13 Mayıs 2020 Çarşamba

Mele / Melem Kırmançki-Türkçe Sözleri



Vore kerdo pıro, lımın 
Vorena gıran gıran 
Rindekiyena to zor kerde, wuyi Mele Mele
Aqıl vetu sarê mıra 

Vere bone piyê tode 
Melema mı sona-şi ye
Vani tu ez caverdune sayı Mele Mele 
Choka wo zoniyê mı şikiyi 

Kotime rae ra Pılemoriyê 
Rae ma ver nêvejiye
Mı va şeri dîare Melema xo lemın lemın 
Vore vora raayi cêriyê

Kar doldurmuş- lemın ( *lemın- mutsuzluk )
Yağıyor ağır ağır 
Güzelliğin zorluyor Mele Mele 
Aklımı başımdan almış 

Babanın evinin önünde 
Melem gidiyor- giti 
Diyorlar sen beni bırakmışsın Mele Mele 
Bu yüzden dizlerim kırılmış- (dizlerimin bağı çözülmüş )

Düştük Pülümür'ün yoluna
Yol çıkmadı önümüze 
Dedim gideyim Mele'min ziyaretine 
Kar yağmış yolları tutmuş-çevirmis

Çeviri: 

Cemevlerinin İbadethane Olduğuna Kim Karar Verecek? – Ceren Ataş



Alevi toplumu bir inanç toplumudur, kendisine ait bir varoluş hikayesi, ritüelleri, sembolleri, ibadet ve inanış biçimi bulunmaktadır. Tüm bunların içerisinde her inançta olduğu gibi sürekleri bulunmaktadır. “Yol bir sürek bindir” söyleminin kapsamında, Türkmen Kızılbaşlar, Kürt Kızılbaşlar, Kırmanç Kızılbaşlar ve niceleri. Bu süreklerin dil farkları, ritüel farklılıklar olmakla birlikte Kızılbaşlığın “Yol” kavramı tam da bu noktada bir bütünselliktir. Peki böyle bir topluluğun, inancın ibadet merkezi olmaması söz konusu olabilir mi? Hayır. Bugün Kızılbaşların kırsaldan şehre göçü ile ibadethane cemevi olarak kabul edilmiştir.
“Kabul edilmiştir” dedim; çünkü bu kabul Kızılbaşlar tarafından verilmiş bir karardır. Öyle olmalıdır, hangi inancın ibadethanesine kim karışabilir ve hatta neden karışsın ki? İnanç özgürlüğü, toplumların, insanların kişisel haklarıdır, hürriyetleridir. Köylerinde bir köy evinde toplanıp cem bağlayan Kızılbaşlar, şehirlerde daha da büyük mekanlara ihtiyaç duymuş ve artık sadece “kendilerinden olan” halklarla değil, kozmopolit bir ortamda oldukları için kendi inançlarını da tanımlamak/ tanıtmak üzere “Cemevleri ibadethanemizdir” demişlerdir.
Bugün Türkiye’de Cemevleri, kültür merkezi veya dernek olarak tanımlanırken, esasen ibadethane “muamelesi” görmemektedir. Bunun yanında cem ibadeti de benzer perspektif ile “kültürel etkinlik”, ibadet şekli olan semah “halk oyunu” olarak görülmektedir. Bunların hepsinin en tepesinde belki şunu da söylemek yerinde olacaktır, cemevlerine “cümbüş evi” diyen zihniyet bu ülkede hiç hesap ödememiş, hiç yadırganmamış ve hattâ unutulmuştur! Peki bu durumda Cemevlerinin ibadethane olmasına kim karar verecek?

Cemevi “cümbüş evi” mi?

Geçtiğimiz ay İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde cemevlerinin ibadethane olarak yasal statü almaları için bir yasa teklifi oluşturuldu ve bu yasa teklifi AKP ve MHP siyasi partilerinin oylarıyla reddedildi. Cemevleri ibadethane değildir, kibarca kültür merkezi, açıkça “cümbüş evidir” dendi.  İlginç olan, İzmir’de cemevleri yasal statü alırken İstanbul’da alamamış olmasıdır. Demek ki bir inanç toplumunun ibadet merkezi, yaşanılan bölgenin siyasal perspektifine bağlı(!) olarak ele alınıyor. Elbette bu sürece sadece yasa teklifi üzerinden bakmak yeterli olmayacaktır. Cemevleri ve Alevi temsilcileri bugün pek çok siyasi temsilci tarafından ziyaret ediliyor. “Kültür ziyareti” diyorlar sanıyorum… Bu ziyaretlerin politik olarak verdiği mesajı incelerken şunu da aklımızda tutalım, Cemevleri ibadethane değildir diyenlerin siyasi temsilcileri cemevi ziyaretlerinde en çok bulunanlar…
Diyanet işleri başkanı, Cem Vakfı Onursal Başkanı İzettin Doğan’ı ziyaret etti ve birlik mesajları verildikten sonra Doğan “Kuran’ı öptü”. Burada sembolik olarak Doğan, Diyanet’e biat ettiğini açıkça ortaya koydu, Diyanet de “Alevileri kontrol altında tuttuğunu” gösterdi.
Kürt ve Alevi katliamları döneminde yetki sahibi olan Ahmet Davutoğlu, Garip Dede Cemevi’ni ziyaret etti, orada karşılandı, ağırlandı. Güzel mesajlar verilerek ayrıldılar. Kızılbaş ibadet merkezleri Mevlevi merkezlerine benzemez, buralara “ne olursan ol gel” perspektifi ile herkes giremez, girmemeli. Davutoğlu gibi, katliamlar sürecinde yetkisi olan ve bu yetki döneminde de sonrasında da hesap vermemiş, insanların ölümü ile ilgili açıklama yaparken “gülümsemiş” bir siyasetçinin orada olmaması gerekmekteydi. Davutoğlu’na benzer şekilde Meral Akşener de “Tunceli” Cemevini ziyaret etmiş, başörtüsü takmıştı. Aynı şekilde Süleyman Soylu da bir cemevini ziyaret etmiş…
Yukarıda bahsettiğim örnekler son dönemden aklıma gelen birkaç tanesiydi, kesinlikle çoğaltılabilir. Bu ziyaretlerin politik olarak verdiği ortak mesaj şuydu: Alevilik İslam’ın içinde bir mezheptir, iktidar inancının kontrolündedir, Aleviler de bunu kabul ediyorlar; çünkü gördüğünüz gibi biz Alevileri ziyaret ediyoruz, bizi karşılıyorlar, bizi ağırlıyorlar, hiçbir sorun yok… Zaten “sorun var” diyene dava açıyoruz, sindirmeye çalışıyoruz…

“Cemevleri kırmızı çizgimizdir”

Devlet geleneği bugüne kadar hep Kızılbaşları baskıyla, katliamla, asimilasyon politikalarıyla ya da sindirme yöntemleri ile ele geçirmeyi, yok etmeyi denemiştir. Bu süreçte de Cemevlerinin ibadethane olmadığı, ibadethanenin Cami olduğu üzerine sürekli bir vurgu yapılmıştır. Ziyaretlerin sonucu da budur amacı da budur. Ancak Kızılbaş toplumunun faydasına, onların esas sürdürdükleri yola yönelik çalışmalar yapan kişilere davalar açılırken, Cemevleri yıkılırken, medya organları kapatılırken, Cemevlerine “çiş yapılırken”, Kızılbaşları diri diri yakanlar “affedilirken”; diğer yanda “devletin Alevisi” olup tüm bunları görmezden gelen, belediye belediye, siyasi parti parti dolaşan Alevi temsilcilere hiçbir şey olmuyor, onlar “Pir” olarak anılıyor. Bir kesim Cemevleri ibadethanedir diye hakkını ararken, diğerleri “kültür merkezidir” düşüncesini kabul ediyor.
Sanıyorum “Cemevleri kırmızı çizgimizdir” meselesi burada somut şekilde anlaşılmıştır; çünkü evet Cemevleri kırmızı çizgidir ve bu çizgiyi belirleyecek olan ne Diyanettir, ne siyasetçilerdir. Sadece ve sadece Kızılbaşlardır. Bugün o yasa teklifi kabul edilmedi, edilmesin. Yarın Cemevleri ibadethane olacak ve hatta “minaresiz cami” formatından arındırılmış bir ibadethane olacak. Çünkü Kızılbaşların ana taleplerinden, ana mücadele sebeplerinden birisi budur. Nereden mi biliyorum? Tutuklanma nedeni belli olmayan Zeynep Yıldırım’ın annesi Kezban Bektaş’a bakın, onun direnişine bakın. Cevap o kadındadır.

Zonê ma zonê Xızıre yo

Metin Kahraman çok önemli bir yere değinmiş:
"Dilimiz Xızır'ın dilidir, dervişlerin dilidir."
“Zonê ma zonê Xızıre yo"
Düşünün: Ana Fatma, Munzir Bawa, Düzgin Bawa, Khures Bawa, Bamasûr, Şıx Hesen, Zele/ Jele, Sarı Saltık ve Dersim'deki cümle evliya, derviş Kırmançki konuşuyordu. Dilimizi unutmayalım, öğrenelim, evlerimizde konuşalım.
Xızır'ı kendi dilinde çağıralım ki yüreğine dokunabilelim.

Tanığım Dikiz Aynası - Hüseyin Ateş

Büyük dedem Hüseyin Ateş'in "Tanığım Dikiz Aynası" adlı anı kitabından. Okurken yüreğim burkuldu.

Hawtemal

Dersim coğrafyasının yılbaşı 21 Mart Hawtemale.
Doğa takvimine göre yeni yıla giriştir, bahar gelir, doğa uyanır, tüm canlılar doğaya tapınırlar.
Güneş'e, Ay'a dağa, taşa, suya, ağaca verilen kutsal değerler yenilenir, kuvvetlenir...
Hawtemale ma bımbarek bo!
Hawtemal'in yerini Newroz almamalı veya tam tersi. Dersimliler olarak pek çok kültürel/ inançsal değerimizi komşu kültürlerin içinde eritiyoruz.
Her bayram kendince özeldir; Hawtemal de Newroz da. Birinden birine geçmek, birini yoksaymak, iç içe geçirmek doğru değil.

Yol Kurucusu Kadıncık Ana

"Kadınları okutun diyen Hace Bektaş-ı Veli'nin neden bunu söylediğinin cevabı Kadıncık Ana, Fatma Bacı ve o dönem var olan kadınların kurduğu kadın teşkilatlarıdır, kadın dervişler, kadın tekkeleridir. Kadıncık Ana'nın Hace Bektaş-ı Veli'yi etkilemesinde, onunla beraber yeni bir süreği var etmesindedir. Kadınları okutun cümlesi, okur-yazarlık talebinin çok ötesine işaret ediyor, bu da kadınların toplumsal bir güç olduğu ve ancak bu toplumsal gücün kadınların önündeki engelleri kaldırabileceğine dair öngörüdür. Bu bilgi Hace Bektaş-ı Veli'ye kadınlardan geçmiştir. Döneminde yan yana durduğu, sırt sırta ortak mücadele, toplumsal olarak kendilerini var etme çabası içinde olan kadınlardan geçmiştir. " Gülfer Akkaya

Wakile 1895-1980 (Dersim kadın şair)

"Dêsım, welatê Kırmanciyo,
Tenga Sey Rıza u seda Sey Qaji’yo."

(Dersim, Kırmancların vatanı,
Acıları ile Seyit Rıza’nın, yankılanan sedası ile Sey Qaji’nin diyarı.)


Wakile 1895-1980 (Dersim kadın şair)
Alıntı/ Çeviri: Twitter alinakican

Dersim Diyarından Pirler, Analar, Kadınlar – Ceren Ataş



Bir süredir Dersim üzerine araştırmalar yapıyorum, özellikle Dersim Kırmanç kimliği, Kırmançki dili üzerine odaklanmışken elbette Dersim tarihi, kültürü, inancı üzerine yazılan araştırmaları da inceliyorum. Dersim’in gerek soykırım tarihi, gerek yerel inançsal zenginlikleri, gerekse tarihsel kişiliklerinin yönlendirmesi ile kendimi başka konuların içerisinde buldum.
Kadın çalışmaları merkezli Alevilik inancında kadın konusunda çalışmanın verdiği bir pratik ile Dersim üzerine odaklanırken buradaki “kadıncıl” figürlere hep dikkat ettim. Dersim’de var olan kutsal ziyaretlerin kadın sahipleri, Ana Fatma, Güneş’in kadın olması ve herkesin sabah erkenden kalıp güneşe yani kadına dua etmesi, Hakk’ın kadın olması gibi pek çok anahtarın peşine düştüm…
İnançsal ögelerle birlikte Dersim tarihinde etkili olan ve adı bugüne kadar gelmiş kadınları yakalamaya çalıştım. Örneğin, Munzur Çem’in Dersim’de Alevilik adlı kitabında bahsedilen Elif Ana, Sey Sabun ocağına bağlı bir Pir’dir. Elif Ana’nın posta oturup tek başına bağladığı cem erkânlarının hâlâ bölgede konuşulduğu dikkat çekicidir; çünkü net bir tarihle belirtilmese de Elif Ana’nın cem bağlama süreci hiç de yakın bir tarihte değildir ve bugün Alevi toplumunda kimileri kadın bir Pir’in, Ana’nın posta oturamayacağını iddia edebilmektedir. Bu iddia, posta oturup cem tutan ve Analık yapan Pirler olmasına rağmen hâlâ Alevi toplumu tarafından tam olarak kabul görmemiş, reddedilmeye devam eden bir uygulamadır. Ancak yine Munzur Çem’in aynı çalışmasında Elif Ana gibi Gülsüm Ana’nın da bağladığı cemlerin Dersim halkı tarafından hayranlıkla bahsedildiği bilinmektedir!

Peki bu neden önemli?

Çünkü Pir Anaların posta oturmaması gerektiğini, Alevilikte Anaların olmadığını ya da posta oturamayacağını söyleyerek erkekliği besleyen ve böylece cinsiyetçi olan herkes, Elif Ana gibi, Gülsüm Ana gibi inkar edemeyecekleri gerçeklerle yüzleştirilmelilerdir!
Dersim üzerine yazılan “resmi” tarih, Dersim halkını eşkıya, çapulcu, medeniyetsiz olarak yazadursun, Dersim’de kadınlar somut örneklerle anlatacağım üzere hiç de çapulcu(!) değillerdi.
Benim memleketim olan Qısle (Nazımiye)’ye bağlı Cıvrak Köyünde Dersim Soykırımı öncesi ve sonrasında kadınların ve kız çocuklarının Xormek aşireti reisinin evinde eğitim aldığı bilinmektedir. Bu eğitimler hem okuma-yazma eğitimleri hem de örme gibi el işi gibi mesleki eğitimleridir. Bu eğitimleri almış olan anneannem Elif Ana; hayatı boyunca sağlığı elverirken terzilik yapmış, kulak delmiş, diş çekmiş, ölüleri yıkamış ve bağlamış, göbek kesmiş, ebelik yapmış ve daha nice mesleği ustalıkla sürdürmüştür…

Bese Xanım

Somut örnekler verirken önemli bulduğum bir diğer kadın figür, son okuduğum kitap olan Dersim Raporları – Faik Bulut’ta Dersim’in önemli aşiret reisi Sey Rıza/Seyit Rıza’nın eşi olan Bese Xanım ile karıştırılan Bese Xanım, Besik Xanım’dır.
Bese/Besik Xanım, Demenan aşiretinden Mirze Silehen ile evli olduğu bilinen; ancak kendisinin bağlı olduğu aşiret ile ilgili bilgi bulunmayan önemli bir kadın figürdür. Dersim Soykırımı döneminde kendisinin direnişi dillere destan olmuştur. Bese/Besik Xanımdan bahsederken halk onun yalnız güzelliğinden(!) değil, daha çok zekâsından, çevikliğinden bahseder. Hattâ erkekler, Bese/Besik Xanım’ın kendilerini savaşırken yeneceklerini bilirlermiş. Xanım’ın lakabı ise “Bese şiyaye” yani Esmer Bese’ymiş. Bese şiyaye, çok iyi at biner ve silah kullanırmış. Dersim 1938 dönemi ve sonrası eşi Mirze Silehen esir düşünce 1945’te Bese/Besik Xanım dağda kaçak yaşamış, uzun süre direnmiş. Sonrasında ise teslim olmak zorunda kalmış; ancak kısa süre sonra serbest kalıp ikinci evliliğini yine Demenan aşiretinden bir hamalla yapmış. Burada da demek oluyor ki o dönemde kadınlar kendilerine eş seçebiliyor, arzu ettikleri gibi ikinci evliliklerini yapabiliyorlardı.
Ek olarak Mirze Silehen’in adını bilmediğim/bulamadığım annesi, Dersim 38 döneminde, aşiret reislerini bir araya toplayıp “Dersim’i vermek yok, direnmek var” diyerek aşiret reisi erkeklere önderlik yapan bir kadınmış.
Dersim’i yazan tarihçiler ve araştırmacılar, oradaki kadınları her ne kadar ele almayı, tarihte hak ettikleri yerle koyabilmeyi aksatmış olsalar bile, kadınlar Dersim’e kendi adlarını dilden dile dolanacak şekilde halkın hafızasına kazımış, izlerini bırakmışlardır. Eğer öyle olmasa bugün Bese/Besik Xanım’ı duymuş olmamız imkansız olurdu. Kazıdıkça çıkan, yürüdükçe gözüken, Dersim’in her yerine adını bırakan kadınlara hürmet ile!
09.04.2020

Dersim'de Jare Kültürüne Dair - Dersim'in Delileri


Dersim merkezli Alevilikte ziyaret/ Jiare adlı kutsal mekanlardan (dağ, dere vb.) taş, toprak, odun alınmaz; ağaç kesilmez, yaprak kopartılmaz, kan akıtılmaz. (Kurban meselesi tartışmaya açıktır, benim okumalarım ve inancım kurbanın "hayvan kesmek" olmadığı yönünde)
Aşağıdaki kitapta örneği bulunan bu inanca göre, halk kutsal ziyaretlerden "rızalık isteyerek" toprak, taş alabilir. Kutsal yerden alınan her şey "teberik"tir, eve asılır ve ona haftanın Çarşamba veya Perşembe günleri yağlı bez/ çıra yakılır. Maksat aydınlık, ferahlık olmasıdır.
Büyüklerimiz şöyle derdi: "Eğer ziyaretten aldığın teberiğe ikrarını göstermeyeceksen sana uğursuzluk gelir; ama alır ona hürmet gösterirsen evini bereketlendirir, işin rast gider."
Görselde kitap: Dersim'in Delileri 1. Kitap, Nurettin Aslan

Alevilikte Analar var, ya Alevilerde? – Ceren Ataş



İstanbul Büyükşehir Belediyesi 100 bin çocuğa Cumhuriyet ve Demokrasi kitapçığı gönderdi. Bu kitapçıkta aşağıdaki görsel vardı, inanç özgürlüklerini vurgulayan bu görsel sosyal medyada çok tepki aldı.
Tepkilerin en çok Aleviler açısından yönüne baktığımızda, çünkü gündeme oturma nedeni buydu, görüyoruz ki çoğunlukla Aleviler görselden memnunlardı; çünkü inancın sahiplenilmesi ve kabul edilmesi söz konusuydu. Tepkilerin yükselmesindeki ana sebep, kitapçıkta inançların adlarının yazılmamasına rağmen medyaya İslam, Hristiyanlık, Alevilik ve Yahudilik yazılarının eklenmesiyle oldu. Bu elbette ki “birileri” tarafından yapılmış bir çalışmaydı.
Tartışmaların ana sebebi, görselde Alevilik inancının temsilcisi olarak Pir Dede’nin de olmasıydı. Bu çalışma ile İBB, Alevilik inancının varlığını inkar etmediği gibi, bir şekilde Alevilik inancının meşruluğunu da desteklemiş oluyor. Burada ele alınması gereken iki konu olduğunu düşünüyorum: Aleviliğin kendisinin bir inanç olarak görünür olmasına gelen tepkiler ve Pir Anaların temsilinin olmaması.
Alevilik Bir Din Midir?
Alevi inancı, ritüelleri, yaşayıp önermeleri, kadın erkek eşitliği, ibadet şekli ve en önemlisi “ölümü yorumlayışı” olarak ele alındığında esasında kendi başına özgün bir inanç olduğunu açıkça söylüyor; ancak bu görsel dolayısıyla buna karşı çıkan pek çok Alevi kurumu oldu. “Biz İslamın özüyüz” ve veya “Gerçek İslam biziz” söylemleri ile Ekrem İmamoğlu hakkında suç duyurusunda bile bulunuldu. Elbette kendisini İslama nispet eden Alevilerin varlığını inkar edemeyeceğimiz gibi, Alevi inanç teorisini de inkar edemeyiz. Burada önemli olan, Aleviliği her nasıl benimserseniz benimseyin, Alevilerin inanç temsilcisinin Hoca/ İmam olmadığının bilinmesi ve yıllardır inkar edilen, bir kültür sembolü olarak görülen Pirlerin sahiplenilmesidir.
Pir Dediğimiz Sadece “Dede” Miydi?
Kitapçıkta Aleviliğin temsilcisi olarak bir Dede figürü çizilmiş. Esasında günlük hayatta gördüğümüz Dedelerden hiç de farklı değil, Cumhuriyet sonrası Dedelerin giyimi çizimde görüldüğü gibidir. Peki Alevilerin temsilcileri yalnız Dedeler mi? Hayır! Aleviliği İslamdan, Hristiyanlıktan, Yahudilikten veya diğer inançlardan ayıran en temel nokta kadın erkek eşitliğidir. Alevi inancında Pir olarak tanımlanan inanç önderidir ve Pir cinsiyetsiz bir kavramdır. Ana ve Dedelere Pir denir, “Dede” kullanımının meşrulaşması çok daha sonraları oluşmuştur. Alevi ibadetinde ritüelleri Pirler (Ana ve Dede) beraber gerçekleştirmelidir, aksi takdirde yapılan tüm ibadetler “kısır” olarak tanımlanır. Gerek Türkiye’de gerekse Avrupa’da Alevi kurumlarında kadınlar Anaların yok sayılmasına karşı senelerdir mücadele ediyorlar. Alevi kadın hareketi yükselirken neden bu görselde sadece Dede var?
Biliyorsunuz, Ekrem İmamoğlu pek çok Alevi kurumu temsilcisi ile bir araya geldi. Bu bir araya gelişlerde ben hiç kadın görmedim. Her zaman, her yerde olduğu gibi Dedeler koltuğu kapmışlardı. İmamoğlu’na anlatılan Alevilik, kendisine aktarılan Alevilik tam olarak bu görseldeki gibi, yalnızca bir Dede’den ibarettir. Bu görselde Ana’nın olmamasının sebebi erkekleşen Alevi toplumu, iktidar savaşındaki Alevi Dedeleri ve Alevi kurumlarıdır. Bunların hiçbiri birbirinden bağımsız değildir.
Alevi Kurumlarının Tepkileri
Yukarıda belirttiğim gibi, bazı Alevi kurumları İmamoğlu hakkında suç duyurusunda bulunarak “Gerçek İslam biziz” dediler. Diğer yandan İmamoğlu’na teşekkür eden Alevi kurumları, Aleviliğin görünürlüğünü sağladığı ve sahiplendiği için bu çalışmayı desteklediler; ancak ne Dedeler ne de Türkiye, Avrupa ve Kıbrıs’ta Alevi kadın hareketi için mücadele eden kadınlar bu açıklamaları yaparken “Alevilikte Ana ve Dede birdir, bu görsel de Ana da olmalıydı” demediler. Asimilasyon, değişim, başka inançlara benzeşme işte burada başlıyor. Aleviler kendi gerçekliğini reddedip, üstünü örtüp devam ettikleri sürece asimile edilmeye mahkumlardır.
Evet, Alevilik Hakk’tır
Alevilik vardır
Ve…
Pir Analar vardır!
Alevi kadınlar vardır!
26.04.2020

Uşene Seydi / Khuresu


Usene Khuresu / Usene Seydî 🕊


Kahramanlaştırma, markalaşma ve populerlik kültürü sebebiyle adı hak ettiği yerde değil. Dersim'in adaletli Piri, öngörülü, zeki; kavgaları durduran aynı zamanda Sey Rıza'nın hata yapmasına engel olan toplum insanıdır. Kasım 1937'de idam edildi. Bedeni nerede bilmiyoruz; ancak ruhu Dersim'dedir. Sevgi ve hürmetle,

Uşene Seydi/ Khuresu'nun son sözleri:

"Qomo,ez sonu, reyna peyser nêeno. Welate Kırmanciye bavokê sımao. Xatır ve sıma qomo! Ez zanon ke, yê ma lao, yê sıma ke qelfeo! Ninu ke teseliya xo mara gurete, nafa ke cêrenê ra sıma ser, mevazê ke ağlerê Dêsimı ke eşti darê ma xeleşime."

Türkçesi:

"Halkım, ben gidiyorum, birdaha geri dönmeyeceğim. Vatanımız Kırmanciye sizlere emanettir. Ahali, hepinize elveda! Biliyorum, bize darağacı, sizinkisi de zulümdür! Bizden kurtulduktan sonra size dönecekler. Demeyin ki, Dersim'in önde gelenleri asıldıktan sonra biz kurtuluruz!"

“Kutsal Anne” postta nerede? – Ceren Ataş



Anneliği kutsayan kaç Dede, bugün posta Ana ile beraber oturuyor? Analık makamının vurgusu burada dikkatinizi çekmeli; çünkü Pir Ana olmak ne anne olmaktır, ne çocuk doğurmakla alakalıdır. Çocuğu olmayan kadın da Pir’dir, Anadır! Malum yol anne değil, Ana değil, “Yol kadındır” diyoruz, işte tam da bu yüzden! Çocuk doğurduğu için kutsallaştırılan anne değil, Yol’u kurup yürüttüğü, Yol’u tüm toplumu aktaran cinsiyet olageldiği için her türlü değeri hak eden kadındır.
Anneler günü dolayısıyla sosyal medyada yer alan paylaşımlar ve genel olarak toplumun anneliğe bakışı birçoğumuzu olduğu gibi beni de bu konuda yine düşünmeye yöneltti ve “annelik” üzerine yazmaya karar verdim. Özellikle Alevi toplumunun anneler günü ve anneliğe kattığı anlamı ele almak istiyorum bu yazıda. Ancak yazıya başlarken şunu belirtmek isterim: çocuk doğurmak kadınların kararıdır, çocuk doğurmamak da! Konumuz bu değil! Anne olmak aşka bir şey, annelik başka bir şey. Bu yazıda “anneliği” ele alacağım.

“Anne olan erkekler”

Anne olan erkekler diyorum çünkü sosyal medyada Alevi kurum temsilcileri ve Dedelerin anneler günü ile ilgili yaptığı paylaşımları incelediğinizde şunu göreceksiniz: Ya anneliği kutsallaştırıyorlar ya da annelerden rol çalıyorlar. İkincisi ile başlayalım.
Anneler günü ile ilgili yapılan açıklamalarda erkekler,
“Bana bu duyguyu yaşattığın için”
“Bana bu çocukları doğurduğun için”
“Çocuklarımı çileyle bugünlere getirdiğin için”
Gibi cümleler ile kendilerini anneler gününün odağına yerleştirdiler. Kadınlara bahsettikleri çileyi yaşatan erkekler hızını alamayarak yine günün yıldızı oluverdiler(!) Diğer yandan şunu da görmek lazım, özellikle Alevi Dedeleri anneler gününde anneliği kutsallaştırıp, annelere teşekkürler ederken, Alevi inanç önderleri Anaları görmezden gelmeye devam ediyorlar.
Ama laf başka pratik başka. Alevi kadınların boş lafa karnı tok. Anneler gününde bile kadınlardan rol çalarak anneleri, anneliği kendileri üzerinden “öven” Dedeler, İnanç Kurullarının başkanları neden Ana değil de Dede? Üstelik neden hep Dede anneler gününde çıksın bunu açıklasın. Neden o inanç kurullarında eşit başkanlık yok bunu açıklasın. Neden Dedelerin sayısı bu kadar çokken Anaların sayısı az, biz kadınlara bunların hesabını versin.

“Kutsal Anne” postta nerede?

Anneliği kutsayan kaç Dede, bugün posta Ana ile beraber oturuyor? Analık makamının vurgusu burada dikkatinizi çekmeli; çünkü Pir Ana olmak ne anne olmaktır, ne çocuk doğurmakla alakalıdır. Çocuğu olmayan kadın da Pir’dir, Anadır! Malum yol anne değil, Ana değil, “Yol kadındır” diyoruz, işte tam da bu yüzden! Çocuk doğurduğu için kutsallaştırılan anne değil, Yol’u kurup yürüttüğü, Yol’u tüm toplumu aktaran cinsiyet olageldiği için her türlü değeri hak eden kadındır.
Anne olmak kadın olmakla aynı değildir. Her kadın da anne değildir. Annelik kadın olma hallerinden biridir. Ama kadın olmak bundan çok daha fazlasıdır. Aynı şekilde isteyerek çocuk doğurmayan, çocuk doğurmaya bedeni uygun olmayan, transkadınlar ve hetero ilişkileri reddeden lezbiyen kadınlar da var. Kadın olmak sadece bedensel özelliklerle tanımlanamaz. Yani her memesi olan kadındır, memesi olmayan kadın değildir diyemeyiz. Bunlar aşılalı çok oluyor, Alevilerin muhafazakâr, cinsiyetçi, homofobik, trasfobik olmaktan çıkmalarının zamanı geldi de geçiyor bile.
Aynı Dedeler gibi Alevi kurum temsilcileri de anneler gününde “çilekeş”, “cefakâr” annelere övgü dolu videolar yayınladılar, açıklamalar yaptılar. Peki kendi cemevlerindeki kadınlara sormak lazım bu erkekler kadınları kutsal gördükleri gibi kendilerini de kutsal olarak tanımlıyorlar mı? Yoksa kadınların emeğini çalan erkekler anneliği kutsal göstererek emek hırsızlıklarını daha mı kolay sürdürüyorlar. Yani kadınlar evde ve cemevlerinde bir yandan erkekler için çalışıp sömürülürken, diğer yandan kutsallığın verdiği huzurla baş eğmeye devam mı ediyor?
Ayrıca burada Alevi inancıyla çelişen bir açıklamaya da değinmek isterim, “Cennet anaların ayağının altındadır” cümlesini yazan Aleviler, Alevilikte cennet cehennem var mı? Diye hiç düşünüyorlar mı?  Devriye nedir, bir araştırsınlar. Ve anneler gününde kadınları anneleştirerek ehlileştirmeye çalışan Dedeler dönüp inancında olmayan cennet cehennem cümlelerini kullanan toplumlarına baksınlar. Aleviler cennet cehennem diyorsa demek ki Dedeler işlerini iyi yapmamışlar, inançlarını topluma öğretememişler. Bununla meşgul olsunlar, kadınları annelikle kandırmakla değil.

Cinselliği Yok Edilen Kadınlar

Yazının girişinde vurguladığım gibi, çocuk doğurmak veya doğurmamak kadının tercihidir. Dolayısıyla doğuran kadını yüceltmek anlamsız olduğu gibi, doğurmayan kadını eksik olarak göstermeye çalışmak kimsenin haddi değildir. Annelik kurumu nedir, toplumsal bir rol olarak annelik nedir kadınlar bunları iyi görmeli. Kadının çocuk doğurarak birkaç kişinin annesi, bir erkeğin mülkünde “karı” olmak zorunda olmadığı gerçekliğini görelim. Bu sosyal pozisyon kadının cinselliğini, kadının arzularını elinden alıp onu “çilekeş, emektar, cefakar” anne kalıbına sokarak güzelleyip, allayıp pullayıp kadını kendi kimliğinden ve benliğinden uzaklaştırıyor. Çocuklara anne, bir erkeğe karı olarak evin içine hapsediyor, çürüterek tüketiyor.
Tüm bu cinsiyetçiliklere karşı bir başkaldırı sloganı olarak feministlerin ürettiği “Anne değil, kadınız” sözü üzerine kadınlar olarak hep beraber düşünmeye, konuşmaya ne dersiniz?

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Dêsa Khurêsu / Khuresu Deyişi (Kırmançki-Türkçe Sözleri)


Dêsa Khurêsu

Dilê, dilê mi sêwda
Min o qelbê pakîa veng da
Wesa sewda ced û celalê ma
Ced û celalê ma

Desmîş bîyo vaê qulba
Danga de qedîyo kinkorê mîya
Kinkorê mîya
Domana tawugî guretî dere ro rada
Ama çiğê pê waranê ma
Berdê dı biray û ju zama
Çiğê des û dı koa
Bırno vengê nêw tena
Çığo yêno, çığê nî şuya
Dı tenî biray û ju zama

Berdê kerdê koka tuya
Duzgi; meyîtanê ma nede lu û kuza
Nede lu û kuza

Xormeçikî vecîye be serê silondia
Destî kerdê cêba
Nêdanê ma bêl û huya
Vanê “meyîtanê Khurêsa danîme lu-kuza
Danîme lu û kuza”

Ezo vecîyan be dîyarê gedîga
Mi verkerd hîrêsey û şeşt û ses ewlîya
Verê xo çarna qulba
Mihemedî ko de silam da
Kokim şî ver riza
Mi va “ya Mihemmed Mistefa
Derdê mi rê ti çêber nanay pira
Ti çêber nanay pira”

Kokim, bekçîyê koana o tepîya
Bekçîyê kou vecîya
Sewle da çar kosê düna
Ko û gerîsa de kerd va
Tozike kerd çimanê ma
Bozatli Xizirî boğaz de huzur da
Mi derdê xo ci rê va
Duzgi ver be ci lewna
Pê ma de amê seda
Seda Yımamsene Usênê Kerbela
Hudê Kerbela

Qelbê zatî bî hîra
Vengê ma şîyo düwa
Perda eceli maben be ma bırna
Sêyd Elî ve Sêyd Hesenî u Sêyd Weli ra wazenê şêrê qirbana
Şêrê qirbana

Çiğî ser o girê da
Elaîya gerçega
Zilfiqar sana ci çığ terqa Sêyd Elî veng u mi da
“Bao, be ez o îta

Ez be qirbanê sima”
Min o hîrê roc u hîrê sewî veng da
Çaê bîya sebebê ma

Hurendîa ma hurendîa gerçega

Car ama de resa
Xizirê serê khelek û gemîya
Ax huuu. . .

Car ama de resa
Xizirê serê khelek û gemîya


Tekst: Anonîm
Vatox: Pulir ra Firik DedeQeydkerdox: Cemal Taş


Khuresu Deyişi

Yürekten, yürekten, sevdamla
Temiz kalbimle çağırdım
Hoştur sedası büyük ceddimizin
Büyük ceddimizin
Kükremiş, deşmiş kıblenin fırtınası
Ağılda tükenmiş koyunların kınkoru
Koyunların kınkoru*
Çocuklar kızaklar aldı dere yukarı açıldı
Gelmiş yaylalarımızın sırtındaki çiğ
Götürmüş iki kardeş ile bir damadı
On iki dağın çığı
Sesini kesmiş, bertaraf etmiş, dokuz adamı
Çığdır gelir, bu sırtların çığı
İki kardeş, bir damadı
Sürüklemiş dutların köküne götürmüş
Düzgün, ölülerimizi tilkiye sansara vermeyesin
Tilkiye sansara vermeyesin
Xormekliler çıkmışlar gübreler üzerine
Ellerini koymuşlar ceplerine
Bize vermiyorlar beli, küreği
Diyorlar Khuresu cesetlerini tilkiye sansara vereceğiz
tilkiye sansara vereceğiz
Çıktım doruklar karşısına
Yüzümü döndüm üç yüz altmış altı evliyaya
Yüzümü döndüm kıbleye
Mıhemmed dağda selam verdi
Ak sakallı bilge gitti karşısında ricaya
dedim, ey Mıhemmed Mustafa
Derdime sen olursun çare
sen olursun çare
Ak sakallı bilge dağların bekçisidir yine
Dağların bekçisi çıktı
Işıdı parıldadı dünyanın dört bir yanı
Dağlarda tepelerde estirmiş rüzgarı
Tipi gözlerimize doldu
Boz atlı Xızır boğazda huzura durdu
Derdimi kendisine söyledim
Dizginleri o yöne doğru oynattı
Arkamızdan seda geldi
İmam Hüseyin’in Kerbela sedası
Hudey Kerbela
Zatın gönlü açıldı
Sesimiz ulaşmış Divan’a
Ecel perdesi aramıza indi
Seyd Eli, Seyd Hesen ile Seyd Weli’yi ayaklandırın gitsinler kurbanlara
Gitsinler kurbanlara
Çığ üzerine bağlamışlar
Gerçekler alayı
Zülfikarı salladı, çığ içinde gürledi
Seyd Eli beni çağırdı
“Baba gel buradayım”
Ben size kurban olayım
Üç gün üç gecedir yalvardım, çağırdım
Niye bize sebep oldun
Yerimiz gerçeklerin yeri
İmdadımıza yetişti
Khelek ile gemilerin serveri Xızır, deryaların denizlerin
Ah hüüüü
Carımıza yetişti
Khelek ile gemilerin serveri Xızır


Yöre: Dersim

Beste: Sey Qaji





2 Mayıs 2020 Cumartesi

Heykeli Dikilen "Deli" Sey Uşên



Dersim merkezde eli çenesinde duran bir adamın heykeli vardır: Sey Uşên

Kimisine göre Sey Uşên delidir, fukaradır, kimisine göre ise Pirdir, peygamberdir, evliyadır. Onun hikayesi için iki farklı anlatım var, bir kesim evlendikten sonra karısının kendisini terk etmesi üzerine "delirdiğini" söylerken diğer kesim bunu reddediyor. Zaten evlenmeden evvel de kendisinde farklı tepkiler varken bir tartışmada 12 saat boyunca bağlı tutulması sonrasında tamamen "deliriyor". Esasında bu bir kopuş noktasıdır. Örneğin, Sey Uşên, bundan sonra karısına elbise alıyor, diğer gün gelip "Bu elbiseyi sana kim aldı" gibi çelişkiler yaşatıyor. Karısı gittikten sonra ise kendisi de köyden çıkıp Dersim şehir merkezine yerleşiyor.

Çok çalışkan, hatta üç işçi gücünde çalışırken Sey Uşên merkezde 40 sene sokakta yatıyor. Dersim halkı kendisini çok seviyor, yemek yediriyor, üzerini değiştiriyor, onu yıkıyor. Onun gelmediği gün olursa herkes endişelenip onu aramaya koyuluyor. Ona yemek vermeyen ya da onu kıran olursa "başına iş geleceğine" inanılıyor!

Sey Uşên'in para ile hiçbir bağı yok, kendi kendine konuşup kulaklarına sigara takan hali,kimsenin bilmediği şeyleri bilmesi onu halk gözünde sırlı hale getirmiş. Ona peygamber diyen çoktur. Bunda Dersim'in en büyük kutsal ocaklarından Khures soyundan gelmesinin de etkisi vardır. O deli değildir; budaladır, Hakk'ın sırrına ermiştir!

Halktan beslendiğini şu anlatı ile anlıyoruz: sokağa çıkma yasağı varken Sey Uşên kimseyi göremeyince sokaktaki askere saldırır "Kullarıma ne yaptınız?" der, yasak bitince sokağa çıkan ilk kişiye sarılıp ağlar, "Beni neden bıraktınız?" diye. Onu herkes çok sevip çok saygı gösterirken bir gece bir şizofreni hastası tarafından kafasına taş vurularak öldürülür. Arkasından ağıtlar yakılır, klamlar yazılır... Söylenene göre Sey Uşên'in cenazesine Dersim'de yaşayan halkın %80'i katılmıştır.

Türkiye'de ilk defa bir "delinin" heykeli Dersim'e dikilmiştir. Sey Uşên'in heykeline bugün mum yakılır, dilekler dilenir, mezarından toprak alınır. Dersim halkının deli veya evliya olarak benimsediği bu zata hürmeti halkın insana bakışı çok güzel anlatıyor.