5 Aralık 2012 Çarşamba

0113

Param pulum yok; ama borç yazdırmam bakkala. Giderim komşudan ekmek çalarım. Sen yeter ki misafir ol gel bana.

Alıntılarla yaşıyorum.

05122012



Vedalaştıktan sonra kapıyı kapattım. Masaya geri döndüm. Çayımdan son bir yudum alacakken gördüm, sigarasını söndürmeden gitmiş.

Bu bir hikâyemin başlangıcıdır. "Ee sonra?" demeyin. Sonraları sevmiyorum.

30 Kasım 2012 Cuma

Manzaralı Oda




saat gibi kurulmuş
biz bize vurulmuşuz
kapıları sürmelemiş
kedere boyanmışız
uyumuş uyanmış
bir su içip yatmışız
elimi tutmuş
rüyaya dalmışız
o döner ben dönerim
o biter ben biterim
a benim ağlatanım
a benim gül gecelerim
bu manzaralı odada
o bizim son gecemizdi
uykudan önce
bir damla gözyaşı
dökmeyi unutmayınız
yazdık duvarlara
bizden sonra kalanlar
okusun diyerek
ayrılığın kapıda
beklediğini bilerek
kapıları çektik
gözyaşı dökerek
o susar ben susarım
o yanar ben yanarım
a benim ağlatanım
a benim ağlayanım
kalp atışlarını dinlediğim sevgili

Bir gün Nazan Öncel ile tanışırsam ya da onu herhangi bir yerde yakalarsam, şu gözyaşlarının hesabını soracağım. Bir de kalbinden öpeceğim.

15 Eylül 2012 Cumartesi

Diyarbakırlı Ahmet

Dersim'de bizim köyde evlerimizi yaptırdığımız bir adam vardı, Ahmet. Herkes ona Diyarbakırlı Ahmet diyordu. Yanında bir sürü Diyarbakırlı akrabasıyla beraber köyümüze gelip inşaatta çalışıyorlardı. İlk zamanlar hatırlıyorum bir evde kurbanımız olmuştu, biz de inşaatçılara et götürmüştük; ama yememişlerdi. Zaten öncesinden beri su bile içmiyorlardı bizden. Meğer Aleviyiz diye elimizden yemek yemenin günah olduğunu düşünüyorlarmış. Gerçi düşünseler böyle bir aptallık yapmazlar, bir ezberdir gitmiş onlarda. 

Zaman geçti, başka evler de yaptılar ve sonuç olarak senelerdir bizim köye gelip gidiyorlar. Diyarbakırlı Ahmet bizden yemek yemeğe başladı. Bayağı da iyi anlaştılar köydekilerle. Neyse, ben bu yaz Dersim'e köye gittiğimde Diyarbakırlı Ahmet'in bizimle beraber çay içmesine şok oldum; çünkü Ramazandı. Adam oruç tutmuyordu. Hadi onu da geçtim, Ramazanda rakı da içiyordu. İçimden dedim ki "vay Diyarbekirli Ahmet, elimizden içmediğin suyla şimdi rakı içiyorsun!"

"Su Çatlağını Buldu"


Sen ne kadar güzel bir insansın.

17 Ağustos 2012 Cuma

Вальс



Kendinize şu videonun içinde, ister toprağın üzerinde, ister piyanonun içinde, ister Evgeny Grinko'nun sigarasının külünde, isterseniz de müzikte sığabileceğiniz bir yer seçin. Kuşlar gibi özgür, güneş kadar umutlu...


5 Ağustos 2012 Pazar

Çaya Niye Gelmedin?

Çantana not defterini, kalemini, gözlük kabını, cüzdanını ve de yolda okurum diye niyetlendiğin kitabını alır evden çıkarsın. Ne otobüste ter kokan adam ne de sürekli ona yer vermeni bekleyen yaşlı teyzeler sıkmaz canını. Trafiğin bile insanın canını sıkamadığı nadir zamanlar vardır, bu gibi zamanlardır işte. Bir hasretlik, bir kavuşma düşüncesi. Defalarca gidip beklediğin yerde hiç yılmadan yine beklemek...

Hava güzeldir veya değildir, pek umurunda değildir. Gidersin oraya, vaktinden 15-20 dakika önce. En güzel masayı seçersin. Daha doğrusu en "yalnız" masayı. Oturduğunu gören garson gelir tabii, "Bir arkadaşı bekliyorum." dersin ve gider. Gerçekten de bir arkadaşı "beklersin". Hep buluşma dakikasına kadar bir umudun olur, tam buluşma dakikasında ise 5-10 dakika gecikebileceğine dair bir parça umudun kalır. Yarım saat fazladır, bir saat çoktur. İki saat buradan birkaç bardak çay içip kalkmanın ayıp olacağını gösterir ve yemek de yersin. Yolda okurum diye yanına aldığın kitabın da sana yoldaşlığı bitiverir...

Böyle şeyler olur tabii, bazen. Herkesin başına bir kez gelir; ama birkaç kez değil. Sahi, çaya niye gelmedin?