22 Mayıs 2021 Cumartesi

Kadınların Sedası

                                                Fotoğraf kaç senesinde, nerede, kimin tarafından çekildi bilmiyoruz.

Dersim’in kilometrelerce mesafe uzağında ve 80 yıl kadar ilerisinde bir tarihteydik. Bulunduğumuz yer ne Raa Haq inancına ait ziyaretler barındırıyordu ne de dilimiz tutuyordu oradakilerle. Başlı başına yabancıların içindeydik. Aleviler bilir; Alevi olmayan herkes “yabancıdır” onlara. Yabancı kelimesini öyle yabana atmayın diye söylüyorum, sıradan bir yabancılık değil çünkü bu.

Sene 1930 değil, bastığımız toprak Hardo Dewres hiç değil dedim; ama yanımızda son Kırmançlar vardı. Köyde doğmuş, büyümüş, tarlada çalışmış ve doğurmuş, Bağıre Sıpiye* ziyaretine bakarak inanmış, Xızır ile uyuyup uyanmış, Kara Çarşamba**’da kuşların daha uğramadığı sularda yıkanmış, Venge Haq*** ile Pirine bağlanmış son Kırmançlar… Böyle yazınca olmuyor biliyorum. O his geçmiyor biliyorum. Beraber oturunca, o ağzı duyunca insan anlıyor. Bu beş senelik bir mesele benim için. Beş sene önce İstanbul’da kurumsallaşmış bir Alevi mekanında, ki o şirin adıyla Cemevidir, kökü Başköylü Hasan Efendiye dayanan bir Dedeye sormuştum, “Siz eskiden nasıl cem bağlıyordunuz?” diye. Bu benim için hem şahsi bir meseleydi hem de akademik çalışmalarım için önemliydi. Dedeyi çok sıkıştırdım eski usul cem bağlasın diye, öyle ibadet etsin diye. “Ben istesem de yapamam, o ağırlık ne Pirde var ne de talipte var artık; ama sana şunu söyleyeyim, eskiden cem ibadeti başlayıp bitene kadar bir seda vardı. O sedayı hiç unutmuyorum. Kadınların mırıldanmaları, sedaları... Kadınlar cemlerde bir şeyler mırıldanıyordu. Ben eski cemlerden bugüne en çok onu özledim.” dedi bana Dede. Ben beş sene önce bu sedayı hiç anlamadım, canlandıramadım.

Geldim şimdi son Kırmançların yanına, 1930’lara. Bazıları itiraz eder, olsun 1940. Türkçeye dili dönmeyen, Türkçe konuşunca hep söylemek istediğini söyleyemeyen bu kadınların yanına geldim. Dedim “Ana bir cem bağlayalım.” Aslında çok özlemişler Venge Haq (Hakka yakarış) yapmayı; ama “Kimse kalmadı ki” diyorlar. Olmadı. Sonra Youtube’da Bava Şervan’ın anadili olan Kırmançki dilinde yaptığı bir Xızır Cemi videosunu açtık salonda. Üç Ana ve ben, başladık izlemeye. İzlemek lafı da öyle hafif kalır ki… Çünkü izlemek değildi o, kimi kabul eder kimi etmez, Venge Haq’ti o, Hakk’a, Xızır’a, Duzgin’e yakarmaktı. Bava Şervan televizyonda çağırıyordu, Analar ise benim yanımda, salonda. İşte o gün “bir seda vardı, kadınların bir mırıldanması” dediği şeyin ne olduğunu anladım. 

Videonun başından sonuna kadar Analar mırıldandı. Adını duyduğunuz, duymadığınız wayir****’leri çağırdılar, Xızır’a seslendiler. Kafamı Ana’nın omuzlarına yaklaştırdım, yaslanmadan onu dinledim. Birdaha duyacağımı sanmadığım bu sedayı, seneler sonra, başkasının topraklarında, kendi özümden kilometrelerce uzakta hafızama kaydettim. 

Şimdi 2021’deyiz; ama o sedalarla o gün biz asla 2021’de değildik. 
Zaman ve mekan kavramları çok yabancı.

*Pülümür’de bulunan sahibi kadın bir ziyaret
** Dersimli aşiretlerin inanç geleneğinde kutsal bir gün
***Hakka yakarış diye Türkçeye çevrilen cem ibadeti
****Sahip

20 Mayıs 2021 Perşembe

Özlem Bulut: “Dil kadınla aktarılan bir şey, anadil denmesi çok hoşuma gidiyor” Röportaj Ceren Ataş


Röportaj: Ceren Ataş

Müzik ile nasıl tanıştınız? Doğduğunuz evde müzik kültürü var mıydı?

Doğduğumuz evde müzik kültürü vardı; çünkü anne ve baba Alevi kültüründen geliyor ve her Alevi evinde olduğu gibi bizim evimizin duvarında da bir saz asılıydı. Babam da Türkiye'nin konservatuarını ilk kazanmış insanlarından biriydi; ama gidememiş konservatuara. Böyle bir müzik/ müzisyenlik altyapısı var. Evde Bozlaklar çalınıyor, Neşet Ertaşlar çalınıyor, elektrikler kesilince ama (gülüyor) Ondan sonra eve bir mandolin girdi. Saz bizim elimizde bir dolaştı, sonra mandolin dolaştı evde.  Dolayısıyla küçük yaşta bir şeyler çalmaya, elime enstrüman almaya aşinaydım. Babam enstrüman çalıyordu, annemin sesi güzeldi.

"Türkiye'de yaşayıp biraz politika ile ilgilenen, Kürt sorununu fark edip onun ne olduğunun içine giren her insanın tanışması gerekiyor zaten Kürtçe ile."

Bildiğim kadarıyla anneniz Hacebektaşlı, babanız ise Dersimli. Bu kültür çeşitliliği müziğinize nasıl yansıyor?

Şöyle, babamın Dersimliliğinin eksik kalan yanı babamın Zazaca bilmemesi. Baba Zazaca bilmediği zaman, yani dile hakim olmadığı zaman, ailedeki iletişim dili, konuşma dili Türkçe oluyor. Evde söylenen şarkı türkü de Türkçe. Dolayısıyla baskın olan şey Türklük, Kürtlük, Dersimlilik olmuyor, baskın olan şey Alevilik oluyor.

https://www.youtube.com/watch?v=1meM-nW_8gY

O zaman müzik olarak da ortak bir şeyden bahsediyorsunuz?

Tabii. Bana sorarsan bizim olayımız Bozlak’tı. Zaten iki tane kaset vardı, biri Ferhat Tunç "Özgürlük Mahkumları", diğeri Livaneli ve  Theodorakis. Bence bir çocuğun benim yaşındaki bir çocuğun dinleyebileceği en güzel kaset oydu. Dediğim gibi iki kasetle Çanakkale’nin bir köyünde yaşam.

Çanakkale’de mi doğdunuz?

Urfa'da doğdum ama ilkokulu Çanakkale'nin bir köyünde okudum. Bizimkiler öğretmen olduğu için geziyorlardı. Yurtdışına ise üniversite zamanında, 24 yaşında çıktım.

"Bizdeki Cem kültürü, türkü söyleyip ibadet etme kültürü bence bütün Alevi müziğine yansımış durumda."

O zaman şunu anlıyorum, sizin evinize Kırmançki konuşulmuyordu, siz nasıl tanıştınız Kırmançki ile? 

Türkiye'de yaşayıp biraz politika ile ilgilenen, Kürt sorununu fark edip onun ne olduğunun içine giren her insanın tanışması gerekiyor zaten Kürtçe ile. Zazaca ile hiç tanışamadım; çünkü benim dedem Zaza olduğumuzu çok reddetti. "Biz asıl Türküz, biz Horasan Türküyüz" bilirsin o hikayeyi (gülüyor) Ben Kürtçe ile Kürt politik çevresini içinde tanıştım. Kürtçe öğrenmeye çalıştım çok uzun bir süre. Kürtçe benim hayatımda var, Kurmanci yani.

https://www.youtube.com/watch?v=L8YlV2Zn460

Kültür bağlamında inanç-müzik bağını nasıl yorumluyorsunuz?

Müzikolojik bir yorum yapamam bu konuda, çok imtina ediyorum böyle şeylerden. Bizdeki Cem kültürü, türkü söyleyip ibadet etme kültürü bence bütün Alevi müziğine yansımış durumda. Bana soruyorsan ben deyiş dinlemiyorum; ama bunları birbirinden ayırmak imkansız. Alevi deyişleri açısından söylüyorum sadece. Ben Hacebektaş semah ekibindeydim iki sene, hatta ortadaki turna bendim! (gülüyor)

"Bir kadın olarak tiyatro ve opera dünyasında ayakta kalmanın belli kuralları vardır; çünkü çok erkek dominant bir alan ve bu Avrupa’da da değişmiyor."

Siz müziğe nasıl başladınız?

Benim olayım ses, opera okudum. Türkiye'de Mersin'de başladım konservatuara. Sağda solda müzik yapıyordum. "Ne olacak bu kız, ne yapmak istiyorsun çocuğum sen?" deyince ailem ben de müzik yapmak istiyorum dedim. Sonra beni bir sınava soktular, hayatımda ilk defa orada piyanoyu konservatuar sınavına gördüm. Mersin'de okudum oradan Mimar Sinan'a geçtim oradan Erasmus programıyla Viyana'ya geldim. Mimar Sinan'ı bitirmeye 2 sömestr kalmıştı, bütün eğitimimi çöpe attım ve Viyana'da sıfırdan başladım. Burada masterımı bitirdim. Hiç sınıfta kalmadan en uzun üniversite okuyan insan benim. (gülüyor)

https://www.youtube.com/watch?v=K_DsffHOztU

Çok uzun bir eğitimin oldu ve benim alanım ses. Uzmanlık alanım opera ve ses. Viyana'dayken bir müzik yarışması vardı, World Music yarışması. "World music" nedir dersen o başlı başına bir şey... Çok sevdiğim bir tanımlama değil “world music”. Burada otantik gelen her şeye “world music” diyorlar. Ben kazandım çok beklenmedik bir şekilde. Sonra bir ekibim oldu benim. Ben bu ekiple bayağı bir gezdim dünyayı. Kendi şarkılarımızı yaptık. Jazz müzisyenleriydi benim etrafımdakiler. Türkçe söz yazdık; ama jazz ve modern popa yakın bir tarzımız oldu ve o dönem gerçekten çok gezdik, çok konser yaptık. Çok sevildik. Özlem Bulut Band, 8 kişilik bir ekiptik.

https://www.youtube.com/watch?v=bCDe-qjYGkk

Müzik piyasası o kadar hızlı bir şekilde küçüldü ki 10-15 yıl içinde, biz 8 kişi konserlere gidebiliyorken küçülmek zorunda kaldık. Festivallerin bütçeleri küçüldü, konserler küçüldü. 8 kişiden 7 kişiye, 7 kişiden 5 kişiye 4 kişiye 4 kişiden... derken küçüldük. Müzik özellikle dijitalleşmeden sonra artık canlı performansın çok büyük isimlere kaldığı, bizim gibi çok bilinmeyen küçük isimlerin ise ancak çok küçük bütçelerle hayatta kalabildiği bir hale geldi. Ben bunu gerçekten 10 yıl içinde gün be gün yaşadım. Bizim mesela Ermeni bir udist arkadaşımız vardı. Ben de ud hayranıyım! E küçüldükçe insanlar gruptan çıkıyor. Ama ud olmadan da benim için olmuyor. Çok pragmatist bir sebepten ve bunu anlatmaya da utanmıyorum, benim evin köşelerinde "aman kimse duymasın" diye çaldığım enstrümanları sahnede çalmam gerekti. Böyle olunca da ben bu konuya eğilmeye başladım ve ud dersleri almaya başladım, makam öğrenmeye başladım. Makam öğrendikçe de hayranlığım daha da arttı. Derken benim azıcık azıcık çaldığım bu gitar ve ud enstrümanlarını sahnede çalabiliyor hale gelmek zorunda kaldım. Kötü mü oldu, olmadı. Ama kalkıp “Ben udistim” diyemem. Ben yalnızca eşlik edebilecek kadar birkaç enstrümanı tıngırdatıyorum diyebilirim.

"İstediğin kadar uğraş hiçbir zaman anadilindeki duygu ile söyleyemiyorsun. Benim anadilim Türkçe. Anadilim Zazaca da olabilirdi, iki anadille de büyüyebilirdim; ama olmadı. Çünkü Kürtlüğünü reddetmiş bir dedenin oğlunun kızıyım ben. Haliyle benim anadilim Türkçe."

Müziği gerek öğrenme gerekse icra etme döneminizde, cinsiyetçi tutumlara maruz kaldınız mı?

Tabii, hep var, vardı! Şimdi opera dünyasında  o başlı başına bir mevzu. Hatta son yıllarda çok büyük skandallar patladı, bunlar çok konuşulmayan şeylerdi. Bir kadın olarak tiyatro ve opera dünyasında ayakta kalmanın belli kuralları vardır; çünkü çok erkek dominant bir alan ve bu Avrupa’da da değişmiyor. Türkiye'de daha felaket bir durumda; çünkü hiç konuşulmuyor. Avrupa'da son birkaç yıldır, Placido Domingo’nun cinsel taciz olayları ile başlayan, “Me Too”nun operaya da yansıması ile başlayan bir süreç. Kadınların opera dünyasındaki yeri nedir mevzusu oldu. Elbette var. Ben de çok yaşadım, hala çok yaşıyorum. Bunu opera aleminde başka yaşıyorum, jazz aleminde başka yaşıyorum. Bir de Avrupa’da, Avrupalı olmayan üçüncü dünya ülkelerinden gelmiş olanların, üçüncü dünyanın da azınlığının azınlığı biri olarak gelmiş biri olarak ayrıca yaşıyorsun. Katman katman, bitmiyor... Bundan ötesi olmaz diyorsun, daha beteri geliyor. Diasporanın içinde de ayrıca var. Üçüncü dünya ülkesinden gelmiş kadının Avrupa’da yaşadığı tacizi bir kenara koy, bir de Avrupa’da yaşayan diasporanın içinde politik-apolitik olarak ayırsan bile kadın olarak yaşadığın bir ayrım daha var. 

https://www.youtube.com/watch?v=hu3eA99MBlI

Ben çok uzun süre kendi menajerliğimi yaptım, 7-8 sene. Bir kadının kocaman bir ekibin başında olup, onun şarkıcılığını yapıp aynı zamanda “benim koşullarım budur” demesi bile “ah canım” tavrıyla, “ah ne tatlı, uğraşıyor” deniliyor ya da mesela “Türkiye’den gelmiş; ama o kadar güzel şarkı söylüyor ki!” gibi kendince yaptığı pozitif ayrımcılığın altındaki o çok derin ırkçı ve cinsiyetçi şeyin farkında olmaksızın! 

Kadın sanatçılar olarak dayanışma sağladığınız bir ortam, sosyal çevre veya platformunuz var mı? Böyle bir dayanışmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz?

Böyle bir ortamım yok; ama olması gerektiğini düşünüyorum. Keşke yapsak! Almancada bir terim var, çok seviyorum “erkek gribi”! Bir kadın grip olduğunda gribi hayatını devam ettirerek geçirebilecekken bir erkek grip olduğu zaman yataklara düşer ve öldüğünü düşünür falan! Bunu şu açıdan söylüyorum, kadınlar yaşadıkları problemleri öyle bir hayatta kalma bakışıyla ele alıyorlar ki, mesela normalleşiyor. Ben mesela dile getirmiyorum bile. Bir şey oluyor, unutuyorum! Sokakta yürürken bana laf atıldığında duymuyorum mesela; çünkü hayatta kalmak zorundayım, sinirlerimi bozamayacağım kusura bakma! Kadın olarak birinin seni gözüyle taciz ettiğini görmemeyi öğreniyorsun ya bu biz kadınların birçok şeyi normal görmemizden artık; çünkü çok ve bu normalleşmeyi ben çok tehlikeli buluyorum. O yüzden kendime de söylüyorum: bunu dile getir, bunu kabul etme, bu normal bir şey değil! Bunu karşındakine de göster. Şu an yaptığın şeyin ne olduğunun farkında mısın diye söyle ona. O yüzden de bu kadın platformları çok önemli. Şimdi Black Lives Matter var, bundan önce Me Too vardı. Şimdi ne var, Asyalılar “Biz de buradayız” diye bir platform kurdu. Kore’den, Japonya’dan, Çin’den, düşünsene ne kadar büyük bir community! Ancak kendilerini dile getirecek bir platformları yoktu, artık var. Şimdi onun sorunlarını konuşuyoruz. Biz de bunu yapmak zorundayız. Bunun çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Sakina (Teyna) ile bir konuşayım! (gülüyor)

https://www.youtube.com/watch?v=Fg5eF0cR-4M

"Patriarka her yerde, Alevilikte de var!"

Deyiş, kılam, şarkı üretiyor musunuz? Ya da size ait besteler mevcut mu? Eğer yazarsanız hangi dilde yazarsınız?

Evet ben beste yapıyorum, anadilim Türkçe; ama bu benim eğitimimden dolayı. Mesela bir opera şarkıcısıysanız bir sürü dilde şarkı söyleyebilmeniz gerekiyor. Fransızca oluyor, Almanca, İtalyanca, İngilizce… ve bunu en azından artiküle edebilmeyi öğreniyor insan. Biz ilk ekibi kurduğumuzda ben Avrupa’da yaşıyorum neden Türkçe müzik yapayım gibi bir düşünce vardı. İngilizce mi Almanca mı yapsak? Bir şarkıyı tercüme ettim ve farklı dillerde söyledim. Hiç beni bilmeyen insanlara o şarkıları dinlettim. İstediğin kadar uğraş hiçbir zaman anadilindeki duygu ile söyleyemiyorsun. Benim anadilim Türkçe. Anadilim Zazaca da olabilirdi, iki anadille de büyüyebilirdim; ama olmadı. Çünkü Kürtlüğünü reddetmiş bir dedenin oğlunun kızıyım ben. Haliyle benim anadilim Türkçe. Türkçeyi de çok seviyorum. Yakıştırıyorum şarkı dili olarak. Yaptığım şarkılar var.

https://www.youtube.com/watch?v=wI3chpa0FzM

İlk yaptığım şarkının adı Fatma’ydı. Fatma benim köyden arkadaşımdı, Balıklıçeşme Çanakkale’den. En yakın arkadaşımdı ve 11 yaşında evlendirdiler Fatma’yı. Bu bende hep kaldı. Fatma şimdi ne yapıyor, Fatma nasıl yaşıyor, Fatma’nın kaç çocuğu oldu, Fatma’ya nasıl davranıyorlar… Bunu ekip arkadaşım Marco ile bir gün bir sohbet arasında paylaştım. Marco “Fatma’ya bir şarkı yap” dedi. O zaman hiç şarkı yapacak cesareti kendimde bulamıyordum. Önce melodi yazdım Fatma’ya, sonra sözlerini yazdım. İlk şarkım odur. 

Biraz kadın şairlere bakıyorum; Didem Madak, Birhan Keskin… Henüz tam izin alamasam da Birhan Keskin’den (gülüyor) Onların şiirlerinin şarkılarını yapıyorum.

"Çok kadın bir şey gerçekten dil, kadınla aktarılan bir şey."

Deyişleri hiç kadın perspektifinden incelediniz mi? Ya da Dersim’de kadınlar üzerine yazılan kılamlar hakkında neler düşünüyorsunuz? O coğrafyanın ve kültürün kodları bu kılamlarda bize neler söylüyor?

Dersim kılamları hakkında bir şey söyleyemem çünkü Zazaca bilmiyorum. Dili bilmediğim için de tercüme edilmiş versiyonların bana göre tam karşılığı yok. Anadilde bir şeyi anlamak ve anadilin biri tarafından anlatılması birbirinden farklı. O yüzden bu konuda bir şey diyemeyeceğim.

https://www.youtube.com/watch?v=qPlDXidFR28

Alevi kültürü de o kadar homojen bir şey değil, hangi Alevilikten bahsediyoruz? Dersim Aleviliği başka, Balkanlardaki Alevilik başka, Türk Aleviliği başka, göçmen Türklerin Aleviliği başka... Eğer ortodoks İslamla karşılaştırırsak Alevilik elbette çok daha kadının özgür olduğu ya da özgürleştiği bir alan. Özellikle politik bilinci olan Alevi kesimlerde bu çok daha aşılmış bir problem; ama patriarka her yerde, Alevilikte de var! Kıyasladığımız zaman Alevilik daha önce, kız çocuğunun okutulması, illa bir eğitim alması değişmeyen bir şey. Bütün farklı Alevilik türlerinde de olan bir şey bu. İbadetlerimizde de kadın ile erkeğin yan yana olması eşitliğin bir göstergesi. Ama patriarka düşünce biçimi Alevilikte de maalesef var; çünkü bu sosyo-kültürel-politik de bir olay.

Farklı dillerde şarkılar söylüyorsunuz. Dil, kadın ve inanç arasında nasıl bir bağ görüyorsunuz? Sizce dilin aktarıcısı kadın mıdır?

Birçok projem var. Bir tane Baroque müzik projesi var, ondan İtalyan ya da Alman Baroque şarkılarını ben udla yorumluyorum ya da onları biraz daha bizim gırtlağımıza, makamı içine katarak yorumluyorum. Mesela orada Seferad şarkıları da söylüyoruz biz. Sakina ile Kürtçe söyledim. Kendi müziklerimi yaptığımda Türkçe söylüyorum. Birçok proje var ve bu projelerin farklı dilleri var.

https://www.youtube.com/watch?v=v1UdbAPC3zE

Benim dört buçuk yaşında bir çocuğum var. Kendi çocuğuna bakarken onun nasıl dil öğrendiğini görüyorsun. Emme döneminden, çocuk senin memeni emerken ki halinden, senin ona söylediklerin, konuştuğun kelimeler, onun gözünün içine bakışın, onun ilk söylediği kelime… Çok kadın bir şey gerçekten dil, kadınla aktarılan bir şey. Anadil denmesi de çok hoşuma gidiyor. Kendim çocuk yapınca ve o çocuğun gelişimini görünce bire bir o duyguda
kalınca gerçekten dil kadındır. Çünkü o senin duygunun nasıl yansıdığını ve onun beyninde nasıl şekillenip o duyguyu diline getirdiği ve bunun milyonlarca yıldır nasıl devam ettiği çok büyüleyici bir şey.


https://www.youtube.com/watch?v=_N0JZ4evyow

Kurmanci dilinin kaybolmasına veya yozlaşmasına dair düşünceleriniz nelerdir? Kurmanci dili ile ilgili kişisel olarak bir çalışmanız var mı?

Evet ben Kürtçe öğrenmeye çalıştım uzun bir dönem. Benim Kürtçe öğrenmeye çalışma hikayem bile bir çetrefil hikayesi. Çünkü Kürtçeyi Kürtçe bilmeyen biri nasıl öğrenecek. Bunlar son on yıl içinde değişti biliyorum, ben Kürtçeyi çok uzun zamandır öğrenmeye çalışıyorum, İngilizceyi internetten de öğrenebilirsin; ama Kürtçeyi oradan öğrenmek ya da bir Kürtçe hocası bulmak, gramer öğrenmek vs. bu gerçekten bir lüks. Ben çok deneyip, bir yere kadar gelip bir yerden sonra durdum. Bir arkadaşımla geçen gün şunu konuştuk, Almancası neden Türkçesinden daha iyi, 45 yaşında ama 20 yıldır burada yaşıyor, bu nasıl olabilir? “Çünkü ben Türkçeden nefret ediyordum. Çünkü ben Türkçeyi dayak yiyerek öğrendim.” dedi. “İlkokul birinci sınıftaydım Türkçeyi ilk duyduğumda, Türkçe benim zorla öğrendiğim bir dil” dedi. Normal yani. Bu kişi Kürtçe biliyor, ona Kürtçe bir şey soruyorum, bu kullanım neden böyle diye, bilmiyorum diyor. 

Haksızlık etmek istemiyorum Kürtçe akademik eğitim konusunda çok çalışmalar oldu, artık Kürtçe daha kolay öğrenilebilen bir dil oldu, insanlar buna hayatını verdi. Ben bunların zorluğunu yaşadım, dil öğrenmeye alışkın bir insan olarak aynı formülasyonu, aynı akademik yapıyı bulamayınca tökezledim.  Kürtçenin yozlaşmasına dair hiçbir şey söyleyemem çünkü o kadar anlamıyorum. 


18 Mayıs 2021 Salı

Welat Welat - Derleme: Zeki Aslan (Cıvrak) Kırmançi-Türkçe Çeviri



 WELAT

Welat rındo, welatê düri Celv amê, celvê Mazgerdi Ezo sodır u sewe ra wurzi şeri Himetê pirê xo ra belkia rew bêri Memleket iyidir, memleket uzaktır Celp (göç katarı) geldi, Mazgirt’in celpi Ben sabahın karanlığında kalkıp gideyim Pirimin himmetiyle belki erken gideyim Koyê Gemike biye surgıni Gerê ma kerdi, vato; Apê saidê jubini İne dest esto jubini Mı dest eşto eteğê Kemerê Duzgini Gemike dağı olmuş sürgün yeri Hakkımızda davacı olunmuş, denmiş ki, amcalar birbirinin şahidi Onlar birbirine destek olmuş, el vermişler birbirine Ben ise elimi atmışım Düzgın Bava’nın eteğine Mı va welato, bra welato Zalim şiye mı sero çetin ifade vato Mı sero avraq giredo, tede qato Haq ke mı rê sevato vato. Ben dedim memlekettir, kardeş memlekettir Zalimler gidip hakkımda kötü ifade vermişler Benim üstüme kat kat tutanak tutmuşlar Hak bana ne dediyse, demiş Welat rındo, welat yano Genis Xarpeto na amnano Waxtê aşirano, çerxê warano İyê cenano, peê doyano Dormê ma de do sanenê, Kes mı rê Krocıkê do niano Kes ma rê ..... (ANLAŞILMADI) nêvano Hukumatı rındo, mêrat hepıs pırê kekano. Memleket iyidir, memleket yandır Xapet (Elazığ) geniş ve yazdır Aşiretler zamanıdır, yayla vaktidir Kadınlar geçmiş arkasına, etrafımızda ayran sallarlar Kimse bana bir kaşık ayran getirmez Kimse bana …. Allah kurtarsın demiyor Hükümet iyidir, canı çıksın hapsin her taraf bit doludur Mı va welato, bıra welato Zalim şiyê mı sero ....... (3. Kıtayla aynı) Welat rındo, welat geniso Makêmé ma persena, Qızılkilso Çê Sılemanê Alê Gulavi vato Çhor roji şero hepıs de roniso Hükümet rındo ......( çetın hepıso olamalı) Vanê Xızır amo şiyo Koyê Dêsımi Tumê koyê Seri de, Xızır meymano Memleket iyidir, memleket geniştir Mahkemeyi sorarsanız, Kızılkilise'dir Süleymangillerden Ali’nin oğlu Gülabi demiş Sey Qaji işsiz güçsüzdür Dört gün gitsin hapiste otursun Hükümet iyidir, hapis kötüdür Derler Xızır gelip gitmiş Dersim dağlarına Koye Seri (dağ ismi) tepesinde, Xızır mihman olmuş REÊ biarê bırusnê, çê Bava Hesenê Dewrêşi Bava Hesen ma rê sevano Bava Hesen ma rê dava u seru, husulu keno Sey Qajiyê çımê şefılê la girênêdano Tersa mı peyde ..... bêcıke, gıra gıra tadano Bir haber yollayın derviş Bava Hasan’ın evine Hele Bava Hasan bize ne der Bava Hasan bize dava üzerine dava açıyor) Ama gözlerinden sefil olan (görmeyen) Sey Qaji’ye ip bağlamıyor Korkum o ki, ….. parmağını yavaş yavaş çeviriyor Teseleka mı kota, hewarê jiarano Duvarê (dêsê) Moxındiye wayirê bonê sırano Hewsê dewe wayirê pir u Khalıkano Khalmemi wayirê Karsanano Khal Ferat wayirê Arezano Ewlayê Goleke Xıranckano Kemerê Duzgıni basê jiarano Jel Bava serê Heyderano Tesellim kalmadı, ziyaretlerin himmetidir Muhundu duvarı, sırlar evidir Hewse Dewe pirlerin diyarıdır Khal Mem, Karsanlı aşiretinin sahibidir Khal Ferat, Areyizlerin sahibidir Goleke Evliyası, Xıranlıların sahibidir Duzgın Bava kutsal ziyaretlerin başıdır Jel ziyareti, Haydaranların üstüdür Sulbüs, sülbüs serê Lolano Sultan Melek, sefil vano Mı va; bonê uzaği yê Seydano..... Sülbüs, Lolanlıların yukarısı-başı Sülbüs’tür Sultan Melek sefil söyler Ben dedim, bone uzaği Seyidlerindir Kırmançki yazım: Engin Yıldız Türkçeye çeviri: Hayri Dalkılıç