7 Ağustos 2015 Cuma

İnsan Olmak

"Kusurlu bir yanımızla yüzleşip bunu kabul edebilirsek, bu yanımızın bir süre sonra ortadan kalkma olasılığı da artar. Bu çoğu kez bilinçli bir çabayı gerektirebilirse de, bazen çözüm hiç fark etmeden gerçekleşir. Böyle bir süreci başlatmış olmak, insanlarla ilişkilerimizde daha da etkin olmamızı sağlar. Çünkü kendimize karşı hoşgörülü oldukça diğer insanların kusurlu yanlarını da daha kolay kabul edebiliriz. Dolayısıyla onlara gerçek anlamda bir şeyler verebilmemizin gururunu yaşamaya başlarız. Bu, benliğin şişmesiyle sonuçlanan gururdan çok farklı bir duygudur. İnsanın kendisine değer verebilmesini içerir." İnsan Olmak, Engin Geçtan

23 Temmuz 2015 Perşembe

"İyi Değilim, İyi Olmayacağım, İyi Olmayın!"


Ezgi gibi olmasa da gülüyorum. Hayat devam ediyormuş ya, sokakta aniden ağlayıp sonra arkadaşımla oturunca gülebiliyorum. Ezgi gibi değil ama... Benim Ezgi gibi umut dolu gülümsemem yok, onun gibi cesur yüreğim yok; çünkü ben/ biz, kalanlarız, Ali İsmail'in, Berkin'in, Uğur'un, Ceylan'ın, Ezgi'nin, Polen'in ardından bakanlarız. Onları kardeş gibi sevip, onlar için "unutmamak" dışında hiçbir şey yapamayanlarız. Her gün gülümsediğinde vicdanıyla burun buruna gelen birkaç insanız. Melda Onur, Suruç'ta katliamın olduğu gün "Ülkemizin vicdanını yok etmeye çalışıyorlar." demişti. Doğru, çalışıyorlar. Ülkede istedikleri bizim yok olmamız! Bizim vicdanımız bu güzel insanlardan geriye kalandır, parça parçadır...

1 Mart 2015 Pazar

Hava Değişikliğine Ne Dersin?

Çok sevdiğiniz bir şehirde gezmek/ zaman geçirmek için kaç gün isterdiniz? İyi düşünün... Çünkü öyle bir şey ki, ilk gittiğiniz gün içinizde bir sıkıntı oluyor, ikinci gün alışma süreci ve üçüncü gün orada kalmak istiyorsunuz. Evet, bende böyle oldu. Üçüncü günden sonra Londra'da düzenim oturdu, yolları biraz öğrendim ve alıştım. 17-25 Ocak 2015'te yaptığım bu geziden birkaç not düşeyim mi?


İlk gün elbette çok yorgun olduğumuz için gezemedik, sadece kaldığımız kasaba bölgesinde biraz turladık. Daha sonraki gün Alexandra Palace'a gittik. Saat öğlen 12'yi. İngilizler bira içiyor, kitap okuyor ve sohbet ediyorlardı. Tabii, en dikkat çekici olan o soğuk havada incecik giyimleriydi! Neyse Alexandra Palace'a dönersek, güzel bir yapıydı. Anladığım kadarıyla içerisinde konser gibi etkinlikler de gerçekleştiriliyor. Biz gittiğimizde de bir spor etkinliği vardı. İçerisinde cafe vs. mevcut. Ancak buranın en güzel yanı, her yeri görebiliyor olmanız. Ben gördüm! Bknz:


Sonra bir de içeride Alman usulü hot dog yedik, mis. Tek sıkıntısı soğan yoktu, aşağıda resimdeki beyazlıklar lahanadır efendim.




Yukarıdaki iki resim Willow Road'den, bir özelliği olduğu için değil (gerçi bir özelliği vardıysa da ben öğrenmedim) çok beğendiğim için. Genellikle İngilizler yaşıyor, sessiz sakin bir bölge, çok güzel.


İlk önce uzaktan resmini çektim London Eye'ın, daha sonra gittim, bindim. Manzarası şöyleydi:



Ve tabii meşhur Covent Garden'a gitmeden olur mu? Olmaz. Burada kültür sanat aktiviteleri var, konser vs. Hep canlı, insanlar sokaklarda dans ediyor, şarkı söylüyor; hep neşeli müthiş bir yer. İki kere gittim, ikisinde de inanılmaz eğlendim. Söylemek gerekirse biraz da pahalı. Gece görünüşü için bknz:


Biraz daha populer şeylere gelirsek, hmm, mesela Londra denildiğinde akla gelen ilk 5 şeyden biri? Tabii ki kırmızı otobüsler. Bir gün eve giderken, Aylin Aslım'ın Hadi Buyur adlı radyo programını takip ediyordum. Her programda dünyanın çeşitli yerlerinden dinleyiciler resimler çekip Twitter'da kendisine gönderiyordu. E, madem kırmızı otobus var elimizde, ben de bu kervana katılayım dedim.


İngiltere'ye gitmeden önce, bu ikinci gidişim olmasına rağmen herkes "Mutlaka İngiliz kahvaltısı ye." dedi. Ben ilk gittiğimde çok sevmiştim, bu yüzden halamdan rica ettim, o da seve seve götürdü beni bir sabah. Şimdi tabaktakiler: bacon, yumurta, mantar, sosis, kuru fasulye ve patates; ancak resimde de görüldüğü gibi patatesi tam nasıl yapmışlar ben çözemedim. Çok lezzetliydi. "Ceren hepsini yedin mi?" dediğinizi duyar gibiyim. Elbette yedim!


Peki meşhur beş çayı? Muhteşem kurabiyeler ile.


Ben oraya elbette yemek yemek için gitmemiştim; ama gidince nimetlerinden de faydalanmış oldum. Çok gezdim, İstanbul'da yürümediğim kadar yürüdüm, çok yürüdüm... Çektiğim fotoğrafın sayısını bilmiyorum hangi birisini buraya koyayım... Öyle de alıştım ki oraya, kalmak istedim birkaç hafta daha. Yazın yine gideceğim, döndüğümde sizi bir blog'um daha bekliyor olacak!