24 Kasım 2017 Cuma

Pir Kavramının Cinsiyetçileştirilmesi #MaviPosta

Londra'da çıkan Mavi Posta Dergisi'de 'Kadınların Sesi'ne Ekim ayında "Pir Kavramının Cinsiyetçileştirilmesi" üzerine yazdım.

Keyifli okumalar!


Alevilik inancında inanç önderliğini soyu Muhammed Peygamberden geldiğine inanılan
aileler yapmaktadırlar. Alevi-Kızılbaş süreği olarak tanımlayabileceğim bu kola bağlı aileler
ocakları oluşturmuşlardır. Soyun devamlılığı için ocak soyundan gelenler yine ocak soyundan gelen kişilerle evlenmeyi uygun görmüş, süreç günümüze kadar bu şekilde işlemiştir.

Soy meselesinde üzerinde durulması gereken noktalardan biri de, gayet erkeksi bir anlatısı
olmasına rağmen esasında soyun bir kadından devam etmesidir. Muhammed Peygambere
dayandığı inanılan bu soya Ehlibeyt denir ve Muhammed Peygamberin kızı Fatma ile peygamberin amcasının oğlu Ali’nin evliliğinden olan çocuklar Ehlibeyt sayılmaktadır. Ali’nin Fatma’nın ölümünden sonra başka kadınlardan olan çocukları Ehlibeyt olarak kabul görmezler. Bırakın kabul görmeyi Alevi toplumu Ali’yi başka bir kadınla anmaz bile. Sanıyorum bu sebeple pek çok Alevi, Ali’nin Fatma’dan başka bir kadınla birlikte olduğunu bilmemektedir ve onun tekeşliliği örnek gösterilir. Zira Ali’yi de Ali yapanın Fatma’nın tarih sahnesinde gösterdiği dirençli ruh olduğu bilinmektedir. Onun varlığından aldığı kudret ile Ali o dönem coğrafyasında ve günümüzde edindiği konumu korumaktadır. Ali’nin pasif tavrına karşı Fatma, mücadelesini ölümüne kadar sürdürmüş, kendisinin ve dahi Ali’nin hakkını savunmuştur. Dolayısıyla erkeksi bir şekilde bahsedilen soy, bugün milyonlarca insanın saygıyla andığı ve murat dilediği mücadeleci Fatma’dan gelmektedir.

Bugün Anadolu’daki ocaklara bağlı aileler Fatma’ya bağlı peygamber soyuna dayalıdır.
Bahsettiğim gibi inanç önderliğini, yani ibadeti sürdürmeyi, toplumda hukuku sağlamayı ve
diğer tüm işleri bu ailelerden gelen Pirler gerçekleştirmektedirler. Pir kavramı cinsiyetsizdir;
Ana ve Dede olarak tanımlanan kadın ve erkek bireyler Pir’dir. Cem erkânı yürütüldüğü
esnada posta Ana ile Dede beraber oturur, belli durumlarda tek başlarına cem yürütebilirler;
lâkin Aleviliğe dair pek çok şey gibi bu durum da erkekleştirilmiştir. Günümüzde posta
bırakın Ana’nın tek oturmasını, Ana ile Dede’nin beraber oturması bile parmakla sayılacak kadar az örnek içermektedir. Zira günümüzde Ana’ları yerlerinden kaldırılıp onların yerine de oturmuş Dedeler var artık. Bunun mücadelesi Türkiye’de ve Avrupa’da Alevi kadınlar tarafından verilmektedir. Aleviler; Anaların tekrar posta oturmasını talep etmektedir. Bu bağlamda Cem erkânı yürüten Analar vardır ve çoğunlukla Avrupa’da postta cinsiyet eşitliği sağlanan yerler vardır; lâkin ilginçtir ki inancın kaynağı olan Anadolu’da bu bir süredir mümkün görülmüyor.

Bunlarla birlikte Alevilik inancı özünde kadın ile erkeğin eşitliğini kabul eden, inanç pratiklerini buna göre oturtan bir yapıya sahiptir. İbadet esnasında “can olma” hali dolayısıyla tüm bireyler kadın ve erkek cinsiyetlerinden arınarak yalnız “can” olurlar. Bu demektir ki kadının erkeğe, erkeğin kadına bir üstünlüğü yoktur. Bu cinsiyetsizliğin dayandığı yerlerden biri Alevi mitolojisinde çok mühim bir yeri olan Kırklar Meclisi anlatısıdır. Kırklar Meclisi’nde Muhammed Peygamberin miraca varması ve bu meclise girme süreci anlatılmaktadır. Kırkın birliğini temsil eden bu anlatıda 17 kadın, 23 erkek bulunmaktadır ve “ilk yaratılan” olarak anılan Fatma da elbette ki oradadır. Lâkin Alevi toplumu nasıl ki Hace Bektaş Veli’den bahsederken yoldaşı ve felsefeyi devam ettiren, Bektaşi Tarikati’ni kuran Kadıncık Ana’dan bahsetmiyorsa; kadını silikleştiriyorsa, Kırklar Meclisi anlatısında da tüm detaylar verilmesine rağmen oradaki 17 kadının varlığından bahsedilmez.

Alevi toplumunun erkek egemen bir hale bürünmesini “Pir”, “eren”, “evliya” gibi kavramların kullanımından görebiliriz. Bahsedilen kavramların hepsi cinsiyetsiz kavramlar olmakla birlikte günümüzde hepsi erkekler için kullanılmaktadır. Bunun en somut örneğini “Pir” olarak kabul ettikleri insanlardan anlamaktayız. Pirlerden bahsedildiğinde veya Alevilik üzerine araştırma yapıldığında “Dede soyu”, “Dede ocağı”, “Dedelik” kullanımları yapılmaktadır. Kadın araştırmacılar dahi bu gaflete düşerek cinsiyetsiz bir söylem olan Pirliği, Dedeler, yani “erkek” üzerinden tanımlamaktadırlar. Dolayısıyla Pirlik, statü ve cins olarak günümüzde erkekleşmiştir ve özgünlüğünü kaybetmektedir. Özünde eşitlikçi olan bir inançtan bahsederken sadece Dedelik üzerinde durmak öz ile oynamaktır, özü inkardır, inancı asimile etmektir.

Dünyanın pek çok yerinde her geçen gün artan Alevi kadın örgütlülüğü sayesinde Fatma Ana’dan Kadıncık Ana’ya, Pir Analardan kadın ozanlara varlığımızı sürdürmeye ve Alevilik inancının dişi yönünü gün yüzüne çıkartmaya devam edeceğiz.
Zira kadın ve erkeği eşit gören Alevilik aynı zamanda bir kadın inancıdır.
Alevi kadınlar vardır, Analar vardır!

Pir Ana


Alevilerde Ana - Pir Kadın Cem erkânı yürütmezdi; tarihte yok diyenler oluyor bazen.
Onlarca örneğin içinden iki tanesini yazacağım:


  • Sêy Sabunlardan Elif Ana yıllarca posta oturmuş, Cem bağlamıştır.
  • Gülsüm Ana (Ana Gulsime) nin Dersim'de bağladığı Cemler hâlâ konuşulur. (Munzur Çem-Dersim'de Alevilik) 

"Kim daha iyi becerirse yolu o izler, postu o temsil eder."
Aslı inkar öze ihanettir.

22 Kasım 2017 Çarşamba

Prenses

Derin bir "Of" çekti kadın.
Göğsündeki ağrı esasen bir masaldaki tâlihsiz prensese aittir.
Zannedildiği gibi değildir;
Masallar yalancıdır; zira saadetli bir prenses görmedi Konstantiniyye.
Galata Kulesi'nden uçmaya çalışan bir kuş değil miydi yoksa?
Oysa kuşların özgür olduğu düşünülür...
Prenses, ne kadar özgürsün!
Serbest bırak yüreğindeki kuşu
Kadın gibi,
Kadınca!
Galata yuva olacak sana.

14 Kasım 2017 Salı

#FilmTavsiyesi Büyük Adam Küçük Aşk

2001 yılından bir film Büyük Adam Küçük Aşk.
Baş rollerde Cumhuriyetçi, İstanbul beyefendisi emekli yargıç (hepsi tırnak içinde!) Rıfat Amca, Şükran Güngör ile anne-babası ölmüş, amcası geçim sıkıntısı çektiği için siyasi olan halasının yanına bırakılmış Hejar, Dilan Erçetin var. Benim için diğer bir başrol ise Kürt olduğunu saklamak zorunda kalan Sakine veya gerçek adıyla Rojbin var; o ise Füsun Demirel tarafından canlandırılıyor.
Büyük Adam Küçük Aşk afiş
Büyük Adam Küçük Aşk afiş

2002 yılında yasaklanan bu filmin yasağı sanırım hâlâ devam ediyor; ancak filmi internetten izleyebilirsiniz: tıklayın
Hejar’ı amcası Ape Evdo (Evdo Emmi) örgüt sempatizanlarının evinde kaldığı halasının yanına bırakıyor. Avukat olan hala ve örgüt sempatizanı arkadaşlarının evini polis basıyor. O sırada Hejar bir dolaba saklanıp o evden sağ çıkabilen tek kişi oluyor. Karşı dairedeki Rıfat Bey onu görüyor. Hejar şok geçiriyor. Geceleri kabuslar görüp “Daye” diye ağlıyor, zil çalınca saklanıyor. Bunları gören Rıfat Bey, Hejar’ı bırakmak ile bırakmamak arasında git gel yaşıyor.
Hejar
Hejar

Hejar inatçı ve oldukça gururlu. O küçücük haliyle Rıfat Bey ile kavga ediyor. Her kavgalarından sonra ve Hejar’ın her Kürtçe konuşmasından sonra Rıfat Bey onun eşyaları arasında bulduğu “Evdo Emmi”nin numarasını arıyor; ancak açan yok. Bir şekilde Hejar’ı götürmekten vazgeçiyor.
Ev çalışanı Sâkine eve geldiğinde Hejar’ı görüyor ve dayanamayıp birden onunla Kürtçe konuşuyor. On yıllık çalışanı Sâkine’nin Kürt olduğunu Rıfat Bey böyle öğreniyor:
-Nece konuşuyor bu çocuk Sakine?
-Kürtçe.
-…
– Ne yapayım Rıfat Amca, ne yapayım? Ha sen beni 10 yıldır tanıyorsun, ben böyleyim!
Buna kızan Rıfat Bey yine çocuğu göndermeye koyuluyor; ama yapamıyor. Alıyor karşısına “Bu memlekette Türkçe konuşacaksın” diyor. İletişimi Sâkine aracılığıyla kurduktan sonra “Bir daha Kürtçe yok, tamam mı Sâkine” diyor.
Hejar’ın yöresel kıyafetlerini çıkartıp gayet “modern” şeyler alıyor ona. Dükkanda alışveriş yaparken kasiyer Hejar’a bir şeyler soruyor. Hejar’ın Türkçe bilmediği ortaya çıkınca Rıfat Bey “Almanya’da yaşıyor” diyor ve asla Hejar’dan “torunum” diye bahsedemiyor...
Çatışmadan sonra HejarÇatışmadan sonra Hejar

Başlarda Türkçe konuşmak ve Kürtçe konuşulmasını engellemek isteyen Rıfat Bey, film ilerledikçe ve Hejar’a bağlandıkça Kürtçe kelimeler öğreniyor. Önceden Sâkine’nin yöresel tepkilerine (örneğin uyş) kızan Rıfat Bey, Hejar ile geçinmek için ondan Kürtçe öğreniyor. Tabii bu sırada Hejar’ın kendisine ettiği tüm küfürlerden de haberdar oluyor.
1379532_10151850876197954_1284875940_n
-Sâkine, ağlama nasıl denir?
-Hı?
-Kürtçe
-Megri Rıfat Amca
-Tamam Sâkine sağ ol. Lütfen megri!
Hejar ile Rıfat Bey
Hejar ile Rıfat Bey

Hejar’ın ailesinin peşine düşen Rıfat Bey, Evdo’nun adresine gidiyor; ancak Hejar’ı oraya sokmuyor. Burada ne ile karşılaşacağına göre karar vermek istediğini anlıyoruz. Öyle ki, Evdo’nun da hali harap, aile çökmüş. Göçüp gelmişler ve ne yazık ki halasına bıraktığı Hejar’ın “kurtulduğunu” sanıyorlar. Rıfat Bey Hejar’ı oraya bırakamıyor, gidip telefonu açılsın diye Evdo’nın faturasını ödüyor. Nüfustan da Hejar’ın aile bilgilerini istiyor; ama anne-baba ölü…
Sâkine/Rojbin ile HejarSâkine/Rojbin ile Hejar

Bu süreçte birbirleri ile hem didişen hem de sevgi besleyen büyük adam ile küçük aşkı, hem Türkçe hem Kürtçe anlaşmaya çalışıyorlar. Kavga ettikleri zaman Rıfat Bey Türkçe, Hejar ise Kürtçe bağırıyor. Bununla birlikte Rıfat Bey önceden Kürtçe’yi yasakladığı Sâkine’yi arayıp “Çocukla biraz konuşsana” diyerek bu ikilinin Kürtçe konuşmasına “izin veriyor”.
Rıfat Bey ile Hejar
Rıfat Bey ile Hejar

Rıfat Beyin “Kürt” dediği tek an ise Hejar’a kızdığı zaman “İnatçı Kürt” diye bağırdığı sahne. Rıfat Bey ona hiç “Hejar” da demiyorum sanıyorum, sadece filmin son sahnesinde söylüyor adını. “Çocuk” diye hitap ediyor genelde.
Rıfat Bey ile Sâkine/ Rojbin
Rıfat Bey ile Sâkine/ Rojbin

Bir diğer başrol Füsun Demirel demiştim. Başka bir film sırf “Sâkine” karakteri üzerine çekilebilir.
-Tamam Sâkine
-Rojbin, Rıfat Amca
-Efendim?
-Adım Rojbin
-Tamam Sâkine tamam.
Sâkine/ Rojbin kafasını öne eğer. Rıfat Bey “Rojbin” diye düzeltir.

Bu yakınlaşmalar ve bağlanma ile Rıfat Bey, Yıldız Kenter‘in canlandırdığı Müzeyyen Hanım ile aşkını rafa kaldırım Hejar’ı sahiplenmeye niyet ediyor; ancak Hejar’ın tercihi başka oluyor… Bunca yaşanandan, bunca sevgiden, bunca kavgadan sonra herkes “ait olduğu yere” geri dönüyor.
1_zpscd00d594
Hejar’ın kıyafetleri, surat ifadeleri, gururlu davranışları, “daye” demesi boğazınızda bir yumruk olacak.

8 Kasım 2017 Çarşamba

Cevapsız Soru

Tanıdık bir ses.
Cümleler farklı ama o sesi tanıyorum.
Eskiden olduğu gibi yine kalp atışlarımı hızlandıran o sese doğru döndüğümde, belki görmemekten unutmaya başladığım o yüzün aslında hiç eskimediğini fark ettim. 
Aynıydı, neşe doluydu, kahkaha atıyordu.
Yanına gitmek için onun çıkacağı kapıya doğru ilerledim.
Her şey hesaplıydı, önümden geçecekti ve ben birden yeni görmüş gibi adını söyleyecektim.
Mideme bir ağrı saplandı.
Mideme ağrı saplanması planlarımın dışında gelişse de hazırdım.
Önümden o kadar hızlı geçti ki adını söyleyemedim.
Adını söy-le-ye-me-dim.
Baş harfi kaldı dudaklarımda.
Midemin ağrısı...
Arkadan baka kalmak derler ya, öyle olmadı.
Arkasından seyrettim onu, hızlı hızlı gidişini.
Arkadaşına yaptığı şakaya güldüm hattâ.
Gitmek istedim yanına; ama ayağımı yerinden kaldıramıyordum.
Masaya çöktüm o kaybolunca.
Buraya daha sık geleyim, birdahakine konuşurum dedim.
Midemde depremler olmuş, enkaz altından insan kurtarıyordum adeta.
Kurtaramadım.
Tek bir soru geldi çakıldı aklıma: ya onu birdaha göremezsem?

#Madımak‬: Carina’nın Günlüğü

Madımak‬: Carina’nın Günlüğü adlı film, adından da anlaşıldığı üzere Madımak Katliamı’nı anlatıyor. Pek çok çocuk, genç; Alevi olduğunu 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak’ta gerçekleşen katliam ile öğrenmişti. Bu katliamı anlatan belgeseller, filmler çekildi; kitaplar yazıldı. Carina’nın Günlüğü bunlardan biri.

Öncelikle filmin adındaki Carina’yı tanıyalım. 17+ Alevi Kadınlar Facebook sayfasında Carina ile ilgili şu bilgiler verilmiş:

13442376_1104551942934732_9108909294806224569_n

Carina Cuanna Thuijs – 23 yaşında
Carina, Hollanda’daki Leiden Üniversitesi’nde Kültür Antrolopoloji okuyordu. Yazacağı tezde Türk kadınının aile içi rolü ve çevre ile ilişkilerini incelemek üzere Türkiye’ye geldi.

Erkek arkadaşının tedirginliğine rağmen Carina Türkiye’ye gitme kararından vazgeçmedi. 22 Haziran’da Türkiye’ye geldi ve günlük notlar tutmaya başladı. Notlarından anlaşıldığı üzere ev sakinlerinin ve çevre halkının ilgisi Carina’nın hoşuna gidiyordu; ancak bazen biraz yalnız kalmaya ihtiyacı oluyordu.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nde semah öğretmeni olan Asuman ve felsefe öğrencisi Yasemin ile tanışan Carina Alevi kültürü ile ilgili şunları yazmış:

‘Pir Sultan Abdal Kültür Derneği! Bu kişi, 16. yüzyılda yaşamış önemli bir Alevi şahsiyeti imiş. Burada, gençler Asuman öncülüğünde çok hoş halk dansları (semah) gösterisi yapıyorlardı. Yeğenler beni, Türkçe öğrenen ve Alevi kültürünü araştıran bir Hollandalı olarak tanıttılar. Alevilik çok önemliymiş.’

‘Bana burada Aleviler ile Sünniler arasındaki farkları anlattılar. Buradaki herkes, benim Alevi Kültürüne duyduğum ilgiden dolayı çok memnun olmuş görünüyordu (Neyse ki Hollanda lisanındaki ‘tesadüfen’ kelimesinin Türkçesini bilmiyorum, yoksa tüm karizmam silinecekti).’

Sivas’taki şenliklerden haberdar olan ve katılmak isteyen Carina’nın arkadaşları bu fikre olumlu yaklaşmamış. Yeter Sivri, Carina’nın gitme isteğini şöyle anlatıyor:
‘Yasemin ‘Orada su bulamayacağız, belki lavabo bulamayacağız, ekmek bulamayacağız, sen bunlara dayanamazın Carina, sen gitme’ dedi. ‘Olsun ben aç da susuz da kalırım ama geleyim’ demiş. Hatta orada yeriz, aç kalmayız diyerek yola çıkarken yanına bir poşet kraker bisküvi almıştı.’

Carina’nın Sivas ile ilgili izlenimleri:
“Evvelki gün, (bekle bekle durdan sonra), bir otobüs dolusu Alevi gencin arasında, Pir Sultan Kültür Festivali için Sivas’a hareket ettik. Otobüsün içi çok neşeliydi; müzik, yemek, neşeli gençlik… Devamlı türkü söyleniyordu ve inanılmaz ama aktörlük yapılıp dans bile ediyordu. Sabah saat 8.00 civarında Sivas’a geldik. Türkçe söylenen şeylerin manasız kalan ve anlamadığım tarafların hengamesinde dinlemeye, yemek yemeye ve hemen ardından tiyatroya gitmeyi başardık.’

‘Yasemin, ‘Carina’yı iyi ki Ankara’da bırakıp gelmemişim’ dedi. Carina çok mutlu dedi.’. ‘Bir Hollandalı vardı, onunla tanıştırdık, Carina onunla iyi arkadaş oldu, onunla geziyorlar dedi. Metin Altıok’la iyi arkadaş oldu, dedi. ‘Aman kızım ilgilenin o misafir’ dedim. Tabii anne, ilgileniyoruz dedi.'”

2 Temmuz notları:
“Kahvaltı ettikten sonra tek başıma gezintiye çıktım. Kendime turist süsü vermiştim (fotoğraf makinesi, seyahat kitapları) ve tarihi yapıları seyrettim (12 ve 13. yüzyıl Selçuklu yapıları)’
“Daha sonra oturup değişik insanlarla sohbet ettim. Hoşnut ama yine de bir tedirginlikle karikatür sanatçısı ile sohbete daldım. Kendisi benim çok şirin bir portremi çizdi.”

“Yine her bir şeylere şahit oldum. Şu anda ‘kapatılmış’ bir vaziyette bir otelde oturmaktayız, zira dışarıdaki kökten dinci Müslümanlar dolaşıp duruyorlar. (…) Bunun ile ilgili daha sonra yazacağım”

“Bu binada solcu düşünür ve yazar Aziz Nesin’i saklıyorlarmış. Kendisi ‘Şeytan Ayetleri’ni’ yayınlamak düşüncesindeymiş. Bunların hepsi nahoş şeyler. Kendimi çok zor ve sıkıntılı bir durumda hissediyorum, zira biraz sonra burada neler olacak, tahmin bile edemiyorum.”

“Sonunda bu şehrin bir Türk kökten dinciler topluluğunun bulunduğu bir yer olduğunu öğrendim. Bir sürü sloganlar atılıyordu ve bağrışmalar vardı. Bununla birlikte bir sürü de polis vardı.”

“Fakat ben bütün bunlardan ne anlarım ki?… Dışarıdan yüksek tonda bağırmalar geliyor ama ne olduğunu anlamıyorum……”

Carina’nın külleri, Türkiyelilerin de katıldığı Hollanda da kalabalık bir cenaze töreniyle toprağa gömüldü.

Ekran-Resmi-2015-08-20-12.45.35


Film, katliamın dışında Alevilikte kadının yerinden de bahsediyor. Alevi düşüncesinde kadın ve erkeğin farkı olmadığını, insan odaklı bakıldığını anlatıyor.

“Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde/ Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde/ Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok/ Eksiklik noksanlık senin görüşlerinde” der Hace Bektaş. Bununla alakalı sahneler ve eleştiriler yer alıyor. Toplumun kadını daha bebekken şekillendirdiğinden ve kadının birey olmasının nasıl engellediğinden bahsediyor. “Dul kadın”lara değiniyor, kadına şiddetin toplumda nasıl olağanlaştırıldığını gösteriyor ve tabii maalesef, bazı kadınların bu haksız durumları nasıl kabullenmek zorunda kaldığını da anlatıyor.


“Ben bu dünyanın Alevisi olmalıyım. Yana yana tükenmediğime göre.”

Gülten Akın

Alevi Kadınlar Vardır

4 Aralık 2016, Alevinet.com’da yayınlanan yazım: Alevi Kadınlar Vardır


“Alevi örgütlerinde kadın yok eleştirime karşı gelen erkek savunmalarının hepsi ‘kadınlar uygun değil evi kocası çocukları var toplantılara gelemiyor.’  Peki Alevi örgütlerindeki erkeklerin evi işi karısı çocuğu yok mu onlar nasıl müsait oluyor?”

Bu soruyu Alevi Bektaşi Federasyonu Kadın Örgütlenme Sekreteri Sevim Yalıncakoğlu sordu. Hacıbektaş Vakfı’nın yeni ekibi seçilmişti ve ekibin sosyal medyaya düşen fotoğrafları tepki çekmişti. 21 erkek ve 3 kadının olduğu fotoğraf pek çok tartışmaya yol açtı. Sonrasında Avrupa Alevi kurumlarından da benzer fotoğraflar görmeye devam ettik.

İşe Hacıbektaş Vakfı’nı eleştirmekle başlayabiliriz, ilk tepki bu oluyor; lâkin soruna daha genel bakmamız lazım.
Kadınlar neden Alevi kurumlarında görev almak için ısrarcı değiller?
Neden karar alma süreçlerinde söz sahibi olma konusunda “çekingenler?”

Sevim Ana’ya verilen cevaplarda olduğu gibi, çocukları ve “kocaları” olduğu için uygun mu değiller, yoksa Alevi erkeklerin kadınlara biçtiği rolü mü benimsiyorlar? Belki de benimsemek zorunda kalıyorlar.

Alevileri pek çok inanç toplumundan ayıran nokta kadın erkek eşitliğini kabul etmeleridir. Bununla birlikte anlatıda kadın; Ana’dır, Bacı’dır. Kadınların üzerinde, çokça anlatılan, niyaz edilen Hz. Fatma’nın kutsiyeti vardır. Hz. Fatma’dan nasıl bahsedilir peki? Hz. Muhammed’in kızı, Hz. Ali’nin eşi, hattâ “karısı”, Hz. Hüseyin’in annesi…

Oysa Ali Şeriati haklıdır; “Fatıma Fatıma’dır!” Kadın kadındır.

Alevi toplumunda yaygın söylemlerden biri Alevi kadınların Sünni kadınlardan daha özgür olduğudur. Alevi kadınlar Sünni kadınlar ile karşılaştırarak Alevi kadınların daha özgür, eşit, modern, laik olduğu iddiasında bulunulur. Bu karşılaştırma neye göre yapıldı, bilmiyorum; ancak bu iddiayı doğru olarak kabul edersek, “kötünün iyisi” olmakla neden övünelim ki? Alevi erkekler neden Alevilik inancında olduğu gibi kadın ve erkeğe bir nazarla bakmıyor?

Kadına çocukla ilgilenmesini, Cemevinde yemek ve temizlik yapmasını dayatıp ibadet halindeyken aynı mekânda olmayı lütuf saymak mıdır Aleviliğin özü ve can anlayışı?

ceren-atas-alevi-kadini-var-alevinet-630x354

Neden kadınlar yönetimlerde yer almıyor?
Çünkü…
Direnişiyle, onuruyla herkese örnek olan Hz. Fatma’ya yapıldığı gibi Aleviler, Alevi kadınları da belli kalıplar içerisine sıkıştırıyorlar. Sonra o kalıplardan çıkmak isteyen kadınlara da “Biz zaten Can’ız, bizi niye bölüyorsunuz” diye çıkışıyorlar; sanki Alevi kadınlar bunun aksini iddia etmiş gibi… Oysa can olmak, kadın erkek arasında cinsel ayrım olmaması demek, eşit olmak demek.

İbadet ile sınırlandırılan can olma hali, kadınlığımızı ikinci plana atmamıza müsaade etmez. Şunu çok iyi biliyorum ki Alevi kadınlar Cemevlerinin mutfağından “Bacı” olarak değil; ancak ve ancak “kadın” oldukları vakit çıkabilecekler.

Ve biz bu yolda mücadele etmeye devam edeceğiz. Fatma Ana’nın anneliği değil, YOL’undaki mücadelesidir örneğimiz.

#KitapTavsiyesi Melûli Divanı ve Aleviliğin Tasavvufun Bektaşiliğin Tarihçesi

“1892 – 14 Kasım 1989. Afşin’in Kötüre köyünde doğdu. Asıl adı Karaca Erbil’dir. 7-8 yaşlarında köyündeki bir hocadan Arapça okuma yazma öğrendi. 10 yaşlarında Afşin’de Ermeni aile dostlarının yanına gönderildi. 20 yaşlarına dek Ermeni okulunda eğitim gördü. Arapça, Ermenice, matematik ve edebiyat dersleri aldı.

Şiir ve edebiyata ilgisi de daha çok bu dönemde gelişti. Yöresindeki birçok aşığın yanı sıra, kaynaklara geçmiş başka aşıkların da şiirlerini öğrenerek kendini geliştirdi.

Varlıklı bir insan olan babasının haksızlıklarına dayanamayarak eşiyle birlikte köyünü terk etti. Ortadoğu’nun çeşitli yerlerini dolaştı, değişik insanlarla ve aşıklarla tanıştı.

Aşık Meluli, şiirlerinde insan ve sevgi öğesini öne çıkardı. Ancak politik taşlamalardan tasavvufa dek her konuyu ele aldı.

Birçok sanatçı tarafından bestelenen şiirlerinin bir bölümünü Latife mahlasıyla yazan Meluli’nin eserleri değişik gazete, dergi ve araştırmalarda yer aldı.

Meluli’nin yaşamı ve şiirlerine ilişkin ayrıntılı bir araştırma, torunları Latife Özpolat ve Hamdullah Erbil tarafından ‘Melûli Divanı ve Aleviliğin, Tasavvufun, Bektaşiliğin Tarihçesi’ (1992) adıyla yayımlandı.”
Bekir Karadeniz 1900’den 2000’e Halk Şiiri

Melûli Divanı ve Aleviliğin Tasavvufun, Bektaşiliğin Tarihçesi
Melûli Divanı ve Aleviliğin Tasavvufun, Bektaşiliğin Tarihçesi

Daha önce Zeynel Abi ile tanışmamı ve dostluğumuzu anlatmıştım:  “Küçük Kara Balık” Kendisi ile başka bir hatıram da Melûli Divanı ve Aleviliğin Tasavvufun, Bektaşiliğin Tarihçesi adlı kitap ile alakalıdır.

Yine bir gün Demos Yayınlarına kitap almaya gitmiş, poşetlerim elimde çıkmaya hazırlanıyordum. Zeynel Abi elinde bir kitap ile geldi ve “Bu kitap bizim varoluş sebebimiz, her şey bu kitap ile başladı.” dedi. Ne dediğini o an anlamamıştım elbette ve sormamıştım da; çünkü sorsaydım anlatmayacaktı, okumamı bekleyecekti. Dün “varoluş sebebimizi” okuyunca anladım Zeynel Abiyi. Birkaç nefes düşeyim madem!

“Yol birlikte gidilir”

“Sen ben davasından geçen
Hakikat sofrasın açan
Birlik konup birlik göçen
Yoldaş bulana ne mutlu”


“Cenneti parasız, zahide verdik
Cehennem korkusun gönülden sildik
Huriyi gılmanı biz burada bulduk
Bizim cennetimiz yâr kucağıdır”


Teslimiyet
“Kendisini yok eyleyip
Dost varlığına dayanan
Dost eşiğin seve seve
Bekleyip kul olmaz mı ya?”


“Sadığız biz sözümüzde
İkilik yok özümüzde
Perde kalkmış gözümüzde
Gördüğümüz tek Mevla’dır”


Ene’l-Hakk
“Tanrı bize bizden yakın
Gitme uzaklara sakın
Onu görmek mi merakın
Aç gözünü bak insana”


Sözü Demos‘ta:
“Melûli Divanı ve Aleviliğin, Tasavvufun, Bektaşiliğin Tarihçesi adlı kitabımızla herkese merhaba…
Çıkaracağımız ilk kitap olarak, Melûli Baba’mızın kitabını tercih ettik
Tercih ettik; çünkü insanların birbirlerini karşılıksız sevmelerine en çok ihtiyaç duyduğumuz bir süreç yaşıyoruz…
Tercih ettik; çünkü sevginin, saygının, insan ilişkilerinin kalıplarla yaşandığı bir hayatın, değerlerle yaşanmasına ihtiyaç duyduğumuz bir süreç yaşıyoruz…
İstedik ki; onurlu, mütevazı, düşündüğü ve inandığı gibi yaşamış olan Melûli Baba’mız, mekânlarımıza düşüncesi ve yaşamıyla konuk olsun. Konukluğuyla, biradım daha ilerlememize katkıda bulunsun…
Değer yitiminin, inançsızlığın, umutsuzluğun, moral çöküntünün… sevgi-saygı ve hoşgörü eksikliğinin had safhada yaşandığı bu dönemde, Melûli Baba’mızın, Goşe’lerle kurduğu ortak yaşamın güzelliği ve temizliği bizlere bir nebze örnek olsun…
Melûli Baba’mızı bu duygu ve düşüncelerle, uzun bir ayrılık döneminden sonra demos yayınları’na davet ettik. Melûli Baba’yla yeniden buluşmanın mutluluğuyla diyoruz ki; Hoş geldin Melûli Baba…
***
(Tanıtım yazısından)
14 Kasım 1989… 1892 yılında dünyaya merhaba diyen Melûli’nin, 100 yıllık bir çınarın, bir bilgenin aramızdan ayrılış tarihi…
Melûli’nin bir bilge olmasının altı boş değildir. Alevi-Bektaşi tasavvufunda bir soluk, Melûli felsefesi diye anılacak bir felsefeye sahip olması da boş değildir.
O, Alevi-Bektaşi tasavvufunda şablonları, şekilciliği bir kenara atmış, insani kıstaslara ve yaşamın gerçekliğine uygun bir felsefe oluşturmuştur. Bu felsefede kastlara, ayrımcılığa, özü-sözü bir olmayanlara; bu tasavvufun tekelleşmesine, birilerine mal edilmesine yer yoktur. Melûli’yi Melûli yapan da budur düşüncesindeyiz.
Kendilerini Aleviliğin sahibi gören “Dede”lere şöyle der:
“Sizin yobaz hocalardan ne farkınız var? İnsanlara dinin gerçeklerini, gerçek sevgiyi ve hakikat yolunu öğretmiyor, onun yerine dıştan görünen şekilciliğini anlatıyor, halkı aldatıyor; fakir fukara demeden insanlardan Allah hakkı adı altında para topluyorsunuz. Bu bir aldatmaca ve soygun düzenidir. Hakikat yolu babadan oğula geçer mi hiç? Siz düzmece künyelerle –kaldı ki bu künyeleri Alevileri kılıçtan geçiren Osmanlı’lardan bin bir armağan ve rüşvet karşılığı aldınız- insanların iyi niyetlerini sömürüyorsunuz…”
“Sevgi saygı hep insana
Ama değil her insana”
Melûli’yi anlamak için onu tanımak gerekir.
O’nu anlatan bu kitapta gerek yazıları, gerek şiirleri okudukça bizden biri olduğunu göreceğiz.
Melûli, bizi karşılıksız sevgiye davet ediyor. İnsanın ve doğanın kutsallığına uygun davranmaya davet ediyor… Özümüzü bulmaya davet ediyor…
Melûli bize bir felsefe sunuyor… Tasavvufun kuru laf kalabalığı olmadığını, özünü kavrayarak yaşama geçirmemiz gerektiğini pratiğiyle anlatıyor…