18 Aralık 2023 Pazartesi

Asimilasyon Erkanı: Alevi Cenazeleri – Ceren Ataş

 Asimilasyon Erkanı: Alevi Cenazeleri

14 Aralık 2023

Ceren Ataş


Alevilik için İslam'ın mezhebi mi, felsefi bir yorumu mu, yoksa kendi başına bir inanç mı olduğu tartışmalarını Cumhuriyet, Osmanlı’dan devralarak sürdürüyor. Ancak belirtmek gerekir ki Osmanlı’nın Alevilik inancına karşı tutumu esasen inkar, imha ve yok etmek üzerinedir. Cumhuriyet ise kuruluşunun ilk yıllarında hem bu yollardan medet umarak ilerlemiş ama hem de Türk İslamcı asimilasyon politikalarının temellerini atmıştır. Akademik tartışmaların haricinde, Aleviliğin tanımlanmasına dair devlet beyanlarında ve fetvalarında Aleviliği tehlikeli bulan, “yok edilmesi gerekli” diye kodlayan, Osmanlı’dan aldığı mirasla Cumhuriyet geldiğimiz aşamada Aleviliği ve Alevileri ötekileştiren, nefret duyulan ve asimilasyonu amaçlayan tutumu ile yüzyıllardır içinden geldiği devlet geleneğini ısrarla sürdürmekte.


Akademilerde Alevilik araştırmalarının artması nedeniyle Alevi araştırmacıların üzerine en çok eğildiği konulardan birinin Aleviliğin İslam içi olup olmadığı tartışması oldu diyebiliriz. Bu tartışmaları taraflı bulmakla beraber teolojik olarak cevap vermek için Aleviliğin kendi başına bir inanç olduğuna ruhun ölümsüzlüğü ve sürekliliği başlığı üzerinden bakmanın dahi kafi geleceğini düşünüyorum. Her inancın felsefesi, çeşitli yorumları, uygulamaları, farklı ibadet biçimleri olabilir ancak hayatı kavrayış ve mevcut hayat sonrasını algılayışı, eğer bu inançlar ortak kaynaktan beslenmiyorlarsa farklıdır. Alevilik, kimi araştırmacıların yorumuna göre İslam-Hristiyanlık-Şamanizm vb. dinlerin sentezi olarak ortaya çıkmış heterodoks bir inançtır. Bu yorumu yapan araştırmacıların Aleviliğin varoluş anlatısına ve devriye meselesine mutlaka bakmaları gerekmektedir. 


Alevilikte varoluş

“Alevilik inanışına göre ‘yaratılış’, kudretten kopan ve arşta asılı duran bir kandilden (Güneş) gelen ışığın yeryüzüne ulaşması ile başlamıştır. Bu nedenle Aleviler, yaratan ve yaratılanlar olduğu fikrine uzaktırlar. Alevi inanışında yaratan ve yaratılan birdir. Yaratılmışların bütünü yaratanın kendisidir. Vahdet-i Vücut (Varlığın Birliği) olarak ifade edilen bu Alevi inanışı, İslam kalıplarına sığdırmak mümkün değildir.” (Temir)


Aleviliğin varoluş anlatısından tüm inançsal ritüellerine bakıldığında özgün bir inanç olduğu ortadadır. Haşim Kutlu varoluşu şöyle ayırır: “İslam yaratılışa ilişkin verdiği cevapta örneğin 'Kun fe Yekun' derken, Alawi, 'Enel Hak' demektedir. İslama göre bütün bir kainat ve kainatı oluşturan varlıklar, öncesiz ve sonrasız olan, doğmamış, eşi ve benzeri olmayan, sıfatsız ve mekansız olan 'Rab-Allah' tarafından, önceden düşünülmeden, tasarlanmadan, her şey olduğu ve görüldüğü gibi yaratılmıştır. O, 'Kun fe yekun' demiştir, yani 'ol' demiş oluşmuştur.

Alawi'nin cevabı ise bunun tam tersidir. Ona göre 'varlık ve cihan olmadan önce O vardı'. O bir 'Nur'du ve 'varlık ve cihan o nur deryasında nur'du. Nur kendi kendisini doğurdu. Varlık ve cihan Hak kapısından, yani doğum kapısından gelerek sıfat ve mekan edinen, vücut bulan Hakk'tır. Yani 'Nur'dur. 'Aynayı tut yüzüne bak işte o sensin' Alawi'nin 'Her şey yaratıldı bir noktadan/ Nokta gizlidir esrarı yezdan' derken ifade etmek istediği budur. Bu, yaratılışa ilişkin Alawi cevabıdır ve ölçüdür.” (Kutlu)


Alevilikte kadın konusunu ele alan araştırmacı Gülfer Akkaya da benzer bir noktadan konuyu ele alarak “Bütün din-inançlar birbirini her zaman etkilemiştir. Aksi düşünülemez. Oysa inançlar birbirinden etkilenirler. Etkilenmekle aynı şey olmak birbirinden çok farklıdır. Bugün Alevilik inancı için İslam’a dahildir diyerek buna ilişkin Hz. Ali ve 12 İmamları gerekçe gösterenlerin gözden kaçırdıkları budur. Bunlar Aleviliğe İslam’dan geçmiştir; ama bunlar Aleviliğe çok sonradan dahil olmuş, Aleviliğin birçok unsurundan sadece biridir ve elbette asla tamamı değildir. Alevilik bunun çok öncesi ve çok daha fazlasıdır. Bu unsur dahilken bile inkar edilmeyecek olan şey Aleviliğin kadim ve kendi felsefesi, teolojisi bulunan bir inanç olduğudur. Başka bir inançtan etkilenince o inancın kendisi ya da mezhebi olunsaydı bugün tek tanrılı din-inançların hepsini bir tek ad altında toplamamız gerekecekti. Ve mesela İslam’a Yahudiliğin bir mezhebi gibi bakmamız gerekirdi. Bu mümkün mü?” (Akkaya)


Yukarıda Gülfer Akkaya’dan alıntıladığım gibi, elbette dünya tarihi ve coğrafi komşuluklar inançları, insanları etkiler ve bu normaldir. Kültürler de dinamiktir. Ancak bu temaslar inançları başka bir inancın alt başlığı haline getirmez. Egemen olanın altına bir sığıntı gibi döşeyip ezmeyi gerektirmez. Dolayısıyla bu makalede Alevilikteki devriye meselesine eğilerek Alevilik inancının özgünlüğünü ele alırken bir yandan da Alevi kurumlarının yarattığı asimilasyonu ve çelişkileri ortaya koymak istiyorum. 


Devriye

Neden devriye konusunu incelediğime gelirsek; gerek Alevi deyişleri, gerek Alevi sözlü tarihi, gerekse Alevi hafızası Aleviliğin, kendi yorumu ve söylemiyle, en başından beri var olan, var eden ve bir devinim olarak devam eden bir inanç olduğunu ortaya koyuyor. Ve bu ortaya çıkan tüm eserlerde, anlatılardan devriye başlığı mevcut. Ali’nin don değiştirmesi (başka bir bedende can bulması), Sıtkı’nın on dört bin yıl pervanelikte gezmesi, Harabî’nin vahdetnamesi, Şiri’nin “Şu fena mülke çok gelip gittim/ Yağmur olup yağdım ot olup bittim/ Urum diyarını ben irşat ettim/ Horasandan gelen Beştaş idim ben” şiiri ve niceleri... 

Hal böyle iken 2015 senesinden beri İstanbul içerisinde bulunan cemevlerine yaptığım çalışmalarda ve alan çalışmalarımda özellikle cenaze erkanları hep dikkatimi çekti. Erikli Baba Cemevi, Garip Dede Cemevi, Tuzla Cemevi, Esenler Cemevi, Gazi Cemevi, Okmeydanı Cemevi, Erenler cemevi, Hacıbektaş Cemevi… Katıldığım cenaze erkanları, cemevinin içerisinde yapılan cem erkanlarından farklıydı. Sanıyorum Alevilikte İslamî asimilasyonun en başarılı olduğu alan cenazeler olmalı. Bu cemevlerinde yapılan cenaze erkanları üç aşağı beş yukarı aynıydı. Hatta Hakka yürüme erkanı adıyla çıkarılmış kitaplar tüm cemevlerinde vardı. Seneler içinde cenaze erkanları daha da İslami bir hale büründü ve nihayetinde cem evlerindeki cenaze ekranlarında Alevilere namaz kıldırıldı. Rüku, sağa ve sola selam, secde, tekbir, fatiha gibi namaz uygulamaları cemevi cenazelerinde yazık ki hâlâ mevcut!


Cemevlerinin ortaya çıkmasına neden olan ihtiyaç inancın dört duvar arasına sığdırılması değildi. Ki sığmaz da, Kaygusuz’un dediği gibi: “Kaygusuz Abdal'ım sözümüz budur/ Her nerede çağırsam Hakk onda hazır.” Alevilik inancı zaten hiçbir zaman binaya, türbeye, mekana sığacak bir anlayışta olmadı. Alevi tarihi 20. yüzyıla kadar cemevi odaklı da olmamıştır, cemevi yoktur. Alevi ritüelleri kimin evi uygunsa orada toplanılarak yapılırdı. Aleviler kutsal sulara, dağlara, taşlara, dağlara, ağaçlara ve hayvanlara inanırlardı. Kentlere yoğun göçlerden sonra Alevileri bir arada tutmak için yapılan cemevlerinin engellenmek istenmesi ve devletin Alevi katliamlarını sürdürmesi cemevleri konusunu politik bir mesele haline getirdi. Ama başa dönersek özellikle Alevi cenazelerinin nereden kaldırılacağı ihtiyacı da cemevlerinin varlığının başat bir gerekçesi olmuştur. Aleviler ve Alevi kurumları tarafından bu ihtiyaç önemsenmiş ve öncelleşmişti.

(Dewe Khures, Zeve Köyü. Kureşan Ocağı’nın bulunduğu köy.
Kureşanlı Pir Ana & Dedelerin eski mezar taşları. Nazımiye, Tunceli)


Cenaze erkanı adı altında asimilasyon

Bu bağlamda “cenazelerimiz camiden kalkmasın, namaz kıldırılmasın, dardan indirme erkanı sürülsün” diye açılan cemevleri bugün Türkçe namaz kıldırıyor. Bir Alevi olarak namaz kılmayı bilmediğim için ve benim gibi diğer Aleviler de bilmediği için Türkçe duyduğumuz duaların başka yerlerde de geçtiğini bilmiyor olabilirdik. Kuran’da geçen, “Her canlı ölümü tadacaktır” (Âl-i İmran, 3/185; Enbiyâ, 21/35; Ankebut, 29/57) ayeti “her can” diye Alevi diline döndürülerek söyleniyor cemevlerinde. Diğer yandan cemevlerinde Alevilerin katliama duyduğu tekbir kelimesi yerine “Allah yücedir” cümlesi cenaze erkanında üç kere söyleniyor, aynı namazdaki gibi. Ancak Türkçe “Allah yücedir” cümlesi, “tekbir” gibi korkutucu olmadığı gibi namaz kılmayı bilmeyen bir topluluğa da dokunmayabilir.


Cemevi cenaze erkanlarına baktığımızda Aleviler tüm ritüellerini cinsiyetçi olmadan kadın erkek beraber yapar. Alevilik inancına göre kadın ve erkek cinsiyet üzerinden değil, nurun parçası oluşları üzerinden görülür, aynı ve eşit olarak kabul edilir. Bu nedenle cinsiyetsizdirler yani kadın erkek herkes can’dır, birdir. Alevilik ritüellerini can olarak gerçekleştiren Aleviler cemevlerindeki cenazelerde birbirlerinden ayrı ve uzak durmak zorunda bırakılıyordu. Dualar Türkçeleştiği gibi Aleviler de değiştiriliyordu. Ya erkekler tabutun önünde kadınlar ise belli bir mesafe arkada (Tuzla cemevi örneği) ya da erkekler yine tabutun önünde kadınlar ise kuytu bir köşede (Erikli Baba Cemevi örneği) kendilerine yer bulabiliyordu. Cinsiyetçilik temelli bu yerleştirme İslam'da haremlik selamlık olarak adlandırılan uygulamadır. Alevi köylerinde ve tarihinde haremlik selamlık uygulaması yoktur, yani kadın ve erkeğin birbirinden ayrı yerlerde durma uygulaması yoktur; çünkü tüm Alevi ibadetlerinde, her Alevi ortamında kadın erkek birlikte yer alır, kadın erkek eşitliği vardır. Her Alevi birdir, aynıdır, candır. Ayrıca Alevilik inancı Analar ve Dedelerle yürütülür.


Benim 2019 senesinde Tuzla cemevinde katıldığım bir cenazede dede eline mikrofonu alıp "Bayan canlar lütfen arkaya, erkeklerin arkasında hizaya duralım" demişti.  Bu cümle ve ideoloji Alevi toplumunun hiçbir yerinde yoktur, olamaz. Tek bir Alevi yoktur ki bu cümleyi savunabilsin. Aksine Aleviler “Bizde eşitlik var” diyen toplumdur.

Diğer bir mesele ise aynı Cem erkânı gibi cenaze erkanını da bir erkeğin, dedenin, tek başına sürmesidir. Yani kadın olmadan, Ana olmadan ritüelin yalnızca bir erkek olan dede ile sürdürülmesi meselesi. Halbuki Alevi köylerinde Analar cenazenin tüm süreçlerinde, Hakk’a yürüyen can hangi cinsiyetten olursa olsun fark etmeksizin her süreçte yer alır.


Dedeler cemevlerinde namaz kıldırıyor

Tekbir ve kadın erkek eşitsizliği devamında cenaze ritüellerinde yer alan üçüncü çelişkiyi ele almak istiyorum. Kendisini İslam'ın bir yorumu olarak ele alan cemevleri hariç (örneğin Cem Vakfına bağlı olanlar İslam’dır) tüm cemevleri cenaze erkanlarını tek bir dilde yani Türkçe yapıyor. Bu, cenazeye katılan herkesin söyleneni anlaması amacıyla yapılmış bir uygulama olmakla birlikte Alevilerin yalnızca Türkçe konuşmadığı gerçeği de mevcut. Dolayısıyla ana dili Kurmanci/ Kürtçe ve Kırmançki/ Zazaca olan Aleviler yok sayılıyor. Türkçeden devam edersek Fatiha Suresi Türkçe okunuyor. Bazı ayetler Türkçe okunuyor. Üç kere Türkçe “tekbir” yani “Allah yücedir” söyleniyor. Alevi toplumu sağ ve sola kafalarına çevirerek selam veriyor. Rüku’da duruyor… Açıkça namaz ritüelleri uygulanıyor. Daha da açık söyleyecek olursak dedeler cemevlerinde Alevilere namaz kıldırıyor! 


İşin garip yanı Sünni Müslüman komşular Alevi cenaze erkanlarından sonra "Bizim cenazemiz de aynı böyle, biz duaları Arapça okuyoruz sadece" diyorlar. Doğru söylüyorlar. Çünkü dedeler hem cenaze erkanını İslami usullere göre uyarlıyorlar hem de şiirsel bir dil ile devreyi anlatıyorlar. Tezat burada kendisini gösteriyor. Bu noktada devriye meselesini daha derinden inceleyelim.


“Ölürse tenler ölür; Canlar ölesi değil” Yunus Emre

Devriye Alevi inancında ruhun doğduğu bedenden ayrıldıktan sonra tekrar bir başka bedende yeniden doğmasıdır, canlanmasıdır. Ayrıca ruh türcü değildir; hayvan, insan, bitki... Canlı olan her şeyde ruh can bulabilir. İnsan hayatında nasıl bir tutumla yaşamış ise ona göre bir sonraki hayatı şekillenir. İyi olan insan iyi bir bedende can bulur. Kötü olan ise kötü bedende can bulur. Ve kamilliğe erene kadar bu böyle sürer gider. Kamil olan Hakk’ın parçası olduğunu bilir,  sırra ermek budur. Hakk’a doğrudur devrin daim olması. İnsanı kamil olmak başka bir makamdır. Herkes bu sırra eremez. Görüldüğü gibi Alevilikte ölüm yoktur, devriye vardır ve bu yüzden Aleviler “ölen kişinin” arkasından “devri daim olsun” der.


Alevilikte ölüm olmadığı için öbür dünya veya ahiret inancı da yoktur. Aleviler her sene görgü cemlerinde Pir’leri tarafından sorguya/ görgüye çekilerek iyi ve kötü davranışlarının hesabını ortaya dökerler. Alevilikte günah ve sevap yoktur. Hal böyle olunca öbür dünyada verilecek hesap da yoktur. Mükafat ya da ceza olan cennet ve cehennem de yoktur Alevilikte. Her şey buradadır. Akıp giden hayatın içinde, yaşadığımız dünyadadır. Pir’ler ve canlar huzurunda dara durmak ise bir tür yüzleşmedir. Canların kendi nefisleri ile yüzleşmesi, kendini dara çekmesi  insanı kamil olmaya girilen yolda önemli adımlardır.


Dedelerin cemevindeki İslami usullere göre uydurulmuş ibadet Aleviliğe müdahale olarak algılanır ve canlar tarafından haklı olarak sorgulanır, eleştirilir, kabul edilmez. Çünkü bunlar Aleviliğin içini boşaltmak, İslamlaştırmak için her taraftan uzanan asimilasyonun kollarıdır. Bu, yüzyıllardır katledilen, öldürülen, inancı yok edilmeye çalışılan, bu başarılamayınca asimile edilmeye çalışılan Alevi toplumunun getirilmek istendiği yerdir. Alevilere Aleviliğin inkarının dayatılmasıdır.


Bugün sadece Alevi köylerinde uygulanan ancak cemevlerinde uygulandığına şahit olamadığım bir diğer ritüel Dardan İndirme Erkanıdır. Hakka yürüyen canın bedeni meydana konur, tüm aile yakınları, eşi, dostu akrabası o meydanda buluşur. Pirler, Hakka yürüyen kişinin borcunu, kırdığı gönülleri, alacağını özetle kendisini sorgular. Rızası olmayan varsa konu tatlıya bağlanır, rızalık alınır. Hakka yürüyen canın eksiğini ailesi, musahibi tamamlar. 


“(Heterodoksi) tanımı Alevilik ya da sonradan Alevilik adı altında toplanacak olan inançlar için doğru bir kavram değildir. Örneğin Hristiyanlıkta Protestanları, İslam’da Şiiliği bu kavramla açıklamak mümkün ve doğru; oysa Alevilik kendi başın bambaşka, özgün bir inançtır. Bu yanıyla heterodoksi kavramı Aleviliği karşılamadığı gibi Alevilik bu kavramla adlandırıldığında –amaç bu olmasa da- bizzat onun inkarına, yok edilmesine, ona karşı uygulanan asimilasyon politikalarının sürdürülmesine hizmet etmiş olacaktır.

(…)

Alevilik inancında ‘yol bir sürek bin bir’ olarak tanımlanır. Bu çeşitliliğe bakıldığında bırakın Aleviliğin heteredoksi oluşunu, ontolojik olarak kendi içinde heteredoksiye müsaade etmemektedir. Çünkü heteredokside bir merkez, ana akım, yani temel, asıl olan, iktidar olan bir akım vardır. Diğerleri ona göre şekillenir, tanımlanır. Alevilikte böyle tek merkez yoktur. Yol’un tüm sürekleri değerlidir, eşittir. Yol bu süreklerin birliğidir, bu süreklerin toplamıdır. Farklılıklar ise muhalefet, sapma ya da zındıklık değil, aksine Alevileri oluşturan toplumların toplumsal, kültürel ve tarihselliklerinin ürünüdür.” (Akkaya)


Toparlarsak, Alevilik heterodoks bir inanç değildir, kendi başına özgün felsefesi olan, kendi özgün teolojisi olan inançtır. Bir yaşam biçimidir. Bir siyasi duruştur. Aleviliğin heterodoks yani “başka inançlardan meydana gelen ortaya karışık” bir inanç olduğunu savunan araştırmacıların Alevi teolojisini incelemesini istemek onlar için kahırlı olabilir ama hiç olmazsa devriye başlığını incelemelerini öneriyorum. 


Alevi toplumunun üyelerinin de katıldıkları cenaze erkanlarında yukarıda anlattığım asimilasyoncu uygulamalara sessiz kalmamalarını, itiraz etmelerini önemsiyorum. Alevi kurumlarının bu alandaki çalışmaları kıymetli. Ancak daha hızlı ve daha sonuç alıcı adımların atılması da zaruri. 

(Fotoğrafın kaynağını bulamadım; ancak Dersim’den)


Çok değil belki 100 sene önce Hakk’a yürüyen Can'ın mezarına kendi eşyaları konur, mezar taşına bir sanat eseri gibi onu tasvir eden görseller işlenirdi. Şimdi el Fatiha yazan düz beyaz mermer mezar taşlarına ruhlarımız sıkıştırılıyor, böylece inancımız kaybolup gidiyor. 

Neyse ki hakikatte devir daim ediyor ve kandildeki nur tüm baskılara rağmen hiç sönmüyor.


Kaynaklar:

Akkaya, Gülfer. Yol Kadındır. Kalkedon Yayıncılık, 2017.

Kutlu, Haşim. Alevi Kimliğini Tartışmak. Belge Yayınları, 1997.

Temir, Birsen. 100 soruda: dinlerin esir kadını ve alevi kadın... Barış Kitap, 2013.



6 Eylül 2023 Çarşamba

Eren Begali: “Bunlar hep kalp yükü, üzülüyorum”

 Eren Begali: “Bunlar hep kalp yükü, üzülüyorum” 

Röportaj: Ceren Ataş
              Ağustos 2023

kişi, şahıs, giyim, müzik aleti, kara taşıtı içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Alevi müzisyen Erene Begali ile cinsiyet uyum sürecine girmesi dolayısıyla yakın çevresi tarafından uğradığı transfobik saldırıları ve bu nedenle müzik sektöründen uzaklaştırılmasını konuştuk. 17+ Alevi Kadınlar grubu üzerinden bize ulaşan Eren, uzun zamandır müzikle uğraşan, konserler veren, Kırmançki söz yazarlığı yapan bir sanatçı. Eren ile müzik serüvenini, Alevi kimliğini, cinsiyet uyum sürecini, yaşadığı saldırıları ve ötekileştirilmeyi konuştuk:

Müzik serüveniniz nasıl başladı?

Müzik serüveni benim için ilkokul, ortaokul ve lise dönemlerindeki etkinlikler ve programlarla başladı. Önce koro ile başladı. Sonra koro içerisinde biraz fark yaratınca solist olarak okulda liseler arası şarkı yarışmalarıyla devam etti. O sıralarda bağlama eğitimi almaya başladım. Hemen hemen her Dersimli çocuğun aldığı gibi (gülüyor). Daha sonra yerel bir yarışmaya katıldım ve yerel olarak popülerliğim arttı. Bununla birlikle organizasyonlar, festivaller ve program talepleri gelmeye başladı. Derneklerin programları… 18 yaşından küçük olduğum için aileme ulaşıyorlardı. Bir anda kendimi okul merdivenlerinden çok büyük salonlarda, festivallerde, akademik konserlerde buldum. Çok iyi orkestralarda, çok iyi müzik insanlarıyla çalıştım. Daha sonra yolum Nilüfer Akbal ile kesişti. Kendisinin bana çok büyük katkıları oldu bu süreçte. Hem hocalık hem müzikal anlamda. Kendisi zaten müzikalite olarak inanılmaz usta biri. Bu ustayla karşılaşmak ve ondan bir şeyler almak bir şans. Ben de bu şansı yakalayabildim. Aynı zamanda insan olarak da birbirimizi çok seviyoruz ve hala iletişimimiz devam eder. Onunla biz anne kız gibiyizdir. Ona backvocal yaptım bir dönem. Onun sayesinde Doğu Ekin ile tanıştık ve single’ım Ze Tica, ‘güneş gibi’ anlamına gelen Zazaca spritüal deyiş yaptım. Müzik serüvenim bu kadar şimdilik, zaten genç bir müzisyenim.

Dersimli Alevi bir aileden geliyorsunuz ve bunu benimsiyorsunuz. Bu bağlamda nasıl müzikal veya inançsal etkinliklerde bulundunuz? Aleviliğinizin müzikal hayatınızdaki karşılığı nedir?

Alevi kodlarımın benim müziğimdeki etkisi elbette gözle görülür bir şey; çünkü küçükken Ali Ekber Çiçek’leri dinlerdim, sadece ezber yöntemi ile manasını anlamadığım türküleri, deyişleri söylerken bulurdum kendimi. Ev ortamında, çevremde dinlenilen müzik deyişlerdi. Dolayısıyla ilk müzikle tanışmam Sabahat Akkiraz, Ali Ekber Çiçek, Arzu, Aynur Haşhaş, Nilüfer Akbal oldu. Çok etkilediğim, ‘ay bunlar kim’ dediğim kişilerdi onlar. Televizyon karşısında çocukluğum onlarla geçti. Babam keza dinlemeyi çok severdi Nilüfer Akbal’ı. Nilüfer’in bir Alevi deyiş tarafı da vardır. Zazaca deyişleri yine aynı şekilde.

Alevi müziğinin, deyiş kültürünün müziğimi ilk bu şekilde etkilediğini fark ettim. Sonra bu eserleri dinlemekle kalmayıp repertuarıma da geçirdim. Cemevlerindeki Pirlerin hoşuna gitti, camia sevdi. Küçük bir çocuğun yedi ulu ozandan deyişler söylemesi, küçük parmaklarıyla o kocaman sazı çalması o dönemlerde çok fazla değildi. Bugün öyle değil ama o zamanlar öyleydi. Özellikle bizim bulunduğumuz bölgede… O yüzden bu dikkat çekti. İlk konserim Mahzuni Şerif Anma Gecesinde ben on yaşındayken oldu, Buca Cemevinde. Benim için çok farklı bir geceydi.

“Eğer şartlar buna izin verir ve müzik alanında daha profesyonel bir şeyler yapabilirsem çok daha başarılı olabileceğime inanıyorum; çünkü eskiden bir maske altında, farklı bir beden içerisinde bir şeyler yapmaya çalışırken şu an kendi kıyafetlerim, kendi bedenim ve kendim olarak sahnedeyim. Daha özgüvenliyim ve zihnen, bedenen daha rahatlamış bir şekilde çok daha güçlüyüm.”

Dolayısıyla kimliğimi seviyorum. Aleviliğimi seviyorum. Farklı dillerde dinlemeyi de seviyorum. 13 farklı etnik dilde şarkı söylüyorum. Müzik yörüngem değişti; ama deyiş kültürü hala var. Talep üzerine gittiğim yerler de değişiyor. Bir üniversitenin Çerkezlerle ilgili anadil etkinliği varsa Çerkezce şarkı söylüyorum. Fakat genel olarak talep cemevinden, bizim camiadan olduğu için yine repertuarım genelde deyişlerimiz, türkülerimiz ya da Dersim bölgesine ait kılamlar oluyor. Bu bağlamda katılığım programlar, etkinlikler tabii ki cemevleri, anma programlar ve bir dönem Alevi Kültür Dernekleri Genel Merkezinin Türkiye’deki şubeler kapsamında düzenlemeye çalıştığı bir proje vardı ‘Alevi Gençlik Festivalleri’ diye, bunlar sayesinde cemevlerinin gençliğiyle buluştum, çok sıcak karşılandım.  O festivallerde kültürümüzü yaşadık ve yaşattık. Orada olmak benim için çok daha samimi çünkü kendi evindesin, kendi dilinde, kendi kültüründe şarkı okuyorsun. Hepimiz birbirimize benzeriz, ben Alevi olmaktan onur ve mutluluk duyuyorum. Bu bir ayrım değil, sadece keyifli, rahat ve şanslı hissediyorum Alevi kültürünü benimsediğim için.

Nazilli Cemevinde ve Konya’da bir etkinliğe gitmiştim mesela Konya’da cemevi olduğunu bilmiyordum. Orada çok güzel gençlerle tanıştım ve bana kendilerinde iz bıraktığımı söylüyorlar. Sesimle, müziğimle onları etkilediğimi söylüyorlar. Sonrası benim üniversitemle birlikte ve benim cinsiyet uyum sürecimle beraber, açıkçası devamı gelmedi bu etkinliklerin.

Cinsiyet uyum sürecine geçişinizden bahseder misiniz? Aslında bu soruyu öncelikle sizin özelinizde soruyorum, sonra topluma dair sormak istiyorum. Hayatınızda neler değişti?

Kendi özelimde, kendi ruh halimde yaşadıklarımdan ve kendi deneyimlerimden bahsedeceğim. Çünkü bugün bilimin ne dediği, yarın ne diyeceği değişebilir. Önemli olan bence şu: bu olayın öznesi benim ve benim yaşadıklarım olmalı. Bilimsel bir gerçekliğin ortaya koyulması için önce bizler araştırılırız. O yüzden ben kendi yaşadıklarımdan bahsedeceğim.

insan yüzü, kişi, şahıs, portre, boyun içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Çok küçük yaşta zaten bir farklılığın olduğunu fark etmiştim fakat bunun toplumda bir yeri olmadığını, pozitif bir yanının olmadığını yine o yaşlarda fark etmiştim. Zekiydim ve müzisyen bir çocuktum. Müzik enerjisi ile titreşen bir çocuktum. Her şeyi idrak edip bir şekilde kendimi koruyabilen, baskılardan kendimi bir şekilde kamufle edebilen bir gençtim cinsiyet uyum sürecinden önceki dönemde. Fakat üniversite ile birlikte LGBTİ+ bireylerin haklarının olması gerektiğini ve bunun için bir şeyler yapmamız gerektiğini anladım. Bunu yaparken de benim samimi olmam gerektiğini fark ettim. Ben bir özgürlüğe inanıyorum fakat bunun hak savunuculuğunu yaparken kendi özgürlüğümü kısıtlamamalıydım. Yani kendimi daha fazla kamufle etmemeliydim. Kaldı ki psikolojik olarak da son zamanlarda erkek bedenindeyken iyi değildim. Erkek bedeninde depresyona girmiştim. Yaşam benim için kalitesiz, lezzetsiz olmuştu. Dolayısıyla artık bir yerde başlamam gerektiğine, başıma her ne gelirse gelsin, şartlar ne olursa olsun artık kendim olmam gerektiğine karar verdim. Gözlerimi kapattığımda ben kendimi nasıl görüyorsam toplumun da beni artık o şekilde görmesini istedim. Beni ben olarak görmelerini ve ben olarak kabul etmelerini istedim. Başta ailemin ve daha sonra çevremin.

“Yaşadığım onca negatif olaya rağmen,  psikolojik ve zaman zaman fiziksel şiddete, daha farklı şiddetlere rağmenher sabah kadın olarak uyanabildiğim için çok mutluyum.”

Her türlü şeye kendimi hazırlayarak, çok mecburi bir psikolojiyle ben bu sürece girdim. Sürece başlamadan önce İstanbul’da dizi-sinema setlerinde çalışıyordum. Radyo televizyon  mezunuyum aynı zamanda. Dijital sektörde, film, dizi, reklam sektöründe, kamera arkasında ekip olarak çalışıyordum. Mesai saatlerinin sıklığı müziğe zaman ayıramamama neden oldu ve o sektöre ara verdim. Ara verdiğim dönemde de sürecimi başlattım ve kendim olmaya ışık hızıyla giriştim.

Önce görüntümü yavaş yavaş değiştirdim. Hormon kullanmaya başladım. Zamanla bir takım ufak operasyonlarla kendimi hakikat halime dönüştürdüm. Sürecim devam ediyor. Bu süreçte maddi manevi zorlandım. Özellikle başka bir röportajda da belirttim, yakın aile üyelerinden açık açık şiddet ve ölüm tehditleri aldım. Yaşadığım evimi kapatmak zorunda kaldım. Kız kardeşimle açtığım güzellik merkezine gidemedim, tehdit altındaydım. Çekirdek ailem tarafından değil; ama yakın akrabalarımdı tehdit eden. İşyerime bu nedenle gidemedim ve oradan da çekilerek doğduğum, büyüdüğüm şehri terk etmek zorunda kaldım. Bunlar hep kalp yükü, üzülüyorum. Çünkü bazen insanlar insan olduğumuzu, duygularımızı unutuyorlar. Her şeyden önemlisi hepimiz insanız. Ne giyindiğimiz, nasıl göründüğümüz, nasıl bir yaşam tarzımızın olduğu, başka insanların hayatını çok ciddi anlamda hayati tehlikeye sokmadığı sürece kimseyi ilgilendirmez. Ben hak ve özgürlüklere inanıyorum ve kendi özgürlüğümle, bu maksimum 70-80 yıllık insan ömründe,  kendi kimliğimle kendim olabilmek için bu süreci başlattım. Yaşadığım onca negatif olaya rağmen, psikolojik ve zaman zaman fiziksel şiddete, daha farklı şiddetlere rağmen her sabah kadın olarak uyanabildiğim için çok mutluyum.

Eğer şartlar buna izin verir ve müzik alanında daha profesyonel bir şeyler yapabilirsem çok daha başarılı olabileceğime inanıyorum; çünkü eskiden bir maske altında, farklı bir beden içerisinde bir şeyler yapmaya çalışırken şu an kendi kıyafetlerim, kendi bedenim ve kendim olarak sahnedeyim. Dolayısıyla daha özgüvenliyim ve zihnen, bedenen daha rahatlamış bir şekilde çok daha güçlüyüm. Arınmış ve kendisi olabilmiş bir dönemdeyim. Performansımın bugüne kadar %30’unu gösterebildiysem bundan sonra bu çıtayı daha da yükseltirim. %90’lara ulaşıp daha etkili bir müzik yapabileceğime inanıyorum.

Hayatımda neler değişti kısmına gelirsem, erkek bedenindeyken yaz aylarında onlarca telefon gelirdi. Etkinlik ve konser teklifleri gelirdi. Ekibimle birlikte gidip işimi yapardım. Şimdi görüyorum ki insanlar benim kadar cesaretli değiller. Sanırım trans bir kadını elinde sazla Anadolu deyişlerini söylerken görmeye, dinleme alışık değiller.

“Biz trans kadınlar için hep aynı model, tipik bir profil çizildi, olabildiğince negatif gösterildi topluma. Dolayısıyla elinde bir sazla Aşık Veysel’in, yedi ulu ozanın deyişlerini okuyan bir trans kadın bence daha önce görmediler. Hayal bile etmemişlerdir. 

Benim görevim de sanırım bu olacak.

 Bu şekilde hem Alevi kimliğime, kültürüme iyi bir hizmet yapacağım, iyi bir temsilci olabileceğimi düşünüyorum hem de trans kadın kimliğime ve trans kader arkadaşlarıma pozitif anlamda bir katkı sunabileceğime inanıyorum.”


Biz trans kadınlar için hep aynı model, tipik bir profil çizildi, olabildiğince negatif gösterildi topluma. Dolayısıyla elinde bir sazla Aşık Veysel’in, yedi ulu ozanın deyişlerini okuyan bir trans kadın bence daha önce görmediler. Hayal bile etmemişlerdir. Benim görevim de sanırım bu olacak. Bu şekilde hem Alevi kimliğime, kültürüme iyi bir hizmet yapacağım, iyi bir temsilci olabileceğimi düşünüyorum hem de trans kadın kimliğime ve trans kader arkadaşlarıma pozitif anlamda bir katkı sunabileceğime inanıyorum. Bu beni çok mutlu ediyor ve bununla ilgili hayallerim, projelerim var. Tabii ki bu alanda daha görünür olmam ve bu teslimiyetleri başarılı bir şekilde yürütebilmek için dernek başkanlara, federasyonlara, komitelere, beni sahneye taşıyacak olan insanlara, gazetecilere, aktivitelere ihtiyacım var. Bu bir birlik işi. Kolektif bir hareketle yapılabilir çünkü hepimiz bütünün bir parçasıyız. Sadece “ben” diyerek olmuyor. Aynı Nilüfer Akbal’ın bana sunduğu destekler, katkılar gibi, yanımızda farklı alanlardan insanların destek olması gerekiyor. Dünyayı böylece daha güzel bir hale getirebiliriz.

17+ Alevi Kadınlar olarak biz Alevilik inancının, felsefesinin cinsiyetçi bir yönünün olmadığını, kadın erkek eşitlikçi bir özden beslendiğini ve homofobik içeriği olmadığını savunuyoruz ve bu anlamda çalışmalar yapıyoruz. Peki bir Alevi trans kadın olarak Eren, sizce Alevi toplumu LGBTİ+ meselesinde ne durumda?

Alevi kimliği ile ilgili dernekçilik yapan, bu alanda temsiliyet üstlenen aktivistler, yazarlar, araştırmacılar bazında değil, halk bazında bir yorum yapacağım. Hem güzellik merkezim hem de yaşadığım, doğduğum büyüdüğüm yer Alevilerin yoğun olduğu bir bölgedeydi. Dolayısıyla ben cinsiyet kimliğiyle alakalı baskıları genelde çok yakın akrabalarım tarafından, kan bağım olan insanlar tarafından gördüm. Fakat komşularım, o bölgede yaşayan Aleviler beni gayet sıcak karşıladılar. Gayet olması gerektiği gibi saygılı davrandılar. Özellikle dükkanımın olduğu, evimin olduğu bölgede hem bir cemevi bulunuyor. O cemevine gidip gelen insanlar, yaşlı kesim her zaman bana hoşgörüyle, sıcak bir gülümsemeyle  yaklaştılar.

“Türkiye’de LGBTİ+ artıların temsiliyeti konusundan kaygılarım olduğunu ve eksiklikler bulduğumu belirtmek isterim.
Çünkü daha bugün size bu röportajı verirken birkaç saat önce Ankara’da bir trans arkadaşımızın öldürüldüğünü duydum ve onun üzüntüsünü yaşıyoruz. Bu arkadaşlarımızın çoğu mecburen beden işçiliği yapıyorlar ve genelde ya müşterileri ya da sevgilileri tarafından vahşice katlediliyorlar.
Bunun için özellikle trans haklarını savunan dernekler özellikle barınma ve iş konusunda kadınlara yardımcı olabilir.”

Özetle ben Alevilerin katı olduklarını düşünmüyorum. Kültürel olarak zaten kucaklayıcı bir toplumuz, Alevi kültürü de böyle bir kültür, inanç. Farklılıklara karşı daha saygılı bir bakış açısı var; ama Türkiye’de sadece Aleviler yaşamıyor… Özellikle ben bu ülkede ülkücü kesimden çok fazla sıkıntı çektim. Hem Alevi olduğum için, hem Dersimli olduğum için ve henüz cinsiyet uyum sürecine girmemişken feminen olduğum için çok zorbalığa uğradım, her türlü psikolojik şiddet, hakaret, fiziksel şiddet, cinsel tacize uğradım. Lisede popülerdim bir de… Başarı getiren bir öğrenciydim, öğretmenler tarafından sevilen bir öğrenci olmama rağmen orada karanlık günler yaşadım.  Cinsiyet kimliğimden dolayı gerek konserlerimde, gerek okullarda çok zorbalığa maruz kaldım.

Yaşadığınız bölgede Alevi toplumu tarafından pozitif duygular beslerken konserlerini durduran kesim için ne diyorsunuz? Onlar da Alevi toplumunun bir parçası sanıyorum?

Konserlerim genel olarak benim bireysel olarak düzenlediğim ve bilet satışıyla gerçekleşen bana özel konserler değil. Bir takım programların konuk sanatçısı olarak gerçekleştirdiğim konserler. Dolayısıyla genelde programları cemevleri, Dersim kültürüne hizmet eden derneklerin ya da bölge derneklerinin programları olduğu için beni dinleyen kesim Alevi kesimi ve Dersim halkı diyebilirim.

İki programım hiç gerekçe gösterilmeden iptal oldu ve bana bir daha dönüş yapmadılar. Buralar daha önce sahne aldığım yerlerdi ve beni eski halimle, erkek bedenimde hatırlıyorlardı. Afiş için fotoğraf gönderdiğimde başka bir insanla karşılaştılar, bir kadınla karşılaşmayı beklemiyorlardı. Bundan dolayı iptal edildiğini düşünüyorum; çünkü başka bir şey yok. Çok ısrarla, çok büyük bir taleple gelen kişilerdi ve afiş fotoğrafından sonra gerekçe göstermeden beni program akışından çıkarttılar. Belki de dediğim gibi insanlar benim kadar cesaretli değiller.  

Bununla beraber ben çok dilli bir müzik yaptığım için Anadolu’da var olan 13 farklı etnik dilde şarkı söylediğim için farklı konseptlerde programlara da dahil oldum ve farklı kesimlerle de karşı karşıya geldim. Örneğin Çerkezce, Ermenice, Zazaca, Kürtçe, Boşnakça şarkılar söylenen bir anadil etkinliğinde sahneye çıkıp 4-5 farklı dilde şarkı söyledim. Dili de hakim kullandığım için insanlar beni hangi dilde söylüyorsam o kültürden sanıyordu. Her şey çok güzeldi ama şunu belirtmek istiyorum; o günler cinsiyetimi değiştirmediğim, erkek bedenimde sanatımı icra ettiğim günlerdi.

“Trans dostu işyeri sahipleri patronlarla, büyük firmalarla görüşerek bu istihdam sağlanabilir. Kontenjanlar alınabilir. Pozitif ayrımcılık sözü alınabilir. Barınma konusunda da, yurtdışından gelen fonlar daha çok trans kadınlara, özellikle çalışamayanlara kira desteği olarak sağlanabilir. İzmir, Ankara, İstanbul gibi büyükşehirlerde trans misafirhanesi, sığınma evleri kurulabilir”

Tüm bu süreçte çekirdek ailenizin, beraber yaşadığınız insanların size bir baskısı olmadığını söylüyorsunuz. Onlarla süreç nasıldı?

Çekirdek ailemin hiçbir zaman baskısı olmadı diyemem, sadece bugün geldiğimiz noktada baskı uygulamıyorlar. Fakat yakın akrabalarım, özellikle baba tarafından yakın bir akrabam tarafından açık ölüm tehditleri almaya devam ediyorum. Ama annem-babam  tarafından böyle bir şey söz konusu değil. O süreçte beni hemen kabul edemediler, yeri geldi ayrı kaldık, yeri geldi iletişim koptu; ama tekrar birleştik. Çünkü aile olarak bu süreci birlikte atlatmak istedik. İyileşmek istedik. Birbirimize çok bağlı bir aileyiz; ama şu andaki şartlardan dolayı birlikte yaşayamıyoruz.


Büyüdüğünüz evde Alevilik ritüeller var mıydı? Evde hangi dili konuşuyordu?

Elbette vardı, özellikle babamın babaannesi ile birlikte büyüdük hatta uzun bir süre aynı odayı paylaştık. Kendisi her gece yüksek sesler içerisinde, 12 imamların, Düzgün Baba’nın, ve diğer ziyaretlerin adının geçtiği Zazaca dualar okurdu. Yıllarca o duaların eşliğinde uyudum. Evimizi ve ailemizi birçok kötülükten onların koruduğuna inanıyordum ve bana ninni gibi geliyordu. Şimdi o günleri özlüyorum. Ayrıca her perşembe çıra yakılırdı, Xızır aylarında mısayıvlar gelirdi ya da biz giderdik özellikle babam evde inancımızı yaşamamız konusunda büyük etkendi, kendisi bu konuda sadece inancını yaşayan değil aynı zamanda toplum bazında da gerek dernekçilik gerek cemevleri kurulumlarında büyük katkılar sundu, bazı dönemler evimizde Cem yapılırdı velhasıl babam ve babaannesi evimizde bu konuda adeta Alevilik elçisi görevi yürüttüler.

siyah beyaz, kişi, şahıs, giyim, insan yüzü içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

LGBTİ+ bir oluşuma ihtiyaç duyuyor musunuz?

Genel olarak bir oluşuma ihtiyaç duyuyoruz. Aslında Türkiye’de LGBTİ+ artıların temsiliyeti konusundan kaygılarım olduğunu ve eksiklikler bulduğumu belirtmek isterim. Çünkü daha bugün size bu röportajı verirken birkaç saat önce Ankara’da bir trans arkadaşımızın öldürüldüğünü duydum ve onun üzüntüsünü yaşıyoruz. Bu arkadaşlarımızın çoğu mecburen beden işçiliği yapıyorlar ve genelde ya müşterileri ya da sevgilileri tarafından vahşice katlediliyorlar. Bunun için özellikle trans haklarını savunan dernekler özellikle barınma ve iş konusunda kadınlara yardımcı olabilirler diye düşünüyorum. Bu trans dostu işyeri sahipleri patronlarla, büyük firmalarla görüşerek bu istihdam sağlanabilir. Kontenjanlar alınabilir. Pozitif ayrımcılık sözü alınabilir. Barınma konusunda da, yurtdışından gelen fonlar daha çok trans kadınlara kira desteği olarak, özellikle çalışamayan trans kadınlara, sağlanabilir. İzmir, Ankara, İstanbul gibi büyükşehirlerde trans misafirhanesi, sığınma evleri kurulabilir. Bu evlerin giderleri yurtdışından gelen fonlarla karşılanabilir. Fakat temsiliyeti yeterli bulmamakla birlikte bir oluşuma ihtiyaç duyduğumu söyleyebilirim. Tüm trans arkadaşlarımla görüşüyorum. Trans olup iş bulamayan, ailesiyle yaşayan, kendi ürünlerini yapıp satan, öğrenci… ya da beden işçisi arkadaşlarım var. Hepsi benimle aynı fikirde.

Alevi LGBTİ+ olarak bir oluşuma ihtiyaç duyuyor musunuz?

Açıkçası ben azınlıkların kendi aralarında ayrışmasından ziyade (Alevi lgbti, Kürt lgbti vb ya da biseksüeller gibi) azınlıkların bir arada olarak ancak hak ve özgürlüklerini belki daha sahip olabilirler ve belki mücadele böyle daha anlamlı olabilir. Kendi aralarında şemsiyeleri çok doğru bulmuyorum. LGBTİ+ çatısı altında bu kadar zorlanıyorken ayrı ayrı şemsiyelerin altına girmeyi gerekli bulmuyorum

Çok teşekkür ederiz Eren. Eklemek istediğin bir şey var mı?

Öncelikle bana ulaştığınız için sizlere teşekkür ederim. Eklemek istediğim şey şu olacaktır; ben bu röportajımda Alevi, trans, ve müzisyen kimliklerim üzerinde konuştum fakat kimliklerimiz her ne olursa olsun farklılıklar hep olacaktır. Ben tüm bunları yaşadığım yıllarda, benim gibi milyonlarca bebek dünyaya geldi bile, şimdi onlar büyüyorlar, başlarına gelebilecek her türlü homofobi, transfobi veya tüm bunlardan kaynaklanan her türlü olumsuz durumla karşı karşıya kalacaklarından habersiz, yani isterim ki, bu konuda farkındalık artsın yeni nesil translar ya da tüm LGBTİ+’ler rahatça, gönüllerince yaşayabilsinler. Umarım bu bir gün Türkiye’de gerçek olur.



7 Aralık 2022 Çarşamba

Elif Ana Filmi: Sahnede Yine Erkekler ve Tutmayan Maya - Ceren Ataş


5 Aralık günü Maraş’ta yaşamış ve yakın zaman evliya, erenlerinden olan Elif Ana’nın, yine kendi adıyla çekilen filminin galasına gittik. Elif Ana, tahminen 1903 tarihinde doğmuş ve küçük yaşlarından itibaren kerametler göstererek bölgede tanınmıştır. Elif Ana’nın annesinin ocak soyundan geldiği söylenir, yani Alevilik açısından inanç önderliği yapabilecek sınıftandır (Ana-Dede). Adı Selver’dir ve Elif Ana daha çocuk yaşta iken ölür. Yarı tarafından ocak soyundan gelen Elif, sanıyorum o gün koşullarında da bugünden bakıldığında da tam “Pir soyundan gelen” muamelesi görmez; çünkü babanın “dede” olması “toplum açısından” daha mühimdir(!) Buna rağmen bölgede ve bugün genelde tüm Alevilerde “Ana” olarak kabul görmüştür. Bu Aleviliğin hiyerarşik yapısının dışında, inançsal olarak bir kadının kendini ocak etme sürecidir, Elif Ana bir ocaktır.

Diğer yandan ocak soyundan gelmeyen eşi ve çocukları, Elif Ana üzerinden tanımlanarak “Ana” ve “Baba” kavramları ile anılırlar. Tüm bunlar Alevi inancında kadının belli bir noktada anılması için veya inanç önderi olabilmesi için var olduğu iddia edilen tüm sınırları aşabildiğinin güzel bir örneğidir. Elif Ana hayvanlarla, bitkilerle ilişkide, onlarla konuşarak, geleceği söyleyerek önce kendi köyünde sonra da daha geniş kitlelerde adını duyurmuş, kimi zaman Xızır zannedilmiş günümüz erenidir.  

Bugün Türkiye’de belli dönemlerde ziyaret edilen ve inançsal faaliyetler yürütülen Nevşehir’de Hace Bektaş, Antalya’da Abdal Musa gibi erkek erenlerin yanında Elif Ana da vardır ve diğerlerinden farklı olarak kendisinin yaşadığına şahitlik eden büyük bir topluluk mevcuttur. Dolayısıyla anlatısı diridir. Tüm bunları göz önüne aldığımızda Elif Ana için çekilecek bir filmin olması beni oldukça heyecanlandırmıştı.

Cinsiyetçilik Tesadüf Değildir

Elif Ana filminin Kazım Öz tarafından çekileceğine dair bilgiyi aldığımda, filmin Instagram hesabından paylaşılan içerikleri incelemek istedim. Burada ilk gözüme çarpan Sermiyan Midyat oldu ve bir an dona kaldım. Midyat, bir kadına şiddet uygulaması dolayısıyla hakkında dava açılmış biriydi ve mahkeme sonucu ne olursa olsun “şiddet” vardı. Bu konu kamuoyunda epey tepki çekmişti, basına yansımıştı. Elif Ana hayatı boyunca şiddete karşı çıkmış bir kadındı, hep sevgiyi ve iyiliği öğütlemişti. Kendi oğluna silah kullanmamasını, kimseyi incitmemesini vasiyet etmişti! Şimdi onun hayatını anlatan bir filmde, kadına yönelik şiddet meselesi ile gündeme gelen biri rol alacaktı öyle mi? Korkunç bir durum bu.

Ama bitmiyor… Galada sahneye yapımcılar, senaristler, yönetmenler çıktı tek tek. Hepsi erkek. Erkekler toplanmışlar ve bir kadını anlatıyorlar. Kadın anlatımının, kadın bakışının filmde olamayacağını o an anlamıştık. Hele de sahnede adı basında şiddetle anılan bir kişi varken… 

Filmin içeriğinde bazı cinsiyetçi küfürlerin olmasını (evet az da olsa var ve önemli!) ve tüm bu yazdıklarımı toparlarsak: cinsiyetçilik tesadüf değildir. Bir yerde, küçük diye küçümserseniz, her yerde çoğalır. Cinsiyetçilik, Elif Ana gibi bir kadının anlatısında, kadın hikayesinde olmaması gerektiği gibi üstüne bir de yadırganmalıydı.

Filmin ilk sahnelerinden birinde, gözlerinde görme sorunu olan Elif Ana, oğlu Mamo ile bir vekilin evinde kalıyor. Vekil sabah uyanınca karısından iki tane kahve yapmasını istiyor. Kahveyi kadına yaptırıyor ve iki kahveyi kendisi ile Elif Ana’nın oğlu Mamo’ya istiyor. Sonra Elif Ana’ya dönüp “Sen bir şey ister misin Elif Ana” diyor. Kadın, Ana da olsa, muhatap erkektir diyor bu sahne. 

Alevi’ye Alevi Lisanı Gerek

Bir de bu sahneye bir not düşmek istiyorum, bu vekil Elif Ana’ya oruçlu olduğu için “Sen seferisin” diyor. Yani, İslami bir kavram kullanıyor. Müslümanlar, oruçlu oldukları zamana eğer yolculuk yaparlarsa oruçlarını bozabilirler. Elif Ana, bir Alevi kadın olarak “seferisin” cümlesini duyuyor. Bu Alevi terminolojisi için ciddi bir hatadır. Alevilikte seferilik gibi bir durum söz konusu değil, kaldı ki aksine Alevi orucunu yas üzerine tutar, en ağır koşullarda oruçlu kalır.

Filmde yer yer böyle küçük kavram kaymaları yaşanıyor. Elif Ana hem Kürtçe hem Türkçe konuşturulmuş mesela; ancak öyle zannediyorum ki Elif Ana’nın Türkçesi yoktur, varsa da filmdeki Elif Ana kadar yoktur. Ana daha çok Kürtçe konuşsa, daha iyi olabilirdi. Çünkü zaten filmde bundan kaçınılmamış, yarı Türkçe yarı Kürtçe ilerlemiş film. Ama ceme gelen dede Türkçe konuşuyor, halk Kürtçe konuşuyor ve birbirlerini kusursuz anlıyorlar gibi çelişkili sahneler var. 

Elif Ana

Elif’in Tılsımı Kadından

Yukarıda bahsettiğim gibi, Selver Ana, Elif’in öz annesi, o daha çocuk yaşta iken ölüyor ve küçük Elif’e analığı Gule tarafından büyütülüyor. Selver Ana, ölmeden evvel, “ölüm yoktur” diyor ve yeniden dünyaya başka bir donda geleceğini anlatıyor, kendi tılsımını Elif’e bırakıyor. Bu sahneler oldukça önemli; çünkü Aleviliğin ne olduğunu ve “ne olmadığını” vurguluyor. Alevilikte ölüm yoktur, cennet-cehennem yoktur, ahiret yoktur… İnsanın ruhu, bedenden ayrıldığı zaman, yaşadığı süreçteki iyiliğine göre başka bir canlıda yeniden yaşama gelir. Bu da “kabul gören” semavi dinlerde olmayan bir durumdur. Alevilik kendisi bir inançtır ve burada özellikle “ölüm” ya da Alevice söylersek “Hakka yürüme” ile bu anlatılır. Devriye kavramı işlenir. Selver Ana’nın cenaze erkanı görülürken tabutun üstüne bir kuş konar ve kadının ruhu ona geçer. Kuş uçar gider. Bu sahne çok değerliydi. 

Selver Ana’nın cenazesi eskilerdeki gibi, ağıtlarla, “duasız”, öz ağız ve öz dileklerle geçer. Burada tek yanlış, Aleviliğin İslam olmadığını vurguladıktan sonra Selver Ana’nın tabutunun üzerinde Arapça dualar yazan yeşil örtü sarılmasıdır. Ben hiç sanmıyorum ki o zamanlarda Alevi köylerinde bu yeşil örtü olsun da tabutlara sarılsın… Evet günümüzde Cemevlerinde bu örtü var; çünkü devletle temas var; ama o günün Maraş’ında bu temas yoktu.

Tam buradan hareketle yine Aleviliğin İslam olmadığı bir sahneye geçiliyor ve Selver Ana’nın Hakka yürüyüşünden kırk gün sonrasında Dardan İndirme Cemi yapılıyor. Bu cem, biri Hakka yürüdüğü zaman, onun arkasında kalan eşi, annesi-babası, çocukları, musahibi, artık kimi varsa, ondan rızalık alma ve rızalık verme cemidir. Çünkü can artık başka bir candadır ve bir önceki yaşamındaki tüm hesaplarını kapatması, rıza ile yeni bir yaşama başlaması gerekmektedir. Bu dardan indirme Ceminde, Dede var ancak Dede’nin yanında Ana yok… Çok ezber bir savunma ile Alevi erkekler “O zamanlar kadınlar ata binip köy köy gezmiyorlardı” demesinler yine, bu filmde bile Elif Ana ata binip kendisini görmek isteyenlere gidiyor, köy köy geziyor!

Burada şunları da vurgulamak lazım, cenazede, düğünde, cemde, darda, her yerde kadın erkek birlikteliği var ve kadınların başları açık. Evet yöresel olarak başlarında adını bilmediğim bir örtü var, ancak bu bir kültürdü. 

Bir Filmde Birden Çok İşaret

Elif Ana’nın hayatını anlatırken onun yaşadığı dönemde olan pek çok konuya da değinmişler diyebiliriz. Önce Osmanlı zamanı, Ermeni Tertelesi, sonra Mustafa Kemal’in küçük bir sahnesi ile “Cumhuriyet geldi” mesajı, sonra Dersim Tertelesi (kara vagonda küçük kız çocukları) ve sonra en sonunda da Maraş Katliamı. Evet Elif Ana kendi hayatında Maraş Katliamını görüp kız kardeşinin burada öleceğini söylemiş biri ve kendisi de Maraş bölgesinden olduğu için bu nokta özellikle anlatılmalıydı. Ancak filmde bir kurgu olmadığı için zamansal olarak bu işaretler çok havada kalmıştı. Konuların hiçbiri, Maraş Katliamı dahil, ne olduğunu, kime yapıldığını, kim tarafından yapıldığını aktarmadan, sembolik sahnelerle geçip gidiyor öyle. 

Bir de gala seyircisinden bahsetmek istiyorum bu noktada, iki saniye Mustafa Kemal görüntüsünü alkışlayan seyirciler, Sinan Cemgil sahnesini de alkışladılar. Bu da film ne mesaj verdi, insanlar ne anladı sorusunu akla getirdi. Çünkü çok ilginç insanların bu denli ideolojiden uzak olması. Örneğin; hem 29 Ekim’i hem Dersim 38’i beraber anmak müthiş bir bilinçsizlik. Bu sahnelerde seyircinin yaşattığı da aynı vaziyette hissettirdi. 

Maraş Bir Alevi Katliamıdır!

Bahsettiğim gibi, filmde pek çok meseleye küçük küçük değinilmiş; ancak Maraş katliamı daha geniş yer almış, ki öyle olmalıydı. Ancak burada katliamı anlatırken sürecin içinde, Maraş’ta Aleviler öldürülürken “Maraş Kürtlere mezar olacak” diye slogan atan saldırganlar var. Ben öyle zannediyorum ki, bu sahne filmin politik mesaj verme kaygısıydı. Gerçekte, katliam yaşanırken bu sloganın atıldığını şahitlerinden ne duydum ne gördüm. Ben kendim de Maraşlı Alevilerle ile çalışma yapmış birisi olarak söylüyorum: Maraş bir Alevi katliamıydı. Orada Türkmen Aleviler de Kürt Aleviler de öldürüldü. Ancak filmde bunun farklı bir noktaya çekilmek istenmesi hem rahatsız edici, hem de gerçeği bükücü. Yanlış. Filmin içinde komşusuna saklanan bir genç kızdan eğer Alevi değilse şahadet getirmesi isteniyor, yani şehadet getirebilirse Alevi değildir ve canı bağışlanacaktır. Demek ki Alevilere yönelik olduğunu vurguluyorsunuz? Bu çelişki de filmin içinde var! Yanıltmaya çalışmışlar; ama olmamış, olmaz, o maya tutmaz.

Bir de, Maraş Katliamı döneminde iktidarda CHP ve Ecevit var. Katliam günler sürüyor, resmi rakamlardan çok daha fazla ölüm var ve zarar yaşanıyor; ancak bir filmde buna yönelik hiçbir eleştiri yok. Bu da ciddi bir eksik olarak karşımızda duruyor.

Elif’i Durduralım!

Elif Ana, çocukluğundan genç kızlığına, hep dağlarda ovalarda geziyor. Bir gidiyor, günlerce geri gelmiyor. Babası o geri geldiğinde ona sadece endişesini aktarıyor. Onu kısıtlamaya yönelik, eve kapatmak gibi bir girişim hiç olmuyor. Ancak yine bir gün genç kız dağlarda üç gün ortadan kaybolunca Dede’ler toplanıyor ve “Elif artık genç kız oldu, dağlarda gezmemeli, evlendirelim” diyorlar. Yine aynı Dedeler, bu evlilik için gençlere rızalarını soruyorlar. Evlendirerek Elif’in özgürlüğünü elinden almaya yöneliyorlar; ancak Elif, eşi olacak Ali’ye daha en başında dağlarda gezeceğini, onun da kendisine yoldaşlık edeceğini söylüyor, aksi halde evlenmeyecekler! Rızalık üstüne kurulu bir evlilik böyle gerçekleşiyor.

Filmin Anlattıkları 

Filmin Aleviliğe dair güzel mesajları vardı. Kadınların erkeklerle beraber hayatın her alanında var olması, kadının söz hakkının olması, beraber ibadet de edilmesi rakı da içilmesi… Bu birliktelik çok güzel işlenmişti. Elif Ana’nın evli çiftlere, eşlere “yoldaş” demesi de bence çok hoştu. Karı-koca değil, yoldaş… Aslında film hem bu yönüyle güzel mesajlar içeriyordu hem de Aleviliğin “ne olmadığını” da anlatıyordu. Alevilik, kendisi bir inançtır ve görebilene Elif Ana’nın hayatı bunun iyi bir örneğidir. 

Yukarıda eleştirdiğim noktalar ise, Alevilik ve kadın meselelerini işleyecek tüm arkadaşların ciddiye alması gereken meselelerdir. Özellikle, partnerine şiddet uyguladığı iddiası ile basına yansımış birinin Elif Ana’nın hayatını anlatan bir filmde yeri yoktu. Meseleye buradan başlamak gerekiyor.