12 Aralık 2017 Salı

Güzide Ana

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

“GÜZÎDE der güçtür nefsin öldürmek”

Nevşehir Hacıbektaş’ ilçesinde Hace Bektaş Veli Dergahı’na girince sol taraftaki mezarlardan biri Güzîde Ana’ya ait. Yerliler mezarın yerini biliyorlar; ancak bununla beraber Didar Ana’da olduğu gibi, kimse bizi Güzîde Ana’yı ziyaret etmemiz konusunda yönlendirmedi. Demek istediğim, eğer Güzide Ana, Didar Ana ve hattâ Kadıncık Ana'dan haberiniz yoksa, burayı ziyaret ettiğinizde kimse sizi "Burada böyle analar var" diyerek bilgilendirmiyor maalesef. Burayı 11 kere ziyaret etmiş biri olarak söylüyorum :)

Güzîde Ana’nın hayatı hakkındaki öğrenebildiklerimiz günümüze kadar gelen sözlü bilgilerden ve tabii ki Ana’nın deyişlerinden. Bunun dışında A. Celalettin Ulusoy’un Pir Dergâhı’ndan Nefesler adlı kitabında şöyle yazar:

“Bektaşi yolunda ‘Güzide Ana’ olarak adı ve deyişleri çok yaygın olmakla beraber, hayatı hakkında ağızdan ağıza nakledilen söylentilerin dışında ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Şehit Feyzullah Çelebi’nin kızı olduğu Hacı Bektaş Veli Dergahı’nda, Hazret Avlusu’nun sol taraftaki terasda mezarı bulunduğu bilinmektedir. 18.yy ın ikinci yarısında yaşadığı kesin olmakla beraber, doğum ve ölümünün hangi yılda olduğuna dair bir kayda rastlanmamıştır. Şiirlerinde oldukça ileri düzeyde edebiyat ve felsefe eğitimi gördüğü anlaşılmaktadır. Bazı deyişlerinde ‘Katibi’ mahlasını da kullanan Güzide Ana, fakirane giyinişi, tüm gelirini fakirlere dağıtışı, haksızlığa tahammül etmeyişi ile ünlüdür. Gördüğü kusuru kim olursa olsun, açık bir şekilde ayıpladığı için kişiliğine ait hatıralar halen özdeyiş biçiminde söylenmektedir.”
Fotoğraf: Bekir Karadeniz Fotoğraf: Bekir Karadeniz

1
Gaziler cihanın müddeti doldu
Dünya bir acayip zamana kaldı
İnsanda itimat itikat n’oldu
Hemen bir zan ile güman’a kaldı
Tat kalmadı sirke oldu şıralar
Ben tabibim diyen yüzün karalar
Yanlış merhem ile azdı yaralar
Bir hazik hekim-i lokmana kaldı
Düşerler ardına kil ile kâlin
Varmazlar yanına ehl-i kemalin
Mahlukün ettiği ceng-ü cidalin
Cümlesi bir ulu divan’a kaldı
Gerçek erenlerin emsali yokdur
Bilirim dört kapı kırk makam haktır
Ehl-i hak olana hiç hörmet yoktur
Rağbet yalan ile şeytana kaldı
GÜZİDE der güçtür nefsin öldürmek
Erlik midir koymadığın kaldırmak
Zamane halkına Hak’kı bildirmek
Mehdi gibi sahip zamana kaldı

2
Bulandı aşkımın seli
Acep bir gün durulmaz mı
Hüsnün gördüm oldum deli
Akıl başa derilmez mi
Yüzün benzer dolunaya
Sensin ömrüme sermaye
Yüzüm sürdüm hak-i pa’ye
Hatırcığım sorulmaz mı
Ferhattır dağları delen
Şirin’in yolunda ölen
Der GÜZİDE Mecnun olan
Leyla’sına sarılmaz mı

3
Evliya cemine azmeden sofu
Düz yolu koyup da sarpa kaçarsın
Muhammed Ali’nin yüce yolunu
Gelmiş saf talibe pinhan edersin
Yol budur deyip de sürek sürersin
Cahili kinliyi başa derersin
Yılda bir hayvanın kanına girersin
Aklın boynunun borcunu ödersin
Gel benlik eyleme nefsini öldür
Hak  yoluna canın armağan getir
Kin ile kibiri aradan kaldır
Bunca vebal dolu yükü nidersin
Senin elindedir şer ile hayır
Nefsi emareden özünü ayır
GÜZİDE söyler ki kendini kayır
Neyleyip de halkın zemmin edersin

4
Sana bir nasihatim var
Gel yanıma hele kardaş
Uzakta arayıp gezme
Gitme ilden ile kardaş
Yarar isen Hakk’a yara
Bulasın derdine çare
Her suyun geçidin ara
Gitmeyesin sele kardaş
Dünya bir acayip haldır
Kimi elif kimi daldır
Bu bir başka derin göldür
Düşmeyesin göle kardaş
İman eyle kıyamete
Girmeyesin siyasete
Karga olma necasete
Arı ol gel bala kardaş
Dinle okunan fermanı
Bulasın derde dermanı
Terse savurma harmanı
Tane gider yele kardaş
Harama sunma elini
Her dem hıfzeyle dilini
Haramla kirletme elini
Halden gelir bela kardeş
Dünyaya satma varını
Gelip yüzerler derini
Cahile deme sırrını
Destan eder dile kardaş
Bu sözlerin Bektaş-i’ye
Yanılıp gitme Nakş-i’ye
Uyma hal bilmez kişiye
Taş getirir yola kardaş
GÜZİDE geldi cihana
Çok şükür olsun Süphan’a
Halin arz eyle sultana
Minnet etme kula kardaş

5
Medet Allah ya Muhammed ya Ali
Dertliyim derdime dermana geldim
Bûnlardan kurtaran Bektaş Veli
Dertliyim derdime dermana geldim
Hasan Hüseyin’le arttı firkatim
Zeynel Bakır Cafer melce-i zatım
Kazım Musa Rıza kabul eyle hacetim
Dertliyim derdime dermana geldim
Taki’den Naki’den ola hidayet
Hasan Askeri yareme el kat
Muhammed Mehdi dardayım gayet
Dertliyim derdime dermana geldim

Dervişlerin girer şala abaya
Sehven hata ettim geldim tövbeye
Niyazım var Hacı Bektaş Veli ‘ye
Dertliyim derdime dermana geldim

Güzide der Mevla’m sen bak halime
Medet mürüvvet fırsat verme zalime
On iki imam yardım eyle kuluna
Dertliyim derdime dermana geldim

6
Yer oynayıp gizli sular akınca
Ezan  tebdil olup kanun çıkınca
Hükm-ü şeriatın kavli kalkınca
Softaların azdığı yıllar gelecek
Dünya sütlü meme herkes emiyor
Fitne fücûrluğu elden komuyor
Hiçbir kimse malım yeter demiyor
Alıp götürmeye yeller gelecek
Kudretli kalleşe belî-bes diyor
İşleri bitince ketm-i dost diyor
Evlad babasından hizmet istiyor
Ektiğimiz biçmedik yıllar gelecek
Her düvel ayakta bu nasıl hikmet
Dünya benim diye kılıyor gayret
Ne Allah’dan korkar ne sayar ahret
Şehirler batıran harbler geliyor
GÜZİDE okur akdan karadan
Hünkarım ayırma cemden sıradan
Bizi o günlere koyma Yaradan
Hayrı şerri belirsiz kullar geliyor

7
Gel ey sofu Hak ararsan
Yönün dönder bize doğru
Ne buldun beyhude laftan
Yaşın vardır yüze doğru
Her suya karışıp akma
Sen seni odlara yakma
Er isen kem gözle bakma
Gelip giden kıza doğru
Düşme nefsin tuzağına
Cehdeyle yolun uzağına
Bir gün de ömrün bağına
Gazel iner güze doğru
Haberdar ol şeriattan
Yol bulasın tarikattan
Marifetten hakikattan
Eriş gerçek söze doğru
GÜZİDE bildi suçunu
Seyretti Çin’i maçini
Gam değil çekti göçünü
Hakk’a giden ize doğru



6 Aralık 2017 Çarşamba

Kim Açık Kim Kapalı

Konuk yazar olara Reçel'e yazdım: Kim Açık Kim Kapalı
Lisedeyken en yakın arkadaşlarımdan biriydi Ayşe. Birbirimizin sohbetine doyamazdık, ailevi mevzûlar, aşk, arkadaşlık, siyaset, din… Bu konular üzerinde konuşmaktan, tartışmaktan keyif alırdık. Bizi tanıyanlar birbirimize çok zıt iki arkadaş olduğumuzu düşünürdü; kendilerince haklılardı. Ben o zamanlar keskin bir “sosyalist”tim, Ayşe ise “ılımlı İslamcı”. Bana namaz kılmanın kendisine verdiği iç huzuru, hayata bakışını ne kadar derinden etkilediğini anlatırdı. Sünni bir kadının yaratıcıya karşı hislerine temas ediyor, hayatı algılayışına şahitlik ediyordum. Onun bakışı ne bana anlatıldığı gibiydi ne de “erkek siyasetçilerin” televizyon kanallarında bahsettiği gibi. Bir kadının yaşantısını ancak bir kadından dinlenmeliydi.
Şaşkınlığımız karşılıklıydı; Ayşe hiç duymamıştı “Mum söndü.” yalanını, hayret ediyordu Alevi bir kadından dinlediklerine. Tıpkı benim ona karşı tavrım gibi, yargılamadan yalnızca anlamaya çalışıyordu beni. Sonra “İnancımız böyle değil.” diyerek üzüntüyle teselli etmeye çalışıyordu, kendi yapmadığı ama dini adına yapılan hatalardan dolayı mahcup… Böyleydi sohbetimiz. Biz muhabbete başlayınca etrafımızdaki herkes çekiliyordu; sanıyorum saatlerce iki kadının inanç-toplum üzerine muhabbeti liseli gençlerin alaka alanı değildi.
Gün geldi, lise bitti. Ayşe ailesiyle başka bir şehre taşındı. Teknoloji ile arasının iyi olmaması dolayısıyla iletişimimiz koptu onunla. Dört sene sonra buldum numarasını, aradım. Tesadüf mü dersiniz kader mi karışmam; İstanbul’a geliyordu. Görüşeceğimiz için çok heyecanlanmıştım; ama bir şey söylemesi gerektiğini vurguladı: “Ceren ben kapandım.”
Ne demek yahu kapanmak dedim kendi kendime, insan neden kapansın, neye kapansın? İşin ilginci bunu neden belirtme ihtiyacı duyduğunu anlayamamıştım, onunla yüz yüze gelene kadar! Bir kadın başörtüsü takmaya karar verdiğinde ona “bir siyasi partinin sembolü” gözüyle bakılıyormuş meğer. Hemen evlen çocuk yap baskısı oluyormuş, kendisini eve kapatacağı, “geri kafalı” olduğu algısı oluşuyormuş meğer. Kendisine uygun olanı veya inancı gereği yapmaya karar verdiği bu eylem ona pek de hoş dönmemişti insanlar tarafından. Onun çekincesi buymuş yaşadıklarından ötürü. Ne ben öyle biriydim ne de o. Dört sene sonra bir araya geldiğimizde kendimize bir şeyler katmış ve evet belli değişimler geçirmiştik; lâkin insanlara karşı hoşgörümüzde bir değişim yoktu. Daha demokrat insanlardık; artık keskin bir sosyalist değildim, Ayşe ise o kadar milliyetçi değildi. Ancak onu ilgilendiren bir mevzûydu başörtüsü, bir kadının hisleri ile alakalıydı. “Kapanmak” diye bir kullanımı asla kabul etmiyordum. Neden mi?
Aradan iki sene geçti. Ayşe yine İstanbul’a geliyordu ve yine bilmem gereken bir şey vardı. O “açılmıştı”. Aynı tepkiler döndü kafamda; ne demek yahu açılmak, insan neden açılsın, neye açılsın? Herkesin merak ettiği gibi inancında bir değişim mi olmuştu? Hayır. Politik bir tavır mıydı? Hayır. Kendince nedenleri vardı, hakkını verebilmek için daha iyi bir noktaya gelmek istiyordu. Nedenini ben sormadım, neden sorayım? Ayşe anlatmak istedi; zira biz birbirimizi bilirdik. Lâkin zordu, zormuş daha doğrusu. İnsanın kendisini çıplak hissetmesi gibi bir şey ilk başlarda. Bunda insanların bakışının da etkisi vardı elbet. Neden direkt “namus” sorgulanır böyle bir durumda ve tabii sonsuz merak…
Kime ne? Bir kadının tercihinden kime ne? Her iki durumda içinde söylüyorum bunu: kime ne? Özgür bireyleriz, özgür kadınlarız. Komşusundan mahallenin şeker amcasına, eski sevgiliden, uzaktan akrabaya herkesin ağzına bir cümle doldurma hevesi ne büyük hadsizlik! Açık-kapalı söyleminin de kökeni bu zihniyet değil mi? Bizi belli kalıplarla unufak etmeye çalışan, kadını erkeklik üzerinden öven veya yine erkeklik üzerinden aşağılayan bu kafadan ancak dayanışmayla kurtulabiliriz. Kadın dayanışmasıyla! Ne Ayşe kapalı bir kadın ne de ben açık bir kadınım. O başörtülüydü, ben başörtüsüz!

24 Kasım 2017 Cuma

Pir Kavramının Cinsiyetçileştirilmesi #MaviPosta

Londra'da çıkan Mavi Posta Dergisi'de 'Kadınların Sesi'ne Ekim ayında "Pir Kavramının Cinsiyetçileştirilmesi" üzerine yazdım.

Keyifli okumalar!


Alevilik inancında inanç önderliğini soyu Muhammed Peygamberden geldiğine inanılan
aileler yapmaktadırlar. Alevi-Kızılbaş süreği olarak tanımlayabileceğim bu kola bağlı aileler
ocakları oluşturmuşlardır. Soyun devamlılığı için ocak soyundan gelenler yine ocak soyundan gelen kişilerle evlenmeyi uygun görmüş, süreç günümüze kadar bu şekilde işlemiştir.

Soy meselesinde üzerinde durulması gereken noktalardan biri de, gayet erkeksi bir anlatısı
olmasına rağmen esasında soyun bir kadından devam etmesidir. Muhammed Peygambere
dayandığı inanılan bu soya Ehlibeyt denir ve Muhammed Peygamberin kızı Fatma ile peygamberin amcasının oğlu Ali’nin evliliğinden olan çocuklar Ehlibeyt sayılmaktadır. Ali’nin Fatma’nın ölümünden sonra başka kadınlardan olan çocukları Ehlibeyt olarak kabul görmezler. Bırakın kabul görmeyi Alevi toplumu Ali’yi başka bir kadınla anmaz bile. Sanıyorum bu sebeple pek çok Alevi, Ali’nin Fatma’dan başka bir kadınla birlikte olduğunu bilmemektedir ve onun tekeşliliği örnek gösterilir. Zira Ali’yi de Ali yapanın Fatma’nın tarih sahnesinde gösterdiği dirençli ruh olduğu bilinmektedir. Onun varlığından aldığı kudret ile Ali o dönem coğrafyasında ve günümüzde edindiği konumu korumaktadır. Ali’nin pasif tavrına karşı Fatma, mücadelesini ölümüne kadar sürdürmüş, kendisinin ve dahi Ali’nin hakkını savunmuştur. Dolayısıyla erkeksi bir şekilde bahsedilen soy, bugün milyonlarca insanın saygıyla andığı ve murat dilediği mücadeleci Fatma’dan gelmektedir.

Bugün Anadolu’daki ocaklara bağlı aileler Fatma’ya bağlı peygamber soyuna dayalıdır.
Bahsettiğim gibi inanç önderliğini, yani ibadeti sürdürmeyi, toplumda hukuku sağlamayı ve
diğer tüm işleri bu ailelerden gelen Pirler gerçekleştirmektedirler. Pir kavramı cinsiyetsizdir;
Ana ve Dede olarak tanımlanan kadın ve erkek bireyler Pir’dir. Cem erkânı yürütüldüğü
esnada posta Ana ile Dede beraber oturur, belli durumlarda tek başlarına cem yürütebilirler;
lâkin Aleviliğe dair pek çok şey gibi bu durum da erkekleştirilmiştir. Günümüzde posta
bırakın Ana’nın tek oturmasını, Ana ile Dede’nin beraber oturması bile parmakla sayılacak kadar az örnek içermektedir. Zira günümüzde Ana’ları yerlerinden kaldırılıp onların yerine de oturmuş Dedeler var artık. Bunun mücadelesi Türkiye’de ve Avrupa’da Alevi kadınlar tarafından verilmektedir. Aleviler; Anaların tekrar posta oturmasını talep etmektedir. Bu bağlamda Cem erkânı yürüten Analar vardır ve çoğunlukla Avrupa’da postta cinsiyet eşitliği sağlanan yerler vardır; lâkin ilginçtir ki inancın kaynağı olan Anadolu’da bu bir süredir mümkün görülmüyor.

Bunlarla birlikte Alevilik inancı özünde kadın ile erkeğin eşitliğini kabul eden, inanç pratiklerini buna göre oturtan bir yapıya sahiptir. İbadet esnasında “can olma” hali dolayısıyla tüm bireyler kadın ve erkek cinsiyetlerinden arınarak yalnız “can” olurlar. Bu demektir ki kadının erkeğe, erkeğin kadına bir üstünlüğü yoktur. Bu cinsiyetsizliğin dayandığı yerlerden biri Alevi mitolojisinde çok mühim bir yeri olan Kırklar Meclisi anlatısıdır. Kırklar Meclisi’nde Muhammed Peygamberin miraca varması ve bu meclise girme süreci anlatılmaktadır. Kırkın birliğini temsil eden bu anlatıda 17 kadın, 23 erkek bulunmaktadır ve “ilk yaratılan” olarak anılan Fatma da elbette ki oradadır. Lâkin Alevi toplumu nasıl ki Hace Bektaş Veli’den bahsederken yoldaşı ve felsefeyi devam ettiren, Bektaşi Tarikati’ni kuran Kadıncık Ana’dan bahsetmiyorsa; kadını silikleştiriyorsa, Kırklar Meclisi anlatısında da tüm detaylar verilmesine rağmen oradaki 17 kadının varlığından bahsedilmez.

Alevi toplumunun erkek egemen bir hale bürünmesini “Pir”, “eren”, “evliya” gibi kavramların kullanımından görebiliriz. Bahsedilen kavramların hepsi cinsiyetsiz kavramlar olmakla birlikte günümüzde hepsi erkekler için kullanılmaktadır. Bunun en somut örneğini “Pir” olarak kabul ettikleri insanlardan anlamaktayız. Pirlerden bahsedildiğinde veya Alevilik üzerine araştırma yapıldığında “Dede soyu”, “Dede ocağı”, “Dedelik” kullanımları yapılmaktadır. Kadın araştırmacılar dahi bu gaflete düşerek cinsiyetsiz bir söylem olan Pirliği, Dedeler, yani “erkek” üzerinden tanımlamaktadırlar. Dolayısıyla Pirlik, statü ve cins olarak günümüzde erkekleşmiştir ve özgünlüğünü kaybetmektedir. Özünde eşitlikçi olan bir inançtan bahsederken sadece Dedelik üzerinde durmak öz ile oynamaktır, özü inkardır, inancı asimile etmektir.

Dünyanın pek çok yerinde her geçen gün artan Alevi kadın örgütlülüğü sayesinde Fatma Ana’dan Kadıncık Ana’ya, Pir Analardan kadın ozanlara varlığımızı sürdürmeye ve Alevilik inancının dişi yönünü gün yüzüne çıkartmaya devam edeceğiz.
Zira kadın ve erkeği eşit gören Alevilik aynı zamanda bir kadın inancıdır.
Alevi kadınlar vardır, Analar vardır!

Pir Ana


Alevilerde Ana - Pir Kadın Cem erkânı yürütmezdi; tarihte yok diyenler oluyor bazen.
Onlarca örneğin içinden iki tanesini yazacağım:


  • Sêy Sabunlardan Elif Ana yıllarca posta oturmuş, Cem bağlamıştır.
  • Gülsüm Ana (Ana Gulsime) nin Dersim'de bağladığı Cemler hâlâ konuşulur. (Munzur Çem-Dersim'de Alevilik) 

"Kim daha iyi becerirse yolu o izler, postu o temsil eder."
Aslı inkar öze ihanettir.

22 Kasım 2017 Çarşamba

Prenses

Derin bir "Of" çekti kadın.
Göğsündeki ağrı esasen bir masaldaki tâlihsiz prensese aittir.
Zannedildiği gibi değildir;
Masallar yalancıdır; zira saadetli bir prenses görmedi Konstantiniyye.
Galata Kulesi'nden uçmaya çalışan bir kuş değil miydi yoksa?
Oysa kuşların özgür olduğu düşünülür...
Prenses, ne kadar özgürsün!
Serbest bırak yüreğindeki kuşu
Kadın gibi,
Kadınca!
Galata yuva olacak sana.

14 Kasım 2017 Salı

#FilmTavsiyesi Büyük Adam Küçük Aşk

2001 yılından bir film Büyük Adam Küçük Aşk.
Baş rollerde Cumhuriyetçi, İstanbul beyefendisi emekli yargıç (hepsi tırnak içinde!) Rıfat Amca, Şükran Güngör ile anne-babası ölmüş, amcası geçim sıkıntısı çektiği için siyasi olan halasının yanına bırakılmış Hejar, Dilan Erçetin var. Benim için diğer bir başrol ise Kürt olduğunu saklamak zorunda kalan Sakine veya gerçek adıyla Rojbin var; o ise Füsun Demirel tarafından canlandırılıyor.
Büyük Adam Küçük Aşk afiş
Büyük Adam Küçük Aşk afiş

2002 yılında yasaklanan bu filmin yasağı sanırım hâlâ devam ediyor; ancak filmi internetten izleyebilirsiniz: tıklayın
Hejar’ı amcası Ape Evdo (Evdo Emmi) örgüt sempatizanlarının evinde kaldığı halasının yanına bırakıyor. Avukat olan hala ve örgüt sempatizanı arkadaşlarının evini polis basıyor. O sırada Hejar bir dolaba saklanıp o evden sağ çıkabilen tek kişi oluyor. Karşı dairedeki Rıfat Bey onu görüyor. Hejar şok geçiriyor. Geceleri kabuslar görüp “Daye” diye ağlıyor, zil çalınca saklanıyor. Bunları gören Rıfat Bey, Hejar’ı bırakmak ile bırakmamak arasında git gel yaşıyor.
Hejar
Hejar

Hejar inatçı ve oldukça gururlu. O küçücük haliyle Rıfat Bey ile kavga ediyor. Her kavgalarından sonra ve Hejar’ın her Kürtçe konuşmasından sonra Rıfat Bey onun eşyaları arasında bulduğu “Evdo Emmi”nin numarasını arıyor; ancak açan yok. Bir şekilde Hejar’ı götürmekten vazgeçiyor.
Ev çalışanı Sâkine eve geldiğinde Hejar’ı görüyor ve dayanamayıp birden onunla Kürtçe konuşuyor. On yıllık çalışanı Sâkine’nin Kürt olduğunu Rıfat Bey böyle öğreniyor:
-Nece konuşuyor bu çocuk Sakine?
-Kürtçe.
-…
– Ne yapayım Rıfat Amca, ne yapayım? Ha sen beni 10 yıldır tanıyorsun, ben böyleyim!
Buna kızan Rıfat Bey yine çocuğu göndermeye koyuluyor; ama yapamıyor. Alıyor karşısına “Bu memlekette Türkçe konuşacaksın” diyor. İletişimi Sâkine aracılığıyla kurduktan sonra “Bir daha Kürtçe yok, tamam mı Sâkine” diyor.
Hejar’ın yöresel kıyafetlerini çıkartıp gayet “modern” şeyler alıyor ona. Dükkanda alışveriş yaparken kasiyer Hejar’a bir şeyler soruyor. Hejar’ın Türkçe bilmediği ortaya çıkınca Rıfat Bey “Almanya’da yaşıyor” diyor ve asla Hejar’dan “torunum” diye bahsedemiyor...
Çatışmadan sonra HejarÇatışmadan sonra Hejar

Başlarda Türkçe konuşmak ve Kürtçe konuşulmasını engellemek isteyen Rıfat Bey, film ilerledikçe ve Hejar’a bağlandıkça Kürtçe kelimeler öğreniyor. Önceden Sâkine’nin yöresel tepkilerine (örneğin uyş) kızan Rıfat Bey, Hejar ile geçinmek için ondan Kürtçe öğreniyor. Tabii bu sırada Hejar’ın kendisine ettiği tüm küfürlerden de haberdar oluyor.
1379532_10151850876197954_1284875940_n
-Sâkine, ağlama nasıl denir?
-Hı?
-Kürtçe
-Megri Rıfat Amca
-Tamam Sâkine sağ ol. Lütfen megri!
Hejar ile Rıfat Bey
Hejar ile Rıfat Bey

Hejar’ın ailesinin peşine düşen Rıfat Bey, Evdo’nun adresine gidiyor; ancak Hejar’ı oraya sokmuyor. Burada ne ile karşılaşacağına göre karar vermek istediğini anlıyoruz. Öyle ki, Evdo’nun da hali harap, aile çökmüş. Göçüp gelmişler ve ne yazık ki halasına bıraktığı Hejar’ın “kurtulduğunu” sanıyorlar. Rıfat Bey Hejar’ı oraya bırakamıyor, gidip telefonu açılsın diye Evdo’nın faturasını ödüyor. Nüfustan da Hejar’ın aile bilgilerini istiyor; ama anne-baba ölü…
Sâkine/Rojbin ile HejarSâkine/Rojbin ile Hejar

Bu süreçte birbirleri ile hem didişen hem de sevgi besleyen büyük adam ile küçük aşkı, hem Türkçe hem Kürtçe anlaşmaya çalışıyorlar. Kavga ettikleri zaman Rıfat Bey Türkçe, Hejar ise Kürtçe bağırıyor. Bununla birlikte Rıfat Bey önceden Kürtçe’yi yasakladığı Sâkine’yi arayıp “Çocukla biraz konuşsana” diyerek bu ikilinin Kürtçe konuşmasına “izin veriyor”.
Rıfat Bey ile Hejar
Rıfat Bey ile Hejar

Rıfat Beyin “Kürt” dediği tek an ise Hejar’a kızdığı zaman “İnatçı Kürt” diye bağırdığı sahne. Rıfat Bey ona hiç “Hejar” da demiyorum sanıyorum, sadece filmin son sahnesinde söylüyor adını. “Çocuk” diye hitap ediyor genelde.
Rıfat Bey ile Sâkine/ Rojbin
Rıfat Bey ile Sâkine/ Rojbin

Bir diğer başrol Füsun Demirel demiştim. Başka bir film sırf “Sâkine” karakteri üzerine çekilebilir.
-Tamam Sâkine
-Rojbin, Rıfat Amca
-Efendim?
-Adım Rojbin
-Tamam Sâkine tamam.
Sâkine/ Rojbin kafasını öne eğer. Rıfat Bey “Rojbin” diye düzeltir.

Bu yakınlaşmalar ve bağlanma ile Rıfat Bey, Yıldız Kenter‘in canlandırdığı Müzeyyen Hanım ile aşkını rafa kaldırım Hejar’ı sahiplenmeye niyet ediyor; ancak Hejar’ın tercihi başka oluyor… Bunca yaşanandan, bunca sevgiden, bunca kavgadan sonra herkes “ait olduğu yere” geri dönüyor.
1_zpscd00d594
Hejar’ın kıyafetleri, surat ifadeleri, gururlu davranışları, “daye” demesi boğazınızda bir yumruk olacak.