severek dönüp dönüp okuduğum birkaç şair var. Kitapların her yerini çizmişim, bir şeyler yazmışım, yorum katmışım bir de... Öyle onları sayfalarda yalnız bırakmak hiç içime sinmedi ki!

Geçtiğimiz akşamların birinde arkadaşımda kalıyorum. Dertleştik falan... Sonra bana Diyarbakır/ Amed'den Süryani şarabı getirmişti, o geldi aklımıza. Dedik içelim. İçelim tabii ama koskoca Süryani şarabı, kuru kuru içilir mi? Biz de bir el atalım buna. Birhan Keskin'in Kim Bağışlayacak Beni adlı şiir kitabını aldık elimize. Arkadaşım "Şiir falı bakalım mı?" dedi. O da nedir? "Kitapta öylesine bir sayfa seçiyorsun, o sayfadaki şiir senin şiirin oluyor kendi hayatına göre yorumluyorsun." Ben seçtim, arkadaşım yorumladı; o seçti, ben yorumladım. Öyle güzel bir akşamdı. Seçtiğim şiirlerin ilk dördünün resmini çektim. Hadi, bakın bakalım falıma!





22 Şubat 2014 Cumartesi

Çay Hatırası

Annemin babası, rahmetli Dursun Ali dedem, aslan gibi adamdı. Evde oyun oynarken ben, popomu bir ısırırdı acısı dakikalarca geçmezdi. Beni alırdı öperdi mis gibi kokusu vardı. Şakacıydı, muhabbeti çok güzeldi. Sonra, onlarda kaldığımızda sabah kızarmış ekmek kokardı, sobanın üzerinde ekmek kızartır, çay demler, sofrayı kurar "Günaydın kelebeklerim, meleklerim hadi sofraya" diye bizi uyandırırdı.

Evleri hiç boş kalmazdı, bir gün on kişinin altına düşmedi evde oturanların sayısı. Geleni gideni eksik olmadı. Anneannem dışarıda çok aktif bir kadındı, biz zannederdik ki herkes anneanneme geliyor. Dedem öldükten sonra gelen giden olmayınca anladık, herkes dedeme geliyormuş. Onun o güzel sohbetiymiş insanları çeken. Bilmiyorduk.

Çalıştığı fabrikada su diye yanlışlıkla sanırım tiner içmişti, sonra her zaman bana, ablama ve serdar abime "Çıkın da bir sırtımı ezin" dediği günlerden birinde, ablam sırtını ezerken ağzından kan gelmişti. Anlamamışlardı tabii, nereden bilsinler... Mahvolmuştu dedemin içi, sonra sonra öğrendik hastalığını. O kara gün, dedem salonda yatıyordu. Tosun gibi adam bir deri bir kemik kalmıştı. Çocuk aklı işte, canı sıkılmasın diye onun odasında misket oynuyordum. "Oy ben sana kurban olayım." dedi bana en son. Dedemin bana en son cümlesi buydu. Bir ömrüm bu cümleyle geçiyor işte. Ben gittim babamla eve. Fadime Teyzem, dedemin tırnaklarını keserken, dedem bir şey ısırır gibi yapmış, ve ... Nur içinde yatsın, iyi insandı dedem. Gerçekten iyiydi. İyi diye bir şey varsa, o dedemdi. Onu daha çok tanıyabilmek, onunla daha çok vakit geçirebilmek isterdim, şu hayatta ne para ne mal ne mülk; dedemle bir beş sene daha geçirebilmek isterdim. Olmadı.

Neyse, beni hep tebessüm ettiren bir anısı var dedemin. Aslında anı dedem üzerinden yürümüyor; ama olsun. Bir akşam anneannem, anneannemin kız kardeşi Beser Teyzem, teyzemler, dedem falan oturuyorlarmış. Beser Teyze Almancıdır. Gören hemen Almancı olduğunu anlar. Çok tatlı bir aksanı vardı, hem Dersim şivesi hem de kırık Türkçe. E tabii kadın üç dil birden konuşuyor... Çay işi dedemdedir. Misafirine yemek, çay yapmaya bayılırdı. Neyse, Beser Teyzem, dedeme: "Enişte, mire klein bardakta çay cike."* deyince dedemi bir gülme almış. O an orada değildim ama o tombik yanaklarıyla ışıldayan gülümsemesini tahmin edebiliyorum. Senelerce anlattılar bu anıyı.

Evde ne zaman biri birine çay koysa bu cümleyi kurup gülümsüyoruz. Hep sana benzemek istedim, canım dedem benim.

*mire = Zazaca 'bana', klein = Almanca 'küçük', cike = Zazaca 'koy'

21 Ocak 2014 Salı