Röportaj: Ceren AtaşMüzik ile nasıl tanıştınız? Doğduğunuz evde müzik kültürü var mıydı?
Doğduğumuz evde müzik kültürü vardı; çünkü anne ve baba Alevi kültüründen geliyor ve her Alevi
evinde olduğu gibi bizim evimizin duvarında da bir saz asılıydı. Babam da Türkiye'nin konservatuarını
ilk kazanmış insanlarından biriydi; ama gidememiş konservatuara. Böyle bir müzik/ müzisyenlik
altyapısı var. Evde Bozlaklar çalınıyor, Neşet Ertaşlar çalınıyor, elektrikler kesilince ama (gülüyor)
Ondan sonra eve bir mandolin girdi. Saz bizim elimizde bir dolaştı, sonra mandolin dolaştı evde.
Dolayısıyla küçük yaşta bir şeyler çalmaya, elime enstrüman almaya aşinaydım. Babam enstrüman
çalıyordu, annemin sesi güzeldi.
"Türkiye'de yaşayıp biraz politika ile ilgilenen, Kürt sorununu fark edip onun ne olduğunun içine giren
her insanın tanışması gerekiyor zaten Kürtçe ile."
Bildiğim kadarıyla anneniz Hacebektaşlı, babanız ise Dersimli. Bu kültür çeşitliliği müziğinize nasıl yansıyor?
Şöyle, babamın Dersimliliğinin eksik kalan yanı babamın Zazaca bilmemesi. Baba Zazaca bilmediği
zaman, yani dile hakim olmadığı zaman, ailedeki iletişim dili, konuşma dili Türkçe oluyor. Evde
söylenen şarkı türkü de Türkçe. Dolayısıyla baskın olan şey Türklük, Kürtlük, Dersimlilik olmuyor,
baskın olan şey Alevilik oluyor.
https://www.youtube.com/watch?v=1meM-nW_8gY
O zaman müzik olarak da ortak bir şeyden bahsediyorsunuz?
Tabii. Bana sorarsan bizim olayımız Bozlak’tı. Zaten iki tane kaset vardı, biri Ferhat Tunç
"Özgürlük Mahkumları", diğeri Livaneli ve Theodorakis. Bence bir çocuğun benim yaşındaki
bir çocuğun dinleyebileceği en güzel kaset oydu. Dediğim gibi iki kasetle Çanakkale’nin bir
köyünde yaşam.
Çanakkale’de mi doğdunuz?
Urfa'da doğdum ama ilkokulu Çanakkale'nin bir köyünde okudum. Bizimkiler öğretmen olduğu
için geziyorlardı. Yurtdışına ise üniversite zamanında, 24 yaşında çıktım.
"Bizdeki Cem kültürü, türkü söyleyip ibadet etme kültürü bence bütün Alevi müziğine
yansımış durumda."
O zaman şunu anlıyorum, sizin evinize Kırmançki konuşulmuyordu, siz nasıl
tanıştınız Kırmançki ile?
Türkiye'de yaşayıp biraz politika ile ilgilenen, Kürt sorununu fark edip onun ne olduğunun içine
giren her insanın tanışması gerekiyor zaten Kürtçe ile. Zazaca ile hiç tanışamadım; çünkü benim
dedem Zaza olduğumuzu çok reddetti. "Biz asıl Türküz, biz Horasan Türküyüz" bilirsin o
hikayeyi (gülüyor) Ben Kürtçe ile Kürt politik çevresini içinde tanıştım. Kürtçe öğrenmeye
çalıştım çok uzun bir süre. Kürtçe benim hayatımda var, Kurmanci yani.
https://www.youtube.com/watch?v=L8YlV2Zn460
Kültür bağlamında inanç-müzik bağını nasıl yorumluyorsunuz?
Müzikolojik bir yorum yapamam bu konuda, çok imtina ediyorum böyle şeylerden. Bizdeki
Cem kültürü, türkü söyleyip ibadet etme kültürü bence bütün Alevi müziğine yansımış durumda.
Bana soruyorsan ben deyiş dinlemiyorum; ama bunları birbirinden ayırmak imkansız. Alevi
deyişleri açısından söylüyorum sadece. Ben Hacebektaş semah ekibindeydim iki sene, hatta
ortadaki turna bendim! (gülüyor)
"Bir kadın olarak tiyatro ve opera dünyasında ayakta kalmanın belli kuralları vardır; çünkü
çok erkek dominant bir alan ve bu Avrupa’da da değişmiyor."
Siz müziğe nasıl başladınız?
Benim olayım ses, opera okudum. Türkiye'de Mersin'de başladım konservatuara. Sağda solda
müzik yapıyordum. "Ne olacak bu kız, ne yapmak istiyorsun çocuğum sen?" deyince ailem
ben de müzik yapmak istiyorum dedim. Sonra beni bir sınava soktular, hayatımda ilk defa
orada piyanoyu konservatuar sınavına gördüm. Mersin'de okudum oradan Mimar Sinan'a geçtim
oradan Erasmus programıyla Viyana'ya geldim. Mimar Sinan'ı bitirmeye 2 sömestr kalmıştı,
bütün eğitimimi çöpe attım ve Viyana'da sıfırdan başladım. Burada masterımı bitirdim.
Hiç sınıfta kalmadan en uzun üniversite okuyan insan benim. (gülüyor)
https://www.youtube.com/watch?v=K_DsffHOztU
Çok uzun bir eğitimin oldu ve benim alanım ses. Uzmanlık alanım opera ve ses. Viyana'dayken
bir müzik yarışması vardı, World Music yarışması. "World music" nedir dersen o başlı başına bir
şey... Çok sevdiğim bir tanımlama değil “world music”. Burada otantik gelen her şeye “world
music” diyorlar. Ben kazandım çok beklenmedik bir şekilde. Sonra bir ekibim oldu benim.
Ben bu ekiple bayağı bir gezdim dünyayı. Kendi şarkılarımızı yaptık. Jazz müzisyenleriydi
benim etrafımdakiler. Türkçe söz yazdık; ama jazz ve modern popa yakın bir tarzımız oldu ve
o dönem gerçekten çok gezdik, çok konser yaptık. Çok sevildik. Özlem Bulut Band,
8 kişilik bir ekiptik.
https://www.youtube.com/watch?v=bCDe-qjYGkk
Müzik piyasası o kadar hızlı bir şekilde küçüldü ki 10-15 yıl içinde, biz 8 kişi konserlere
gidebiliyorken küçülmek zorunda kaldık. Festivallerin bütçeleri küçüldü, konserler küçüldü.
8 kişiden 7 kişiye, 7 kişiden 5 kişiye 4 kişiye 4 kişiden... derken küçüldük. Müzik
özellikle dijitalleşmeden sonra artık canlı performansın çok büyük isimlere kaldığı, bizim gibi
çok bilinmeyen küçük isimlerin ise ancak çok küçük bütçelerle hayatta kalabildiği bir hale geldi.
Ben bunu gerçekten 10 yıl içinde gün be gün yaşadım. Bizim mesela Ermeni bir udist
arkadaşımız vardı. Ben de ud hayranıyım! E küçüldükçe insanlar gruptan çıkıyor. Ama ud olmadan
da benim için olmuyor. Çok pragmatist bir sebepten ve bunu anlatmaya da utanmıyorum, benim
evin köşelerinde "aman kimse duymasın" diye çaldığım enstrümanları sahnede çalmam gerekti.
Böyle olunca da ben bu konuya eğilmeye başladım ve ud dersleri almaya başladım, makam
öğrenmeye başladım. Makam öğrendikçe de hayranlığım daha da arttı. Derken benim azıcık
azıcık çaldığım bu gitar ve ud enstrümanlarını sahnede çalabiliyor hale gelmek zorunda kaldım.
Kötü mü oldu, olmadı. Ama kalkıp “Ben udistim” diyemem. Ben yalnızca eşlik edebilecek kadar
birkaç enstrümanı tıngırdatıyorum diyebilirim.
"İstediğin kadar uğraş hiçbir zaman anadilindeki duygu ile söyleyemiyorsun. Benim anadilim
Türkçe. Anadilim Zazaca da olabilirdi, iki anadille de büyüyebilirdim; ama olmadı. Çünkü
Kürtlüğünü reddetmiş bir dedenin oğlunun kızıyım ben. Haliyle benim anadilim Türkçe."
Müziği gerek öğrenme gerekse icra etme döneminizde, cinsiyetçi tutumlara maruz kaldınız mı?
Tabii, hep var, vardı! Şimdi opera dünyasında o başlı başına bir mevzu. Hatta son yıllarda çok
büyük skandallar patladı, bunlar çok konuşulmayan şeylerdi. Bir kadın olarak tiyatro ve
opera dünyasında ayakta kalmanın belli kuralları vardır; çünkü çok erkek dominant bir alan ve
bu Avrupa’da da değişmiyor. Türkiye'de daha felaket bir durumda; çünkü hiç konuşulmuyor.
Avrupa'da son birkaç yıldır, Placido Domingo’nun cinsel taciz olayları ile başlayan,
“Me Too”nun operaya da yansıması ile başlayan bir süreç. Kadınların opera dünyasındaki yeri
nedir mevzusu oldu. Elbette var. Ben de çok yaşadım, hala çok yaşıyorum. Bunu opera aleminde
başka yaşıyorum, jazz aleminde başka yaşıyorum. Bir de Avrupa’da, Avrupalı olmayan üçüncü
dünya ülkelerinden gelmiş olanların, üçüncü dünyanın da azınlığının azınlığı biri olarak gelmiş
biri olarak ayrıca yaşıyorsun. Katman katman, bitmiyor... Bundan ötesi olmaz diyorsun, daha
beteri geliyor. Diasporanın içinde de ayrıca var. Üçüncü dünya ülkesinden gelmiş kadının
Avrupa’da yaşadığı tacizi bir kenara koy, bir de Avrupa’da yaşayan diasporanın içinde
politik-apolitik olarak ayırsan bile kadın olarak yaşadığın bir ayrım daha var.
https://www.youtube.com/watch?v=hu3eA99MBlI
Ben çok uzun süre kendi menajerliğimi yaptım, 7-8 sene. Bir kadının kocaman bir ekibin başında
olup, onun şarkıcılığını yapıp aynı zamanda “benim koşullarım budur” demesi bile
“ah canım” tavrıyla, “ah ne tatlı, uğraşıyor” deniliyor ya da mesela “Türkiye’den gelmiş; ama
o kadar güzel şarkı söylüyor ki!” gibi kendince yaptığı pozitif ayrımcılığın altındaki o çok derin ırkçı
ve cinsiyetçi şeyin farkında olmaksızın!
Kadın sanatçılar olarak dayanışma sağladığınız bir ortam, sosyal çevre veya platformunuz
var mı? Böyle bir dayanışmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz?
Böyle bir ortamım yok; ama olması gerektiğini düşünüyorum. Keşke yapsak! Almancada bir terim var,
çok seviyorum “erkek gribi”! Bir kadın grip olduğunda gribi hayatını devam ettirerek geçirebilecekken
bir erkek grip olduğu zaman yataklara düşer ve öldüğünü düşünür falan! Bunu şu açıdan söylüyorum,
kadınlar yaşadıkları problemleri öyle bir hayatta kalma bakışıyla ele alıyorlar ki,
mesela normalleşiyor. Ben mesela dile getirmiyorum bile. Bir şey oluyor, unutuyorum!
Sokakta yürürken bana laf atıldığında duymuyorum mesela; çünkü hayatta kalmak
zorundayım, sinirlerimi bozamayacağım kusura bakma! Kadın olarak birinin seni gözüyle
taciz ettiğini görmemeyi öğreniyorsun ya bu biz kadınların birçok şeyi normal görmemizden
artık; çünkü çok ve bu normalleşmeyi ben çok tehlikeli buluyorum. O yüzden kendime de
söylüyorum: bunu dile getir, bunu kabul etme, bu normal bir şey değil! Bunu karşındakine de göster.
Şu an yaptığın şeyin ne olduğunun farkında mısın diye söyle ona. O yüzden de bu
kadın platformları çok önemli. Şimdi Black Lives Matter var, bundan önce Me Too vardı.
Şimdi ne var, Asyalılar “Biz de buradayız” diye bir platform kurdu. Kore’den, Japonya’dan,
Çin’den, düşünsene ne kadar büyük bir community! Ancak kendilerini dile getirecek bir
platformları yoktu, artık var. Şimdi onun sorunlarını konuşuyoruz. Biz de bunu yapmak
zorundayız. Bunun çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Sakina (Teyna) ile bir konuşayım! (gülüyor)
https://www.youtube.com/watch?v=Fg5eF0cR-4M
"Patriarka her yerde, Alevilikte de var!"
Deyiş, kılam, şarkı üretiyor musunuz? Ya da size ait besteler mevcut mu?
Eğer yazarsanız hangi dilde yazarsınız?
Evet ben beste yapıyorum, anadilim Türkçe; ama bu benim eğitimimden dolayı.
Mesela bir opera şarkıcısıysanız bir sürü dilde şarkı söyleyebilmeniz gerekiyor.
Fransızca oluyor, Almanca, İtalyanca, İngilizce… ve bunu en azından artiküle edebilmeyi
öğreniyor insan. Biz ilk ekibi kurduğumuzda ben Avrupa’da yaşıyorum neden Türkçe müzik
yapayım gibi bir düşünce vardı. İngilizce mi Almanca mı yapsak? Bir şarkıyı tercüme ettim ve
farklı dillerde söyledim. Hiç beni bilmeyen insanlara o şarkıları dinlettim. İstediğin kadar uğraş
hiçbir zaman anadilindeki duygu ile söyleyemiyorsun. Benim anadilim Türkçe. Anadilim
Zazaca da olabilirdi, iki anadille de büyüyebilirdim; ama olmadı. Çünkü Kürtlüğünü reddetmiş
bir dedenin oğlunun kızıyım ben. Haliyle benim anadilim Türkçe. Türkçeyi de çok
seviyorum. Yakıştırıyorum şarkı dili olarak. Yaptığım şarkılar var.
https://www.youtube.com/watch?v=wI3chpa0FzM
İlk yaptığım şarkının adı Fatma’ydı. Fatma benim köyden arkadaşımdı, Balıklıçeşme
Çanakkale’den. En yakın arkadaşımdı ve 11 yaşında evlendirdiler Fatma’yı. Bu bende hep kaldı.
Fatma şimdi ne yapıyor, Fatma nasıl yaşıyor, Fatma’nın kaç çocuğu oldu, Fatma’ya
nasıl davranıyorlar… Bunu ekip arkadaşım Marco ile bir gün bir sohbet arasında paylaştım.
Marco “Fatma’ya bir şarkı yap” dedi. O zaman hiç şarkı yapacak cesareti kendimde
bulamıyordum. Önce melodi yazdım Fatma’ya, sonra sözlerini yazdım. İlk şarkım odur.
Biraz kadın şairlere bakıyorum; Didem Madak, Birhan Keskin… Henüz tam izin alamasam da
Birhan Keskin’den (gülüyor) Onların şiirlerinin şarkılarını yapıyorum.
"Çok kadın bir şey gerçekten dil, kadınla aktarılan bir şey."
Deyişleri hiç kadın perspektifinden incelediniz mi? Ya da Dersim’de kadınlar üzerine
yazılan kılamlar hakkında neler düşünüyorsunuz? O coğrafyanın ve kültürün kodları
bu kılamlarda bize neler söylüyor?
Dersim kılamları hakkında bir şey söyleyemem çünkü Zazaca bilmiyorum. Dili bilmediğim
için de tercüme edilmiş versiyonların bana göre tam karşılığı yok. Anadilde bir şeyi anlamak
ve anadilin biri tarafından anlatılması birbirinden farklı. O yüzden bu konuda bir şey diyemeyeceğim.
https://www.youtube.com/watch?v=qPlDXidFR28
Alevi kültürü de o kadar homojen bir şey değil, hangi Alevilikten bahsediyoruz? Dersim
Aleviliği başka, Balkanlardaki Alevilik başka, Türk Aleviliği başka, göçmen Türklerin Aleviliği
başka... Eğer ortodoks İslamla karşılaştırırsak Alevilik elbette çok daha kadının özgür olduğu
ya da özgürleştiği bir alan. Özellikle politik bilinci olan Alevi kesimlerde bu çok daha aşılmış
bir problem; ama patriarka her yerde, Alevilikte de var! Kıyasladığımız zaman Alevilik daha önce,
kız çocuğunun okutulması, illa bir eğitim alması değişmeyen bir şey. Bütün farklı Alevilik
türlerinde de olan bir şey bu. İbadetlerimizde de kadın ile erkeğin yan yana olması eşitliğin
bir göstergesi. Ama patriarka düşünce biçimi Alevilikte de maalesef var; çünkü bu
sosyo-kültürel-politik de bir olay.
Farklı dillerde şarkılar söylüyorsunuz. Dil, kadın ve inanç arasında nasıl bir bağ görüyorsunuz?
Sizce dilin aktarıcısı kadın mıdır?
Birçok projem var. Bir tane Baroque müzik projesi var, ondan İtalyan ya da Alman Baroque
şarkılarını ben udla yorumluyorum ya da onları biraz daha bizim gırtlağımıza, makamı içine
katarak yorumluyorum. Mesela orada Seferad şarkıları da söylüyoruz biz. Sakina ile Kürtçe
söyledim. Kendi müziklerimi yaptığımda Türkçe söylüyorum. Birçok proje var ve bu projelerin
farklı dilleri var.
https://www.youtube.com/watch?v=v1UdbAPC3zE
Benim dört buçuk yaşında bir çocuğum var. Kendi çocuğuna bakarken onun nasıl dil
öğrendiğini görüyorsun. Emme döneminden, çocuk senin memeni emerken ki halinden,
senin ona söylediklerin, konuştuğun kelimeler, onun gözünün içine bakışın, onun ilk söylediği
kelime… Çok kadın bir şey gerçekten dil, kadınla aktarılan bir şey. Anadil denmesi de çok
hoşuma gidiyor. Kendim çocuk yapınca ve o çocuğun gelişimini görünce bire bir o duyguda
kalınca gerçekten dil kadındır. Çünkü o senin duygunun nasıl yansıdığını ve onun beyninde
nasıl şekillenip o duyguyu diline getirdiği ve bunun milyonlarca yıldır nasıl devam
ettiği çok büyüleyici bir şey.
https://www.youtube.com/watch?v=_N0JZ4evyow
Kurmanci dilinin kaybolmasına veya yozlaşmasına dair düşünceleriniz nelerdir?
Kurmanci dili ile ilgili kişisel olarak bir çalışmanız var mı?
Evet ben Kürtçe öğrenmeye çalıştım uzun bir dönem. Benim Kürtçe öğrenmeye çalışma hikayem
bile bir çetrefil hikayesi. Çünkü Kürtçeyi Kürtçe bilmeyen biri nasıl öğrenecek. Bunlar son on yıl
içinde değişti biliyorum, ben Kürtçeyi çok uzun zamandır öğrenmeye çalışıyorum,
İngilizceyi internetten de öğrenebilirsin; ama Kürtçeyi oradan öğrenmek ya da bir Kürtçe
hocası bulmak, gramer öğrenmek vs. bu gerçekten bir lüks. Ben çok deneyip, bir yere kadar gelip
bir yerden sonra durdum. Bir arkadaşımla geçen gün şunu konuştuk, Almancası neden
Türkçesinden daha iyi, 45 yaşında ama 20 yıldır burada yaşıyor, bu nasıl olabilir? “Çünkü
ben Türkçeden nefret ediyordum. Çünkü ben Türkçeyi dayak yiyerek öğrendim.” dedi. “İlkokul
birinci sınıftaydım Türkçeyi ilk duyduğumda, Türkçe benim zorla öğrendiğim bir dil” dedi.
Normal yani. Bu kişi Kürtçe biliyor, ona Kürtçe bir şey soruyorum, bu kullanım neden böyle
diye, bilmiyorum diyor.
Haksızlık etmek istemiyorum Kürtçe akademik eğitim konusunda çok çalışmalar oldu,
artık Kürtçe daha kolay öğrenilebilen bir dil oldu, insanlar buna hayatını verdi. Ben bunların
zorluğunu yaşadım, dil öğrenmeye alışkın bir insan olarak aynı formülasyonu, aynı akademik
yapıyı bulamayınca tökezledim. Kürtçenin yozlaşmasına dair hiçbir şey söyleyemem çünkü o
kadar anlamıyorum.