18 Aralık 2023 Pazartesi

Asimilasyon Erkanı: Alevi Cenazeleri – Ceren Ataş

 Asimilasyon Erkanı: Alevi Cenazeleri

14 Aralık 2023

Ceren Ataş


Alevilik için İslam'ın mezhebi mi, felsefi bir yorumu mu, yoksa kendi başına bir inanç mı olduğu tartışmalarını Cumhuriyet, Osmanlı’dan devralarak sürdürüyor. Ancak belirtmek gerekir ki Osmanlı’nın Alevilik inancına karşı tutumu esasen inkar, imha ve yok etmek üzerinedir. Cumhuriyet ise kuruluşunun ilk yıllarında hem bu yollardan medet umarak ilerlemiş ama hem de Türk İslamcı asimilasyon politikalarının temellerini atmıştır. Akademik tartışmaların haricinde, Aleviliğin tanımlanmasına dair devlet beyanlarında ve fetvalarında Aleviliği tehlikeli bulan, “yok edilmesi gerekli” diye kodlayan, Osmanlı’dan aldığı mirasla Cumhuriyet geldiğimiz aşamada Aleviliği ve Alevileri ötekileştiren, nefret duyulan ve asimilasyonu amaçlayan tutumu ile yüzyıllardır içinden geldiği devlet geleneğini ısrarla sürdürmekte.


Akademilerde Alevilik araştırmalarının artması nedeniyle Alevi araştırmacıların üzerine en çok eğildiği konulardan birinin Aleviliğin İslam içi olup olmadığı tartışması oldu diyebiliriz. Bu tartışmaları taraflı bulmakla beraber teolojik olarak cevap vermek için Aleviliğin kendi başına bir inanç olduğuna ruhun ölümsüzlüğü ve sürekliliği başlığı üzerinden bakmanın dahi kafi geleceğini düşünüyorum. Her inancın felsefesi, çeşitli yorumları, uygulamaları, farklı ibadet biçimleri olabilir ancak hayatı kavrayış ve mevcut hayat sonrasını algılayışı, eğer bu inançlar ortak kaynaktan beslenmiyorlarsa farklıdır. Alevilik, kimi araştırmacıların yorumuna göre İslam-Hristiyanlık-Şamanizm vb. dinlerin sentezi olarak ortaya çıkmış heterodoks bir inançtır. Bu yorumu yapan araştırmacıların Aleviliğin varoluş anlatısına ve devriye meselesine mutlaka bakmaları gerekmektedir. 


Alevilikte varoluş

“Alevilik inanışına göre ‘yaratılış’, kudretten kopan ve arşta asılı duran bir kandilden (Güneş) gelen ışığın yeryüzüne ulaşması ile başlamıştır. Bu nedenle Aleviler, yaratan ve yaratılanlar olduğu fikrine uzaktırlar. Alevi inanışında yaratan ve yaratılan birdir. Yaratılmışların bütünü yaratanın kendisidir. Vahdet-i Vücut (Varlığın Birliği) olarak ifade edilen bu Alevi inanışı, İslam kalıplarına sığdırmak mümkün değildir.” (Temir)


Aleviliğin varoluş anlatısından tüm inançsal ritüellerine bakıldığında özgün bir inanç olduğu ortadadır. Haşim Kutlu varoluşu şöyle ayırır: “İslam yaratılışa ilişkin verdiği cevapta örneğin 'Kun fe Yekun' derken, Alawi, 'Enel Hak' demektedir. İslama göre bütün bir kainat ve kainatı oluşturan varlıklar, öncesiz ve sonrasız olan, doğmamış, eşi ve benzeri olmayan, sıfatsız ve mekansız olan 'Rab-Allah' tarafından, önceden düşünülmeden, tasarlanmadan, her şey olduğu ve görüldüğü gibi yaratılmıştır. O, 'Kun fe yekun' demiştir, yani 'ol' demiş oluşmuştur.

Alawi'nin cevabı ise bunun tam tersidir. Ona göre 'varlık ve cihan olmadan önce O vardı'. O bir 'Nur'du ve 'varlık ve cihan o nur deryasında nur'du. Nur kendi kendisini doğurdu. Varlık ve cihan Hak kapısından, yani doğum kapısından gelerek sıfat ve mekan edinen, vücut bulan Hakk'tır. Yani 'Nur'dur. 'Aynayı tut yüzüne bak işte o sensin' Alawi'nin 'Her şey yaratıldı bir noktadan/ Nokta gizlidir esrarı yezdan' derken ifade etmek istediği budur. Bu, yaratılışa ilişkin Alawi cevabıdır ve ölçüdür.” (Kutlu)


Alevilikte kadın konusunu ele alan araştırmacı Gülfer Akkaya da benzer bir noktadan konuyu ele alarak “Bütün din-inançlar birbirini her zaman etkilemiştir. Aksi düşünülemez. Oysa inançlar birbirinden etkilenirler. Etkilenmekle aynı şey olmak birbirinden çok farklıdır. Bugün Alevilik inancı için İslam’a dahildir diyerek buna ilişkin Hz. Ali ve 12 İmamları gerekçe gösterenlerin gözden kaçırdıkları budur. Bunlar Aleviliğe İslam’dan geçmiştir; ama bunlar Aleviliğe çok sonradan dahil olmuş, Aleviliğin birçok unsurundan sadece biridir ve elbette asla tamamı değildir. Alevilik bunun çok öncesi ve çok daha fazlasıdır. Bu unsur dahilken bile inkar edilmeyecek olan şey Aleviliğin kadim ve kendi felsefesi, teolojisi bulunan bir inanç olduğudur. Başka bir inançtan etkilenince o inancın kendisi ya da mezhebi olunsaydı bugün tek tanrılı din-inançların hepsini bir tek ad altında toplamamız gerekecekti. Ve mesela İslam’a Yahudiliğin bir mezhebi gibi bakmamız gerekirdi. Bu mümkün mü?” (Akkaya)


Yukarıda Gülfer Akkaya’dan alıntıladığım gibi, elbette dünya tarihi ve coğrafi komşuluklar inançları, insanları etkiler ve bu normaldir. Kültürler de dinamiktir. Ancak bu temaslar inançları başka bir inancın alt başlığı haline getirmez. Egemen olanın altına bir sığıntı gibi döşeyip ezmeyi gerektirmez. Dolayısıyla bu makalede Alevilikteki devriye meselesine eğilerek Alevilik inancının özgünlüğünü ele alırken bir yandan da Alevi kurumlarının yarattığı asimilasyonu ve çelişkileri ortaya koymak istiyorum. 


Devriye

Neden devriye konusunu incelediğime gelirsek; gerek Alevi deyişleri, gerek Alevi sözlü tarihi, gerekse Alevi hafızası Aleviliğin, kendi yorumu ve söylemiyle, en başından beri var olan, var eden ve bir devinim olarak devam eden bir inanç olduğunu ortaya koyuyor. Ve bu ortaya çıkan tüm eserlerde, anlatılardan devriye başlığı mevcut. Ali’nin don değiştirmesi (başka bir bedende can bulması), Sıtkı’nın on dört bin yıl pervanelikte gezmesi, Harabî’nin vahdetnamesi, Şiri’nin “Şu fena mülke çok gelip gittim/ Yağmur olup yağdım ot olup bittim/ Urum diyarını ben irşat ettim/ Horasandan gelen Beştaş idim ben” şiiri ve niceleri... 

Hal böyle iken 2015 senesinden beri İstanbul içerisinde bulunan cemevlerine yaptığım çalışmalarda ve alan çalışmalarımda özellikle cenaze erkanları hep dikkatimi çekti. Erikli Baba Cemevi, Garip Dede Cemevi, Tuzla Cemevi, Esenler Cemevi, Gazi Cemevi, Okmeydanı Cemevi, Erenler cemevi, Hacıbektaş Cemevi… Katıldığım cenaze erkanları, cemevinin içerisinde yapılan cem erkanlarından farklıydı. Sanıyorum Alevilikte İslamî asimilasyonun en başarılı olduğu alan cenazeler olmalı. Bu cemevlerinde yapılan cenaze erkanları üç aşağı beş yukarı aynıydı. Hatta Hakka yürüme erkanı adıyla çıkarılmış kitaplar tüm cemevlerinde vardı. Seneler içinde cenaze erkanları daha da İslami bir hale büründü ve nihayetinde cem evlerindeki cenaze ekranlarında Alevilere namaz kıldırıldı. Rüku, sağa ve sola selam, secde, tekbir, fatiha gibi namaz uygulamaları cemevi cenazelerinde yazık ki hâlâ mevcut!


Cemevlerinin ortaya çıkmasına neden olan ihtiyaç inancın dört duvar arasına sığdırılması değildi. Ki sığmaz da, Kaygusuz’un dediği gibi: “Kaygusuz Abdal'ım sözümüz budur/ Her nerede çağırsam Hakk onda hazır.” Alevilik inancı zaten hiçbir zaman binaya, türbeye, mekana sığacak bir anlayışta olmadı. Alevi tarihi 20. yüzyıla kadar cemevi odaklı da olmamıştır, cemevi yoktur. Alevi ritüelleri kimin evi uygunsa orada toplanılarak yapılırdı. Aleviler kutsal sulara, dağlara, taşlara, dağlara, ağaçlara ve hayvanlara inanırlardı. Kentlere yoğun göçlerden sonra Alevileri bir arada tutmak için yapılan cemevlerinin engellenmek istenmesi ve devletin Alevi katliamlarını sürdürmesi cemevleri konusunu politik bir mesele haline getirdi. Ama başa dönersek özellikle Alevi cenazelerinin nereden kaldırılacağı ihtiyacı da cemevlerinin varlığının başat bir gerekçesi olmuştur. Aleviler ve Alevi kurumları tarafından bu ihtiyaç önemsenmiş ve öncelleşmişti.

(Dewe Khures, Zeve Köyü. Kureşan Ocağı’nın bulunduğu köy.
Kureşanlı Pir Ana & Dedelerin eski mezar taşları. Nazımiye, Tunceli)


Cenaze erkanı adı altında asimilasyon

Bu bağlamda “cenazelerimiz camiden kalkmasın, namaz kıldırılmasın, dardan indirme erkanı sürülsün” diye açılan cemevleri bugün Türkçe namaz kıldırıyor. Bir Alevi olarak namaz kılmayı bilmediğim için ve benim gibi diğer Aleviler de bilmediği için Türkçe duyduğumuz duaların başka yerlerde de geçtiğini bilmiyor olabilirdik. Kuran’da geçen, “Her canlı ölümü tadacaktır” (Âl-i İmran, 3/185; Enbiyâ, 21/35; Ankebut, 29/57) ayeti “her can” diye Alevi diline döndürülerek söyleniyor cemevlerinde. Diğer yandan cemevlerinde Alevilerin katliama duyduğu tekbir kelimesi yerine “Allah yücedir” cümlesi cenaze erkanında üç kere söyleniyor, aynı namazdaki gibi. Ancak Türkçe “Allah yücedir” cümlesi, “tekbir” gibi korkutucu olmadığı gibi namaz kılmayı bilmeyen bir topluluğa da dokunmayabilir.


Cemevi cenaze erkanlarına baktığımızda Aleviler tüm ritüellerini cinsiyetçi olmadan kadın erkek beraber yapar. Alevilik inancına göre kadın ve erkek cinsiyet üzerinden değil, nurun parçası oluşları üzerinden görülür, aynı ve eşit olarak kabul edilir. Bu nedenle cinsiyetsizdirler yani kadın erkek herkes can’dır, birdir. Alevilik ritüellerini can olarak gerçekleştiren Aleviler cemevlerindeki cenazelerde birbirlerinden ayrı ve uzak durmak zorunda bırakılıyordu. Dualar Türkçeleştiği gibi Aleviler de değiştiriliyordu. Ya erkekler tabutun önünde kadınlar ise belli bir mesafe arkada (Tuzla cemevi örneği) ya da erkekler yine tabutun önünde kadınlar ise kuytu bir köşede (Erikli Baba Cemevi örneği) kendilerine yer bulabiliyordu. Cinsiyetçilik temelli bu yerleştirme İslam'da haremlik selamlık olarak adlandırılan uygulamadır. Alevi köylerinde ve tarihinde haremlik selamlık uygulaması yoktur, yani kadın ve erkeğin birbirinden ayrı yerlerde durma uygulaması yoktur; çünkü tüm Alevi ibadetlerinde, her Alevi ortamında kadın erkek birlikte yer alır, kadın erkek eşitliği vardır. Her Alevi birdir, aynıdır, candır. Ayrıca Alevilik inancı Analar ve Dedelerle yürütülür.


Benim 2019 senesinde Tuzla cemevinde katıldığım bir cenazede dede eline mikrofonu alıp "Bayan canlar lütfen arkaya, erkeklerin arkasında hizaya duralım" demişti.  Bu cümle ve ideoloji Alevi toplumunun hiçbir yerinde yoktur, olamaz. Tek bir Alevi yoktur ki bu cümleyi savunabilsin. Aksine Aleviler “Bizde eşitlik var” diyen toplumdur.

Diğer bir mesele ise aynı Cem erkânı gibi cenaze erkanını da bir erkeğin, dedenin, tek başına sürmesidir. Yani kadın olmadan, Ana olmadan ritüelin yalnızca bir erkek olan dede ile sürdürülmesi meselesi. Halbuki Alevi köylerinde Analar cenazenin tüm süreçlerinde, Hakk’a yürüyen can hangi cinsiyetten olursa olsun fark etmeksizin her süreçte yer alır.


Dedeler cemevlerinde namaz kıldırıyor

Tekbir ve kadın erkek eşitsizliği devamında cenaze ritüellerinde yer alan üçüncü çelişkiyi ele almak istiyorum. Kendisini İslam'ın bir yorumu olarak ele alan cemevleri hariç (örneğin Cem Vakfına bağlı olanlar İslam’dır) tüm cemevleri cenaze erkanlarını tek bir dilde yani Türkçe yapıyor. Bu, cenazeye katılan herkesin söyleneni anlaması amacıyla yapılmış bir uygulama olmakla birlikte Alevilerin yalnızca Türkçe konuşmadığı gerçeği de mevcut. Dolayısıyla ana dili Kurmanci/ Kürtçe ve Kırmançki/ Zazaca olan Aleviler yok sayılıyor. Türkçeden devam edersek Fatiha Suresi Türkçe okunuyor. Bazı ayetler Türkçe okunuyor. Üç kere Türkçe “tekbir” yani “Allah yücedir” söyleniyor. Alevi toplumu sağ ve sola kafalarına çevirerek selam veriyor. Rüku’da duruyor… Açıkça namaz ritüelleri uygulanıyor. Daha da açık söyleyecek olursak dedeler cemevlerinde Alevilere namaz kıldırıyor! 


İşin garip yanı Sünni Müslüman komşular Alevi cenaze erkanlarından sonra "Bizim cenazemiz de aynı böyle, biz duaları Arapça okuyoruz sadece" diyorlar. Doğru söylüyorlar. Çünkü dedeler hem cenaze erkanını İslami usullere göre uyarlıyorlar hem de şiirsel bir dil ile devreyi anlatıyorlar. Tezat burada kendisini gösteriyor. Bu noktada devriye meselesini daha derinden inceleyelim.


“Ölürse tenler ölür; Canlar ölesi değil” Yunus Emre

Devriye Alevi inancında ruhun doğduğu bedenden ayrıldıktan sonra tekrar bir başka bedende yeniden doğmasıdır, canlanmasıdır. Ayrıca ruh türcü değildir; hayvan, insan, bitki... Canlı olan her şeyde ruh can bulabilir. İnsan hayatında nasıl bir tutumla yaşamış ise ona göre bir sonraki hayatı şekillenir. İyi olan insan iyi bir bedende can bulur. Kötü olan ise kötü bedende can bulur. Ve kamilliğe erene kadar bu böyle sürer gider. Kamil olan Hakk’ın parçası olduğunu bilir,  sırra ermek budur. Hakk’a doğrudur devrin daim olması. İnsanı kamil olmak başka bir makamdır. Herkes bu sırra eremez. Görüldüğü gibi Alevilikte ölüm yoktur, devriye vardır ve bu yüzden Aleviler “ölen kişinin” arkasından “devri daim olsun” der.


Alevilikte ölüm olmadığı için öbür dünya veya ahiret inancı da yoktur. Aleviler her sene görgü cemlerinde Pir’leri tarafından sorguya/ görgüye çekilerek iyi ve kötü davranışlarının hesabını ortaya dökerler. Alevilikte günah ve sevap yoktur. Hal böyle olunca öbür dünyada verilecek hesap da yoktur. Mükafat ya da ceza olan cennet ve cehennem de yoktur Alevilikte. Her şey buradadır. Akıp giden hayatın içinde, yaşadığımız dünyadadır. Pir’ler ve canlar huzurunda dara durmak ise bir tür yüzleşmedir. Canların kendi nefisleri ile yüzleşmesi, kendini dara çekmesi  insanı kamil olmaya girilen yolda önemli adımlardır.


Dedelerin cemevindeki İslami usullere göre uydurulmuş ibadet Aleviliğe müdahale olarak algılanır ve canlar tarafından haklı olarak sorgulanır, eleştirilir, kabul edilmez. Çünkü bunlar Aleviliğin içini boşaltmak, İslamlaştırmak için her taraftan uzanan asimilasyonun kollarıdır. Bu, yüzyıllardır katledilen, öldürülen, inancı yok edilmeye çalışılan, bu başarılamayınca asimile edilmeye çalışılan Alevi toplumunun getirilmek istendiği yerdir. Alevilere Aleviliğin inkarının dayatılmasıdır.


Bugün sadece Alevi köylerinde uygulanan ancak cemevlerinde uygulandığına şahit olamadığım bir diğer ritüel Dardan İndirme Erkanıdır. Hakka yürüyen canın bedeni meydana konur, tüm aile yakınları, eşi, dostu akrabası o meydanda buluşur. Pirler, Hakka yürüyen kişinin borcunu, kırdığı gönülleri, alacağını özetle kendisini sorgular. Rızası olmayan varsa konu tatlıya bağlanır, rızalık alınır. Hakka yürüyen canın eksiğini ailesi, musahibi tamamlar. 


“(Heterodoksi) tanımı Alevilik ya da sonradan Alevilik adı altında toplanacak olan inançlar için doğru bir kavram değildir. Örneğin Hristiyanlıkta Protestanları, İslam’da Şiiliği bu kavramla açıklamak mümkün ve doğru; oysa Alevilik kendi başın bambaşka, özgün bir inançtır. Bu yanıyla heterodoksi kavramı Aleviliği karşılamadığı gibi Alevilik bu kavramla adlandırıldığında –amaç bu olmasa da- bizzat onun inkarına, yok edilmesine, ona karşı uygulanan asimilasyon politikalarının sürdürülmesine hizmet etmiş olacaktır.

(…)

Alevilik inancında ‘yol bir sürek bin bir’ olarak tanımlanır. Bu çeşitliliğe bakıldığında bırakın Aleviliğin heteredoksi oluşunu, ontolojik olarak kendi içinde heteredoksiye müsaade etmemektedir. Çünkü heteredokside bir merkez, ana akım, yani temel, asıl olan, iktidar olan bir akım vardır. Diğerleri ona göre şekillenir, tanımlanır. Alevilikte böyle tek merkez yoktur. Yol’un tüm sürekleri değerlidir, eşittir. Yol bu süreklerin birliğidir, bu süreklerin toplamıdır. Farklılıklar ise muhalefet, sapma ya da zındıklık değil, aksine Alevileri oluşturan toplumların toplumsal, kültürel ve tarihselliklerinin ürünüdür.” (Akkaya)


Toparlarsak, Alevilik heterodoks bir inanç değildir, kendi başına özgün felsefesi olan, kendi özgün teolojisi olan inançtır. Bir yaşam biçimidir. Bir siyasi duruştur. Aleviliğin heterodoks yani “başka inançlardan meydana gelen ortaya karışık” bir inanç olduğunu savunan araştırmacıların Alevi teolojisini incelemesini istemek onlar için kahırlı olabilir ama hiç olmazsa devriye başlığını incelemelerini öneriyorum. 


Alevi toplumunun üyelerinin de katıldıkları cenaze erkanlarında yukarıda anlattığım asimilasyoncu uygulamalara sessiz kalmamalarını, itiraz etmelerini önemsiyorum. Alevi kurumlarının bu alandaki çalışmaları kıymetli. Ancak daha hızlı ve daha sonuç alıcı adımların atılması da zaruri. 

(Fotoğrafın kaynağını bulamadım; ancak Dersim’den)


Çok değil belki 100 sene önce Hakk’a yürüyen Can'ın mezarına kendi eşyaları konur, mezar taşına bir sanat eseri gibi onu tasvir eden görseller işlenirdi. Şimdi el Fatiha yazan düz beyaz mermer mezar taşlarına ruhlarımız sıkıştırılıyor, böylece inancımız kaybolup gidiyor. 

Neyse ki hakikatte devir daim ediyor ve kandildeki nur tüm baskılara rağmen hiç sönmüyor.


Kaynaklar:

Akkaya, Gülfer. Yol Kadındır. Kalkedon Yayıncılık, 2017.

Kutlu, Haşim. Alevi Kimliğini Tartışmak. Belge Yayınları, 1997.

Temir, Birsen. 100 soruda: dinlerin esir kadını ve alevi kadın... Barış Kitap, 2013.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder