29 Eylül 2020 Salı

Dersim’in Kutsalları, Ziyaretleri, İnancı Tehlike Altında



*Barış KOP

Tunceli Valiliği tarafından Munzur Gözeleri’nde peyzaj ve çevre düzenlemesi adı altında yapımına başlanan projeye tepkiler sürerken; 17+ Alevi Kadınlar grubundan Ceren Ataş, “Hakkı bir ağaçta görebilen, akan bir suda bulabilen doğasever toplumun doğasına saldırmak, Hakkına saldırmaktır” diye konuştu.

Dersim’in Ovacık ilçesinde bulunan ve Alevi inancında kutsal olarak görülen Munzur Gözeleri, peyzaj ve çevre düzenlemesi projesi ve projeye gösterilen tepkiler nedeniyle bir süredir gündemdeki yerini koruyor.

Tunceli Valiliği’nin koordinesinde Fırat Kalkınma Ajansı (FKA) tarafından hazırlanan projenin 8 milyon lira değerinde olduğu açıklanırken, çalışmalar bir süre önce başladı. Bölge halkı, Alevi dernekleri, siyasi parti ve sivil toplum örgütleri ise bölgede insan etkileşimini artıracağı için projeye tepkili.

Munzur Özgür Aksın Meclisi tarafından peyzaj düzenlemesine ilişkin yapılan açıklamada, Munzur Gözeleri’nin 1. derece doğal sit alanı olduğu hatırlatılırken şu ifadelere yer verildi:

“Munzur’da insan etkileşimi artacak”

“Munzur Gözeleri Rekreasyon Projesi, Munzur Vadisi Milli Parkı’nın temel kaynak değeri Munzur Gözeleri ve çevresinde uygulanmak istenmektedir. Anılan proje kapsamında, çadır kamp alanları, hayvan kesimhanesi, tuvalet, otopark, büfe, stand alanları, yürüyüş parkuru gibi yapılar planlanmaktadır.

Munzur Gözeleri ve çevresinde insan etkileşimini artıracak yapılar öngörülmesi Munzur’a özgü alabalık türünün habitat alanlarına zarar verecek ve anılan türün neslinin yok olması dahi gündeme gelebilecektir. Munzur Gözeleri’nin kaynak bulduğu Ziyaret Köyü ve devamında Ovacık ilçe merkezi dahil 2872 sayılı çevre kanunu gereğince kurulması gereken biyoloji atık su arıtma tesisi kurulmamıştır. Bu bakımdan insan etkileşiminin artırılmasına dönük proje yapılması hukuka aykırıdır.



“İnanç merkezi ticaret alanına çevrilmek isteniyor”

Alevi-Kızılbaş inancı için kutsal bir mekan olan Munzur Gözeleri’nde hayata geçirilmeye çalışılan peyzaj projesi inancımıza, kültürümüze ve hafızamıza müdahale ile eşdeğerdir. Peyzaj projesi ile doğal bir inanç merkezi özünden koparılarak mesire ve ticaret alanına çevrilmek istenmektedir.”

Yaşanan tüm bu gelişmeler ile birlikte Alevi inancında önemli bir yer tutan ‘ziyaretleri’ ve Muharrem ya da diğer bir ismiyle ‘On İki İmam Matemi’ oruçlarını 17+ Alevi Kadınlar grubundan Ceren Ataş ile konuştuk.

 

1.       Öncelikle, Dersim’de her dönem bitmeyen bir tartışmayla başlamak istiyorum. Munzur Gözeleri’nin içinde bulunduğu durum senelerden beri tartışılıyor. Munzur Gözeleri başta olmak üzere Dersim genelinde Aleviler için kutsal olarak görülen “ziyaretlerin” bölgede ve orada yaşayanlar için önemi nedir? Kısaca bahseder misiniz? 

 

C.A: Bu soruya cevap vermek için öncelikle Dersim inancında ziyaretlerin ne olduğunu ve önemini açmak gerekiyor. Dersim’deki inancın adı “Raa Haq”tır, yani Hak yolu. Bu inancın kutsallığı Dersim’de mekanlarda ortaya çıkmıştır. Örneğin Munzir Bava bunlardan en bilinen ziyaret yerlerinden biridir. Bu kutsal mekanlar; dağ, göl, şelale, ağaç, toprak, taş olabilmektedir. Ancak bilinmeli ki bu “jare” mekanlarının hepsinin kendi içinde Raa Haq inanç felsefesini aktaran bir anlatısı vardır ki bu anlatılar yüzyıllardan beri halk anlatıcılığı ile bugünlere ulaşmıştır. Esasında Raa Haq inancın panteist, doğa kutsal bir inançtır. Dersimliler Güneş’e ve Ay’a belli saatlerde, belli günlerde ibadetlerini yaparlar. Bu olmazsa olmaz bir ibadettir. Bu bağlantıda baktığımızda dağın, taşın, suyun, ağacın ve hayvanların kutsallığı şaşırılmayacak bir durumdur. Aynı zamanda bu kutsallar hem kadın hem de erkek sahiplere aittir. Örneğin Duzgin Bava ziyaretinin sahibi Duzgin erkektir, onun kardeşleri olarak bilinen Xaskar, Jele/Zel, Buyere ziyaretleri kadındır. Bugün karşı karşıya kaldığımız sorunlardan bir tanesi de kadın ziyaretlerin "erkekleştirilmesi" ve Türkçeleştirilmesidir. Misal; az önce saydığım kadın ziyaretlerden Ana Buyere ziyaretini bugün "Buyer Baba" diye anlatanlar maalesef çoğalmakta... Ana Buyere, kırk tane kadın meleği ile birçok öyküsü ve kerameti olan bir dağ ve göldür... 

 

 Dersim'deki ziyaret yerlerine Kırmancki dilinde “jare” denir ve buralara özellikle Perşembe günleri, Xızır ayında, Gağan Bayramı dönemi, Hawtemal yani yıl dönümü, baharın karşılanması günlerinde veya Hakk’a yürüyen bir canın hayır zamanlarında ve veya bir murat dileği için gidilir. Söylenebilir ki Dersim halkı bu kutsal mekanlara tapar, onlarda dilek diler, onlara hizmet eder ve Hakk'ına oralarda yakarır. İnanç meselesi coğrafyadan coğrafyaya, kültürden kültüre değiştiği için Dersim’deki “jare” kültü diğer toplumların yadırgamasına maruz kaldığı gibi her daim iktidarların ve iktidar inançlarının muhafazakar ve saldırgan fanatiklerinin odağında oldu. Şunu da ekstra vurgulamak istiyorum; bu inanç dişil unsurları vurgulayan bir inanç. Kadın erkek eşitliğini belirten, Anaların inanç önderi olduğu, kadın sahipli ziyaretlere tapılan bir inanç. Raa Haq inancının ve bu bağlantıda Dersim'deki kadın unsurların tehlike altında olması hem iç hem dış etkenlerden kaynaklıdır(!)

 

Munzir Bava ziyaretine gelirsek, hem inançsal hem de tarihsel olarak çok değerli bir yerdedir. Aşiretlerin birlik beraberlik yeminleri ettiği, suyundan içtiği ortak bir noktadır; ancak buraya senelerdir yapılmak istenen saldırılar mevcut. Bu suyun şişelenip satılması, baraj yapılmak istenmesi, ziyaretin kirletilmesi, piknik alanına dönüştürülmesi ve bence en önemlisi Munzir Bava anlatısının Raa Haq inancından başka bir inancın anlatısına dönüştürülmesi… Bunların hepsi toplamında Dersim halkının kutsal mekanlarına yapılan saldırıların misalidir. Hakkı bir ağaçta görebilen, akan bir suda bulabilen doğasever toplumun doğasına saldırmak, Hakkına saldırmaktır. Bu bağlamda Munzir Bava ziyaretinin öncelikle Dersim halkı tarafından "piknik alanı" veya populerlik yeri algısından çıkarılıp oranın kutsallığını tekrar benimsemek ve anlatmak gerekiyor.

 


2.       Dersim Alevi inancına göre dağlara, taşlara, ağaçlara, derelere, hayvanlara ve komple olarak doğaya karşı bir kutsiyet atfedilir. Geçmişe oranla şimdi gerekli hassasiyet fazlasıyla gösterilmiyor olabilir ama genel olarak böyle bir durumdan bahsedebiliriz sanırım. Geçmişten günümüze doğayla kurulan ilişkiye ve son duruma ilişkin neler söylersiniz?  

 

C.A: Geçmişi ve bugünü kendi tecrübelerimden aktarmaya çalışayım. Ben küçükken köyümüze gittiğimizde yapılan ibadetlerde, oradaki kutsal mekanlar çağırılırdı. Yerel kutsallar, Duzgin Bava, Ana Fatma, Xaskar, Xızır… İki sene önce köyümüze dışarıdan gelen bir “Dedenin”, Dersim’deki kutsallara dair tek kelime etmeden ibadet ettiğini ve halkın buna karşı tepkisiz olduğunu gördüm. Esasen farkı da görmüyorlardı. İnsanlar inançlılar ama inançlarının yerelliğinden/ özgünlüğünden uzaklaşmış durumdalar. Şehirlere göçler, Dersim’in insansızlaşması, inanca dair düzenli yapılan saldırılar, Dersim’de yaşamayan Dersimlilerin oraya biçmek istediği politik kimlikler… Bunların hepsi bana sorarsanız etkili. Bugün insanlar hangi aşiretten olduklarını bilmiyorlar, anadillerini bilmiyorlar, hangi ocağa talip olduklarını bilmiyorlar ve daha da kötüsü bunları önemsememekle birlikte "küçükmsüyorlar". "Ben Kırmançki bilsem ne olur, on sene sonra kim konuşacak bu dili" diyorlar. Dil bu, içinde Dersim'in söylemleri, kendine has deyişleri, kimliği, geçmişi, alnımızdaki çizgiler, gülüşlerimiz, yaslarımız hepsi anadilimizdedir. İnancımız anadilimizdedir. "Zone ma zone Xiziri" ne kadar ağır bir cümledir; biz Xızır'ın, Duzgin'in, Ana Buyere'nin, Munzir'in konuştuğu dili kaybediyoruz. Anadilimizi bıraktığımız zaman Duzgin'e onun olmayan başka bir dilde yakaracağız... Bunlar şu anlama geliyor; Dersimlilerin Raa Haq inancıyla bağlantısı kopuyor; çünkü aşiret tarihsel bir geçmiştir, anadil insanın kendisidir, bağlı olunan ocak yolun şartıdır, düzenidir. Bunlarla olan bağ kopunca ziyaretler sahipsiz ve kimsesiz kalıyor. Onlar sahipsiz kalınca da halk sahipsiz oluyor. Dersim’de öne çıkan şey kutsal olan mekanlarda Hakka, Xızır’a, Güneş’e yakarmak yerini maalesef içi boş bir turistik tura bırakıyor. Şehirlerdeki Alevilik, bugün maalesef Cemevinde cenazelerde Türkçe namaz kılmayı meşrulaştıran, kadınlara başörtüsü dağıtan, tek tip bir ezberi inanç ritüeline dönüştü ve maalesef Alevilik adına hak arama amacıyla yola çıkan kanaat önderlerinin inancı bu yönde anlatmasından Dersimliler de nasibini aldı. Duzgin Bava'daki Cemevinde yapılan cem erkanlarının eski cem ritüelleri ile ne kadar benzerliği var? Aslında bu soru için Duzgin Bava’da bir Cemevi olması çok iyi bir örnek. Duzgin Bava kutsal bir dağ, kutsal bir ziyaret; ama bu dağın dibine bir Cemevi dikilmiş. Dağa merdiven döşenmiş. O dağa eskiler yalınayak ve evet “zorlanarak” çıkarlardı, ziyaretin amacı zaten sabretmek ve ermek, nasıl kolaylaşsın diye merdiven döşenir? Duzgin oraya merdivenle mi çıkmış ki biz merdivene basa basa gidelim? Muhteşem bir tezat ve bu tezat doğa kutsal bir inancın nasıl “binalaştırılmaya” çalışıldığını güzel özetliyor.

 

3.       Munzur Gözeleri için Valilik 8 milyon değerinde bir proje başlattı. Valilik, Gözelerin korunacağını, eski görüntüsünden kurtulacağını söylerken; bölgede yaşayanlar, Alevi kurumları ve siyasi çevreler bu projeye tepki gösterdi. Munzur Gözeleri’nin eski hali hakkındaki eleştirilerinizi nasıl sıralarsınız? Projeye olan bakış açınız nedir? 

 

C.A: Bana sorarsanız Dersim’de büyük bir suskunluk var. Elbette projeye tepki veren arkadaşlarımız oldu ama bütüne baktığımızda çok yetersiz. Daha önce Xızır’ın evi sular altında kaldı, bu çok büyük bir darbeydi ve sonrasını toparlamak mümkün olmadı sanki. Yer yerinde oynamalı, Munzir’in durumu için; ama oynamıyor. Ancak daha geçmişine de bakarsak, Dersim halkı mesela Munzır suyunun şişelenmesine de karşı çıkmalıydı, kutsal bir suyu alıp işleyip şişeye koyarsanız o ziyarete bakışınızı aşağı çekmiş olursunuz. Oraya kirli su akıtılıyor. İnsanlar çöp atıyorlar ve daha niceleri!

 

Bu bağlamda diyebilirim ki Munzir Gözelerinin bir düzenlemeye ihtiyacı yok, aksine doğal haline bırakılmasına ihtiyacı var. Suyun toprakla aşk haline, hayvanlarla konuşmasına, üzerine değen Güneş ve Ay ışıklarına ihtiyacı var; halkın da Munzir Bava’ya gidip yakarmaya, binlerce yıldır yaptığı gibi tüm muratlarını oraya bırakmaya ihtiyacı var. Munzir ziyaretinin gerek iç gerekse dış tehlikelerden uzaklaştırılmasına ihtiyaç var. Munzir Bava bir örnek olarak öne çıkıyor ancak bilinmeli ki Dersim’in kutsalları, ziyaretleri, hayvanları, suları ve inancı tehlike altındadır.

 


4.       Alevi toplumu geçtiğimiz günlerde Muharrem orucu tuttu. Oruçların ardından da aşureler yapılmaya başlandı. Tutulan oruçlar ve aşure hakkında bizlere bilgi verir misiniz?

 

C.A: Bildiğiniz gibi İslam Peygamberi Muhammed’in ölümünden sonra İslam toplumu bir iç karışıklığa gitti. Bu karışıklığın nedeni halifelik makamına kimin oturacağına dairdi. Muhammed’in hem damadı hem de kuzeni olan Ali’nin ölümünden sonra ise bu çatışma ortamı daha da şiddetlendi ve özetlersek herkesin bildiği Kerbela hadisesi yaşandı. Kerbela’da peygamber torunları ve masumlar öldürüldü. Bu insanlık 

tarihi açısından kötü ve acımasız bir hadiseydi. Hala İslam inancına mensup mezhepler veya yollar Muharrem ayında Kerbela’nın yasını tutmaya, oruç tutmaya devam ederler.

 

Yalnız İslam inancına tabi olanlar değil, sosyal medyada gördüğümüz pek çok video ve fotoğraf gösteriyor ki Kerbela vakası evrensel olarak hassasiyet gösterilen bir vaka. Bu durum Aleviler için de böyledir, kendisini İslam inancına nispet eden ve veya İslam inancına nispet etmeyen Aleviler vardır; ancak Hüseyin’in direnişi, Zeynep’in mücadelesi ve orada yaşanılan haksızlıklar dolayısıyla Alevi toplumu ezilenin yanında durmuştur. Muharrem’de, ki esasen Aleviler “Oniki İmam Matemi” demeyi tercih ederler, on iki gün boyunca yas tutulur, eğlenilmez ve oruç tutulur. Bu oruç esasen bilinen oruçlardan farklıdır; et ve canlıya dönüşebilecek besinler yenmez ve esasen oruç açıldığı vakitlerde çok yemek de yenmez. Örneğin lüks sofralar kurulmaz. Benim anneannemin annesi kuru ekmekle geçirirmiş “des u dı yimame” dediğimiz on iki imamlar orucunu. Zaman olarak da bugün şehirde insanlar 00.00’a kadar yemek yiyebileceklerini düşünüyorlar; ancak eskiden köylerde böyle bir saat yoktu, akşam yatmadan önceye göre karar verilebilirdi. Mühim olan sabaha varmamaktı. Aç yattıktan sonra bir sonraki akşam hava kararmaya yakın, göğün hafif turunculaştığı bir zaman dilimi vardır bilirsiniz, o zaman oruç açılır. Bugün inanç o kadar asimile oldu ki cemevleri “iftar saati” yayınlıyor. Ancak Alevilik gök ile, doğa ile bütünleşmiş bir inanç ve bu şekil uygulamalar tamamen yanlış...

 

On iki rakamı pek çok inançta kutsallığını koruyor. Aşureye de on iki malzeme koyulma nedeni buradaki kutsallıktan gelir. Aşure, Kerbela hadisesi bittikten sonra, Zeynel Abidin’in (4. İmam) o katliam ortamından sağ kurtulması üzerine yapılan çorbanın biraz “tatlandırılmasıdır”. Onun sağ kurtulması yaşanan kötü hadise üzerine bir sevinç olmuştur. Alevi ocaklarının bir kısmı kendilerinin bu soya bağladıkları için de, aşure çorbası onlar için çok kutsaldır.

 

Ekstra: Bu röportaj vesilesi ile belirtmiş olayım, Dersim’de bugün pek çok bölge tehlike altında, örneğin Milli Köyünde, yine kutsal ziyaretin olduğu bir bölgedir, taş ocakları yapılacak/ yapılıyor. Orada kutsallar yok oluyor. Sadece Munzir'a odaklanılıyor gibi geliyor bana ancak bir üstlük meselesi söz konusu olmadan hepsine aynı hassasiyeti göstermeliyiz.

 

**Bu haber 28.09.2020 tarihinde Gazeteciler Cemiyetinin günlük yayın organı 24 Saat Gazetesi’nde, “Ataş: Dersim’in kutsalları, ziyaretleri tehlike altında” başlığı ile yayımlanmıştır.

*** Yazıda kullanılan fotoğrafların tamamı Barış KOP arşivindendir.


21 Eylül 2020 Pazartesi

1938’de Pülümür Kitabına Dair

1938’de Pülümür Kitabına Dair

Rıza Dalkılıç’ın Haziran 2020 tarihinde yayımladığı Kültürler, Mekanlar, Aileler ve Gündelik Hayat – 1938’de Pülümür adlı kitabına dair bir inceleme yapmak istedim. Açıkçası böyle bir yazıyı yazma kararını kitabı okuduktan sonra verdim. Zira kitabın içeriği oldukça zengin ve yerel tarihçilik açısından mühim ve arşivliktir.

Dalkılıç kitabını yedi bölüme ayırarak oluşturmuş. Bu bölümler üzerinde araştırmaya değinmek istiyorum: ilk bölüm Dersim’in bir bölgesi olan Plemoriye, bugünkü ilçe adıyla Pülümür’ün tarihine yönelik bir incelemedir. Burada Dalkılıç, zaman içinde Pülümür’de yaşanan hadiseleri, tarihsel raporları, değerlendirmeleri aktarmış. İkinci bölümde ise bölge özelleştirilmiş, Pülümür ve köyleri tek tek incelenmiş, köylerin mezraları, konumları, nüfusları belirtilmiş. Bu incelemeler içerisinde en önemsediğim mesele, ikinci ve üçüncü bölüm özelinde, yazarın bu köylerdeki inanç merkezlerini ve onların hikayelerini halk aktarımı ile tek tek vermiş olması. Zira bu inanç merkezleri zamanla kaybolmaya yüz tutmuş ve veya tutacak haldedir. Dersimli halk, günümüzde adı bilinen ve öne çıkmış inanç merkezlerini tanımakla yetinirken bu çalışmada köylerde ve hattâ mezralarda bulunan inanç merkezlerinin kayda geçirilmiş olması çok değerlidir.

Dördüncü bölümde Dalkılıç, Pülümür’deki Ermeni bölgelerini, köylerini, kiliselerini, hikayelerini yazmış. Hemen hemen her köyde muhakkak bir kilise olduğunu bu bölümü okuduğumuzda görebiliyoruz. Şunu belirtmek isterim; “Kırmancıya Beleke” tabiri bu bölümü okurken aklıma gelmişti; çünkü bu tabir “Çok renkli Kırmanciye” demektir ve vurguladığı şey Dersim’deki kültürel çeşitliliktir. “Kırmanciye” kavramı; hem bölge olarak Dersim’i, hem bir devri, hem bir inancı hem de bir kültürü ifade etmektedir; kendisine ait uygulamaları, sosyal yasaları vardır. Dolayısıyla çok renkli Kırmanciye demek, bu özellikler içerisinde buradaki çeşitliliği vurgulamak demektir. Bu bağlamda Dersim’de yaşayan ve yaşamış olan Kırmanç, Kırdaş, Türkmen, Ermeni, Alevi, Pagan vs. tüm halkların ortak kavramıdır ve buluşma noktasıdır.

Bu anlayış ile Dalkılıç’ın Ermenilere ve onların geçmişine özellikle özen göstermesi oldukça önemli. Diğer bir yandan yazar, hayali bir tablo çizmemiş. Ermenilere yönelik Kırmanç ve Kırdaş aşiretlerin baskı ve zulümlerinden de bahsetmiş ve bundan bahsetmeyen, daha hayali bir tablo ile dönemin Dersim Ermenilerini anlatan Nuri Dersimi’ye yerinde eleştirilerde bulunmuştur. Yazarın da belirttiği gibi, Dersim’de Ermenilere yönelik, 1915 döneminde ve öncesinde, aşiretlerin sahiplenici tavrı olmakla birlikte, aksi şekilde hareket eden aşiretler de olmuştur. Bu noktada önemli olan gerçeği anlatmak ve geçmiş tarihle yüzleşmektir.

Pülümür’de yaşanan katliamlar

Beşinci ve altıncı bölümlerde yazar Pülümür’de yaşanan katliamları, öldürülen kişileri ve onların hikayelerini aktarmıştır. Yerel halkın anlatımları burada oldukça önemli zira sözlü aktarım, özellikle Dersim gibi yaşanılanın yalnızda o bölgede kaldığı yerlerde en önemli aktarım şeklidir. Yine bu bağlamda son bölümde bazı önemli portreleri aktarmış ve tarihe onları not düşmüş. Özellikle bu iki bölümde kişilere ve hadiselere yazılan kılamlar (Türkçe karşılığı ağıt olabilir) aktarılmış.

“Ax bıra sodıro dere Plemoriye

Tı veta lıngede kerda dırvetın

Arda bıne Revet’te kişta

Ax bıra bekeşiye”

(Ah kardeşim sabahtır Pülümür deresi/ Seni çıkarıp ayağından vurdular/ Getirip Rabat’ın altında öldürdüler/ Ah kardeşim kimsesizlik…)

Söyleyen: Gırmo Hüseyin

Baxıre Sıpiye ve Ana Buyere

Kitabı incelemek ve üzerine yazı yazmak istememin nedeni ise Dalkılıç’ın hem arşivlik bir çalışma yapmış olması hem Kırmanciye Beleke anlayışını elden bırakmaması hem de dişil ögelere sadık kalmasıdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki pek çok coğrafyada kadın evliyaların veya kadın sahipli mekanların adları bugün erkek adlar ile anılıyor, asimile oluyor. Dersim’deki kadın sahipli mekanlar bugün “Baba” adı ile erkek formatına dönüştürülüyor ve bu isimler de Türkçeleştiriliyor. Bunun en bilinen iki örneği var: Baxıre Sıpiye ve Ana Buyere.

Baxıre Sıpiye de Ana Buyere de Pülümür’de bulunan kutsal ziyaretler ve bu iki ziyaret için de halk Duzgin Bava’nın kızkardeşlerinden olduklarını söylerler. Kızkardeşlik meselesi tartışma konusu; ancak buradaki önemli kısım şu; bu ziyaretler dişi ziyaretlerdir ki “kızkardeş” olarak anılıyorlar. “Sıpiye” Türkçe’de beyaz demektir ve Dersim inancında beyazlık yalnızca kadınlar için kullanılır.[1] Dolayısıyla bugün “Bağır Baba” veya “Bağır Paşa” olarak bu ziyareti anmak hatalı. Burada hem Kırmançki’ye hem de kadıncıllığa yönelik asimilasyon uygulanmakta.

Ana Buyere ise yine Baxıre Sıpiye gibi Duzgin Bava’nın kızkardeşi olarak çokça anılır. Ana Buyere’nin kırk tane melekesi olduğu, bir kadın olduğu ve bu dişi ögelerle dolu anlatılarına Dersim Alevilerinde Şifacılık Geleneği adlı kitapta detaylı olarak bakabilirsiniz. Ana Buyere de bugün maalesef Buyer Baba adı ile erkekleştirilen ziyaretlerden. Dalkılıç çalışmasında bu iki ziyaretin de “baba, paşa” gibi eril isimlerle anılmasına karşı çıkmış ve onların kadın evliyalar olduğunu vurgulamıştır. Aynı zamanda köy ve mezralardaki yerel ziyaretlerden de dişi olanları ayrıca belirtmiş, üzerinde durmuş. Erkekleştirilen tarihe ve inanca yönelik yazarın böyle bir hassasiyete sahip olması ve bunu da aktarması pek çok erkek yazara örnek olmalıdır. Bu bağlamda şunu da örneklemek isterim; şimdiye kadar çocuk isteyip de çocuğu olmayan kişilerin gittikleri ziyaretler genelde “Çocuğu olmayan kadınların gittiği yerler” olarak anlatılırken Dalkılıç “çocuk sahibi olamayan aileler” şeklinde vurgulamış, çocuğun yalnız kadının olmadığını veya kadından kaynaklı sorun yaşanmadığını da buraya kadını ve erkeği ekleyerek vurgulamış.

Dersim tarihine tanıklık

Pülümür’deki bilinen ziyaretlerin haricinde köylerde ve mezralarda bulunan diğer tüm ziyaretlerin kayda geçirilmesi, onların anlatılarının aktarılması Pülümür ve dolayısıyla Dersim tarihine dair tanıklık edilmiş olması bu çalışmayı yerel tarihçiliğimizin arşivinde tutuyor. Daha önce duyulmayan Xanım Köprüsü, Gelin Odaları gibi henüz tarihi bilinmeyen tarihi eserlere de dikkat çekilmiş. Şahsen bir okuyucu ve araştırmacı olarak kitaplar Pülümür’deki aşiret dağılımını da görmek isterdim. Yalnız bu alanın da tamamlanmasıyla gerçek anlamda yerel bir kaynak olan bu çalışmayı Dersim okumaları yapan herkese tavsiye ederim.


[1] “Sıpiye” kavramının yalnız kadınlara dair kullanıldığını ilk defa  Khures Ocağından Ana Xime’den duymuştum. Dalkılıç da çalışmasında bu noktaya değinmiş.

 

3 Eylül 2020 Perşembe

Alevi Kadın Çalışmaları neden önemli – Ceren Ataş

Published on Ağustos 27th, 2020 | by Avrupa Forum 1

0

Sanıyorum 2014 yılıydı, üniversitede hocalık yapan bir araştırmacıdan Alevi literatürü almıştım. Verdiği bir panelde böyle bir literatür oluşturduğunu ve arzu edenlerle bunu paylaşabileceğini söylemişti, elbette ki böyle kıymetli bir çalışmayı almalıydım; çünkü o zamanlarda ben de Alevi çalışmasına başlamayı hedefleyen bir üniversite öğrencisiydim. Listeyi elime aldığımda bir şey dikkatimi çekti; tüm araştırmacılar erkekti! Peki bu ne demek…

Alevi inancı, gerek teolojisi gerekse tarihi itibariyle kanaatim odur ki bir kadın inancıdır. Alevi inancında ilk var olan Fatma Ana olarak tanımlanır, dolayısıyla “ilk” kadındır, kadın başlangıçtır. Adem’in kaburga kemiği anlatısı Alevilikte yoktur; nur olan, aydınlık veren, ateş yakan kadın vardır. Dolayısıyla ilk var olanı kadın olan bir inancın sürekleri de bu öğreti ile ilerlemişlerdir.

Toplumun talip olduğu Pirler, ocaklar o topluma inanç önderliği yaparken salt bir erkeklik otoritesinden eser yoktur veya “yoktu(!)”. Pir kavramı cinsiyetçi değildir, sadece erkekleri kapsamaz; Ana ve Dede’ye işaret etmektedir. Pir soyundan gelen kadınlar Ana, erkekler ise Dede’dir; ancak Pir kavramının sadece Dedeler üzerinden kullanımı ile bugün bu kavram erkekleşmiştir. Benzer durumlar; er, eren, evliya, mürşid kavramları için de geçerlidir. Halbuki Alevi toplumunun pek tanıdığı Khures/ Kureşan Ocağından Hasan Efendi “Mürşid-i kâmil Fatma’dır” demiştir. Mürşit tabiri ise Alevilikte en üst mertebedir, Fatma dolayısıyla kadın, Alevilikte en baştadır. Kadın; erdir, erendir, evliyadır, Pirdir, Mürşittir ve daha nicesidir.

Alevi inancının kadını anlattığı yer “eşitliği kabul eden, benimseyen ve aktaran” bir yer olmakla birlikte bunu daha üst bir noktaya da taşımaktadır. Alevi inancında cinslerin eşitliğine vurgu yapmayan öğreti, anlatı yoktur. Piri, inanç önderi, mürşidi kadın da olan Aleviler; ibadetlerini kadın erkek beraber yaparlar ve buna “Can olmak” derler. Can olmak bir olmaktır. Alevilerin her cem ibadetinde yeniden yaşattıkları Kırklar Meclisi anlatısında içeride bulunan kırk kişinin kırkı da üzüm şerbetini içtikten sonra hale girerler ve bir olurlar, semah dönerler. Bu noktada büryanlık, üryanlık ve kamillik vardır. Kadının erkekten, erkeğin kadından saklayacağı, sakınacağı, geride duracağı, ileride duracağı bir mekan yoktur Alevi cem erkanlarında. İnancın referans verdiği yer can olmak, eşit olmak ve eşitliği sağlayarak, cinsleri, farkları ortadan kaldırarak sırra varmaktır.

Kadın ulular

Esasında çok uzun ve detaylı anlatılması gereken Alevi teolojisine bu yazıda yüzeysel olarak baktığımızda bile elimizde kuvvetli kadıncıl değerler buluyoruz. Teolojisi kadınla bezeli iken tarihin toplumun da eril olmasını beklememeliyiz; çünkü esasında değil. Aleviler Kerbela’yı bilir; ama sadece Hüseyin’in direnişini değil, Zeynep’in de direnişini bilmelilerdir. Kerbela hadisesinin bugünlere kadar gelmesi, bilinmesi meselesi Zeynep’in sayesindedir. Zeynep’in direnişi, aktarıcılığı sayesindedir.

Bugün Alevilerin “öne çıkmış” ziyaret yerlerinden olan Hace Bektaş Veli tek başına bilinmemelidir. Hâce Bektaş’ın Anadolu’ya gelişi anlatıda tüm erenler içinden Kadıncık Ana’ya mâlum olmuştur. Hace Bektaş, tüm kerametlerini Kadıncık’a aktarmış, onunla öğrenmiş, başkalarına öğretmiş, örgütlemiştir. Aynı dönemde Bacıyan-ı Rum, Fatma Hatunun başında olduğu bir kadın birliğidir. Bu birliğin kadın ordusu, eğitim, meslek ve örgütlenme, şifacılık gibi faaliyetleri vardır. Hâce Bektaş bu kadın dokusuna müdahale eden bir erkek olmak yerine aksine bu kadın dokusunu benimseyip yaygınlaştıran bir eren olmuştur.

Diğer bir ziyaret yeri olan Abdal Musa ise Kadıncık Ana’nın öğrencisidir. Yola dair, inanca dair, felsefeye dair her ne kattıysa insanlara, bunların eğitimini Kadıncık’tan almıştır. Bu süreklerin devamı olarak 20. Yüzyılda Maraş’ta Elif Ana kendi ocağını kurdu, kurabildi. Elif Ana ocak soyundan gelmiyordu, kendi ocağını kurdu ve hattâ kendisi ocak olduğu için eşi de Dede/ Baba olarak kabul edildi. Bunlar ilk var olanın kadın olduğu bir inanç için hiç de fazla değildi!

Başa dönersek; o gün elime aldığım literatürdeki kaynakların hiçbirinde bu detaylar yoktu; çünkü erkek tarihçiler, erkek araştırmacılar Alevilik inancını erkekçe yazmışlardı. Belki meseleyi başka yerden ele alsalardı bugün Düzgin Bava kadar Hesker de bilinirdi, Munzir Bava kadar Anahit de bilinirdi, Ana Fatma daha çok ziyaret edilirdi, her sene Hace Bektaş’a giden Aleviler Kadıncık Ana’da da cem tutarlardı, kırk tane meleği ile bilinen Ana Buyere ziyareti bugün Buyer Baba olarak anılmazdı, Bağıre Sıpiye gibi adında “sıpiye” kelimesinin kadına referans verdiği[1] ziyaretler “Baba” olarak anılmazdı. Ve daha niceleri…

Bu sebeple tarih yazımında kadınlar önemli, kadın bakışı önemli. Bugünlere erkek tarih yazıcılığı ile gelindi; ancak kadınlar hep vardı, tarihin sayfalarında adları değiştirilse de yazılmasa da hep varlardı. Geçmiş de olduğu gibi bugün de kadınlar var, kadın araştırmacılar Alevi tarihini kadıncıl bir şekilde ele alıyorlar, bu alanda çalışmalar yürütüyorlar ve çok değerli eserleri geleceğe bırakıyorlar. Ancak bu çalışmalar yeterince sahiplenilmiyor ve görmezden geliniyor. Bu konuda hassasiyet gösterip onlarla dayanışma halinde olmalıyız.. Kadın araştırmacıların varlığı, artması bu sebeplerle oldukça önemli. Tüm kadınlara dayanışma ile sevgilerimi sunuyorum… 27 Ağustos 2020


[1] “Sıpye” kelimesinin kadın ziyaretler için kullanıldığını aktaran: Khures Ocağında Ana Xime.


Khal de qesey kerd (Khal ile konuştuk) 27.07.2020 Desim/ Dersim


 Khal ile sohbet ettik.

- Neden hep beyaz giyindiğini sorduk, Dersim'de kefensiz gidenlerin anısına olduğunu belirtti. - Düzgin Bava'nın kızkardeşlerini saydı: Ana Xesker/ Haskar, Ana Jele/ Zel, Ana Buyere, Bağıre Sıpiye - "Bağıre Sıpiye"nin kardeşlerini sorduk, "sıpiye" kavramının yalnız kadınlara kullanıldığını konuştuk. - Kırmançki/ Zone ma - Silvus / Sülbüs Dağı - Koe Meryeme

Dersim'in Etno-Kültürel Kimliği ve 1937-1938 Tertelesi


 “Ma xore vanime Kırmanc, zone xora Kırmancki. Yie ke hem Elewie hem Kırdaşki qesey kene, yinu re vanime Kırdaş; yie ke hem zone ma qesey kene hem raa xo caverda, Zaza. Yie ke hem Şafie hem herre werre qesey kene, Khurr. Herdo ke ma sero fetelime cıre vanime Kırmanciye Beleke"/


(Biz kendimize Kırmanc, dilimize Kırmancki deriz. Alevi olup Kırdaşki konuşanlara Kırdaş; inançlarını terk ettikleri halde dilimizi konuşanlara Zaza deriz. Şafii olup herre werre konuşanlara Khurr deriz. Üzerinde dolaştığımız topraklara 'Çok renkli Kırmanciye' deriz.)
Abasan aşiretinden bir kadın.”






“Na Bamansurê ma ke shi ortê Sadiz u Hizoli
Kılemê Haqiye vurnê, charne lo loê Kırdaşi"

Sey Weli
Piye Sey Qaji/ Sey Qaji'nin babası

(Şadillilerin ve Hizolluların arasına göçen Bava Mansurlularımız
Hakkın kelamını* bozmuşlar, çevirmişler Kırdaş'ın lo losuna)”



“1937 yılında öncelikle Dersim toplumunun ileri gelenleri öldürüldü. Sivil grupların öldürülmesi "çatışma" olarak gösterildi; köyler bombalandı, yakıldı, ekinler ateşe verildi ve hayvanlara el konuldu. 1938 yılında bütün bu uygulamaların daha sistematik ve yaygın hale geldiğini görüyoruz.”


“Raporlarda tasvir edilen Dersimli, âdeta XIX. yüzyıl sonlarındaki veya XX. yüzyıl başlarındaki anti-semitist Alman literatüründeki Yahudi kadar yabancı, vücuda aykırı, fremdkörper bir unsurdur.”

Khures'in Mağarası

 


Bu kitabı okuyup notumu aldım. Sonra Facebook'ta paylaştım, illa ki bir giden olmuştur umuduyla.
Sevgili Senem Arin, hemen bir fotoğraf paylaştı ve yol tarif etti.

Bir başka yol tarifi: "Nazımiye'den gidiliyormuş. Aşağı Doluca'dan. Ilıksu barajinın altında kalmış ancak bahsedilen taşı yukarı taşımışlar. Bağın Kaplıcasına yakınmış."


Gideceğim dediğim yerlere genelde hep gitmişimdir. Bir gün Khures'in mağarasına gidip bu blogu güncelleyeceğim!