8 Ocak 2021 Cuma

Ayşe Şewaqi: Köylüler kızlarını benim yanıma bırakmıyorlardı

 

Ayşe Şewaqi: Köylüler kızlarını benim yanıma bırakmıyorlardı

“Köyümüzde kadınlar saz çalmazdı, erkekler saz çalardı. Dolayısıyla ben de sazı çok seviyordum, gidip onları dinliyordum. İnanır mısın onların parmaklarını sayıyordum, kaç kere nereye basıyorlar diye. Tüm perdeleri ezberlemiştim. (…) Bir çubuğum vardı, onu saz diye çalıyordum.”

Röportaj: Ceren Ataş

Müzik ile nasıl tanıştınız? Doğduğunuz evde müzik kültürü var mıydı?

Doğduğum evde babam çok dinlerdi. Bir arabası vardı babamın, Mahmut Baran’ın kasetlerini, Ali Kızıltuğ vs. ben çocukken çok dinlerdi. Bir de ağıtlar söylerdi. Köyümüzde kadınlar saz çalmazdı, erkekler saz çalardı. Dolayısıyla ben de sazı çok seviyordum, gidip onları dinliyordum. İnanır mısın onların parmaklarını sayıyordum, kaç kere nereye basıyorlar diye. Tüm perdeleri ezberlemiştim. O dönemde yazın babam köyde kalırdı. Yaylalara çıkardık; ama babam bir iki yıl köyde yalnız kaldı. O zaman gıdiklere (kuzulara) ben gidiyordum. Bir çubuğum vardı, onu saz diye çalıyordum. Hani notaları ezberlemiştim ya, kendi kendime türkü söylüyordum. Severdim türkü söylemeyi. Sonra büyüdüğümde çevre köyler düğün yapıyordu, babam köyde kimse yoktu diye bizi de götürüyordu düğünlere. Biz biraz eğlenelim diye götürüyordu. Bize kartlar geliyordu; çünkü babam çevrede tanınan bir insandı. Bir keresinde bir düğünde, kızlar bir odada oturmuşlardı, türkü söylüyorlardı. Ben de onlara eşlik ettim. Aniden sesler kesildi, dediler ‘senin sesin ne güzelmiş, gel dışarıda davul zurnanın önünde söyle biz oynayalım’. Ama ben çok utangaçtım. Ne yaptılarsa ben söylemedim. Herkes sesimin güzel olduğunu söylüyordu. Bir de okulda sesimin çok güzel olduğunu söylüyordu öğretmenim. Müzik dersinde beni kaldırıyordu. Oradan öyle keşfettim kendimi.

“Alevi kültürüyle büyüdüğüm için bunlara ters düştüm. O yüzden kadının saz çalması onlara göre ayıptı.”

Neyse dönersek, babam, dediğim gibi, Mahmut Baranları, eskileri çok dinlerdi. Ölüleri oluyordu (cenaze), söylüyordu. Ama köyüm kadın baskın bir köydü. Köyümüz boşaltılmıştı, dönüş yapıldı sonra. Ben büyüdüğümde, 14-15 yaşımdayken köye dönüş yapıldı. O dönem ben sazı yavaş yavaş kavramıştım artık, çalabiliyordum. Ama dönüş yapıldığı için, Hacca gidenler ‘Kızlar saz çalamaz’ diye bir baskı yaptılar.

Hacca gidenler mi dediniz?

Ben 15 yaşlarına gelince bazı evler dönüş aldılar köye. Ben Alevi kültürüyle büyüdüm; ama bu köy Sünniydi. Alevi kültürüyle büyüdüğüm için bunlara ters düştüm. O yüzden kadının saz çalması onlara göre ayıptı. Babama büyükleri baskı yaptı, ‘kızını durdur, saz çalmak nedir, ayıptır’ diye. Ben gizli gizli çalıyordum. Neyse bahsettim ya daha önce, ben gıdiklere gidiyordum diye, gitmedim ve babama dedim ki ‘bana saz getir yoksa gıdiklere gitmem’. Bir gün gıdiklere gitmedim, ikinci gün babam bana Anadolu Sazevinden saz getirmişti. Saza oradan başladım. Bir ara gizli çaldım. Sonra baktılar beni durduramıyorlar, bu sefer babam da bana destek verdi. Babam dedi, ‘ne olsun kötü bir şey midir? Ben seviyorum, kızım da çalacak.’ Ailem beni destekledi, ‘neden kızım çalmasın’ dediler. Özetle tabii ailemin desteğini aldım, ama bir sürü zorluk yaşadım. Dışlandım.

“Ben de Munzır Dağlarını çok iyi biliyordum. Dedelerin mezarları o dağlarda, bir sürü acıları orada. Dolayısıyla ben de bunları onlarla yaşadım.”

Babam ağıtlar yakıyordu dediniz, kendi yazdığı ağıtlar, kılamlar mıydı?

Kendi dedelerinin ağıtlarını okuyordu. Ben onları hiç okumadım; çünkü çok ağırlar. Ama kendi defterime not aldım, belki ilerde okurum. Aslında kendi yazdıklarımda onlardan etkileniyordum. Bir süreden sonra kendimi onların acılarını paylaşırken görüyordum. Kendimi onların yerine koyuyordum. Çünkü ben de Munzır Dağlarını çok iyi biliyordum. Dedelerin mezarları o dağlarda, bir sürü acıları orada. Dolayısıyla ben de bunları onlarla yaşadım. Sonuçta o mezarlara giderken bize söylüyorlardı, ‘Bunlar bizim aşiretin mezarlıkları, bunlar dedelerimizin mezarlıkları’ bize öğretiyorlardı. Ayrıca hikayelerini de anlatıyorlardı. Mesela hikayelerden çok şey yazabilen biriyim.

“Büyüyünce bunların acılarını, geçmişlerini, anlatımlarını, hikayelerini duydukça daha çok ağıtlar yazmaya başladım.”

Siz Dersim’de Şewaq aşiretine mensup bir ailede dünyaya geliyorsunuz. Şewaqlılar göçebe bir aşiret ve aslında bu bağlamda sizin hikayeniz de ayrı bir pencere açıyor. Dersim’de aşıklık geleneği denince akla gelen ilk beş isim erkek oluyor. Elbette kadın aşıklar da var, bugüne adları ulaşmış, Wakıle gibi; ancak algı bu şekilde değil. Dolayısıyla siz de “göç eden” bir kültürün tek kadın aşığısınız. Bu bağlamda aşıklık geleneğini sürdürmeye nasıl başladınız anlatır mısınız?

Küçüklüğümden beri yazıyorum. Gıdiklere giderken kalem-defter yanıma alıyordum. Okuma hevesim vardı; ama babam beni okutmadı. Sürekli uçaklara bakıyordum, diyordum ki ‘acaba bunları nasıl kullanıyorlar’. O dönemde hayalim avukat veya uçakta pilot olmaktı. Ama emin ol ki o dönemde uçağı sürenin adının pilot olduğunu bile bilmiyordum; ama bir çocukluk hayaliydi, merak ediyordum havada nasıl gidiyor uçak… Çünkü köyümüzde uçaklar sürekli geçiyordu. Avukat olmayı da çok istiyordum. Filmlerde izliyordum, o zaman siyah beyaz bir televizyon vardı. Filmler çok ilgimi çekiyordu. Birini savunmak, ona yardımcı olmak… Oydu hayalim. Giderdim yazı yazardım. Sonra küçükken çok şiir yazardım.

Aslında bu kendiliğinden oldu, büyüyünce bunların acılarını, geçmişlerini, anlatımlarını, hikayelerini duydukça daha çok ağıtlar yazmaya başladım. Mesela ben ‘Dılo’yu küçük bir yaşta yazdım. Yanlış hatırlamıyorsam 17 yaşlarımda yazdım. Mi Dıgo Mele’yi de küçükken yazmıştım. Onu da çok iyi hatırlıyorum, hatta ben söyleyince herkes bana bakıyordu, bunu nereden öğrendi diye. Emin ol ki, ben nereden geldiğini de bilmiyorum. Gerçekten çok küçük yaşta onu yazdım, söyledim. Bir gün Hakan Aday gelmişti köyümüze, Dersim Halk Aşıklarıyla alakalı çalışıyordu, o beni keşfetti. Açıkçası başka köy komşularına gelmişti, onlar demiş, ‘O Sunni köyde bir Kürt saz çalıyor’. Onlar getirmişti Aday’ı ve ben bilmiyordum. Birkaç parça söyle dedi bana, ben utangaçtım, kameranın açık olduğunu bile bilmiyordum. Kamerayı filmlerden görmüştüm sadece. Öyle bir şey çekildi, sonra ‘Bunu yayınlayabilir miyim?’ dedi. Dedim yayınla, benim için bir sıkıntı yok.

Zaten üretken biriyim, bir ağaca, bir taşa, bir güle baktığımda onlar bana söylüyorlar ben yazıyorum, çok zorlanmıyorum. Müziklerimi de kendim yapıyorum, mırıldanıyorum aniden bir şey çıkıveriyor. Küçükken telefonum yoktu eve kadar “mmmmmm” (Ritim yapıyor) yapıp geliyordum, hafızama yerleştiriyordum, gelip evde hemen sazımla çalmaya başlıyordum. Sık sık sazımla çalıyordum ki unutmayayım. Şimdi, bir şey bulsam telefonuma kaydediyorum. Aslında küçükken de zorlanmıyordum ama şimdi de zorlanmıyorum.

Ben Alevi kültüründe büyüdüğüm için deyişleri çok seviyorum. Sanırım ilk Kürtçe deyiş yazan kadınlardanım. Sen Pir Sultan’ı dinledin mi bilmiyorum, o bana aittir, Kürtçe yazdım. Bir tane de ‘Heyder’ var Duzgin Bava’ya yazdım, Kürtçe, o da bana aittir. O da Azadi TV’de çekilmişti. Yani ben iki deyiş yazdım. Hattâ albümüme de onu özellikle istedim. Ben Alevi kültüründen büyüdüm, Alevileri seviyorum, deyiş çok seviyorum. Özellikle albümümde olsun istiyorum dedim. Kendimiz de aslında Alevi kökenliyiz; ama dönme Sünnileşmişler. Çünkü bu köy Hozat’tan geldi. 38 Soykırımından önce gelip buraya yerleşmişler. O dönemde de soykırım olduğu için, bildiğim kadarıyla, yanlış da olabilir, bu köyde cami var ya Sunnilere karışmıyorlarmış. Ama bu köy Ermeni köyüymüş, Ermenilere sığınmış aslında bunlar. Sonradan Sunnileşmişler. Normalde Alevi kökenliler. 

Ayşe Şewaqi’nin Duzgin Bava’ya yazdığı deyiş

Ben geçmişte anlatılan hikayelerden hemen yazabiliyorum. Mesela Duzgin Bava’ya yazdığım deyişte de hikayesinden çıkardım. Hikayesini bilmedim, geldim, hikayesinden bir deyiş okudum. Kendim yazıyorum, bir gül görsem gider koklarım. Kokusuna bakan biriyim, sulara, dağlara, taşlara, hepsi bana kendisini anlatıyor.

Kültür bağlamında, inanç-müzik bağını nasıl yorumluyorsunuz?

Bir ağacın kökü, damarları, toprağı çok sağlam olduğu zaman meyvesi çok verimlidir. Biz meyve olarak birbirimize benziyoruz. Bir ağacın elmasını düşün, o ağaçta, bazı elmalar çok kırmızı oluyor, bazıları beyaz kırmızı karışık. Bizim müziğimiz de öyledir, tadı, damarları hep birbirine bağlı. Güçlü yani, toprağımız güçlü. İnsanlar da toprağına benzer.

Dersim kültüründe ağıtlara baktığınız zaman kadın nerede sizce?

Nerede olursa olsun, bizim kültürümüzde de kadın ikinci plandadır. Bu bir gerçektir. Ama kadınlar olmasa bir hiçler ve bunun bilincindeler. En azından bilincindeler. (gülüyor)

Kürt müzik kültüründe kadınlar müziğin neresindeler? Dil, kadın ve inanç arasında nasıl bir bağ görüyorsunuz? Sizce dili aktaran kadın mıdır?

Kadınlar doğuruyor, erkekler büyütüyor… Erkek kendini gösteriyor yani ‘Ben büyüttüm’ diyor. Çünkü kadınlar söylüyorlar, erkekler kadınları dinleyip gidip onu kendisi kullanıyorlar, kadın ikinci planda kalıyor. Çünkü kadınlara özgürlük yok ya… Egemenlikleri, erkeklerin egosu önplanda. Bu devam ediyor, ne kadar biz ‘çağdaşlaştık’ deseler de inan ki yalan. Hala sürüyor, bir şekilde sürüyor.

Aşıklık geleneğini sürdürmeye başladığınızdan bugün “kadın” olarak cinsiyetçi tutumlara maruz kaldınız mı?

Evet, kaldım. Köylüler kızlarını benim yanıma bırakmıyorlardı. ‘O pantolon giyiyor, onun başı açık’ diyorlardı. Ben şehre pantolonlu ve başım açık gidiyordum; ama köyümde şalvarımı yazmamı takıyordum. Hattâ onu da dile getireyim çünkü şimdi bazı resimlerime ‘kapalıydınız neden açıldınız’ gibi yorumlar geliyor; ama bilmiyorlar. Ben küçüklüğümden zaten öyleydim. Şehre öyle gidiyordum, köyümde de şalvarımı yazmamı takıyordum. Kültürel olarak, seviyordum da kültürümü. Avusturya’da bile şalvar giydim. İstesem onunla da gider gezerim. Severek gurur duyarak taşırım; lakin şöyle bir şey anlatayım. Mesela Elazığ’a gittiğimizde bize ‘çingene’ gözüyle bakardılar, şalvarlı yazmalı görünce, ben tabii ki Çingeneleri seviyorum; ama onlar başka gözle bakıyorlardı. Dersim’in kültürünü Dersim biliyor. Dersim’in öyle bir durumu yok, hepimiz şalvarlı yazmalı geziyoruz, Pertek’te Ovacık’ta, köyümüzde… Ben Elazığ’a gidince pantolon giyiyordum. Giyinişimden bile laf yedim, düşünsenize. Daha ne kadar zorluk çekeyim, sazı gizli çaldım. Sonra alıştılar. Sonra benim kliplerimi görünce sevdiler, onur duydular. Bana yalvarıyorlardı ki bir tane çal söyle. Söylemiyordum, küçüklüğümün acısını alıyordum.

Şu an böyle şeyler yaşamıyorum. Alıştılar, seviyorlar, dinlemeyi de çok seviyorlar. Şöyle bir şey var tabii ki, aşiretimden bir destek bekliyordum; ama o gelmedi. Öyle bir dertleri yok çünkü. Mesela Kurmeş aşireti yurtdışında geceler düzenliyor, kendi kültürüne bağlılar, gerçekten ben onlarla gurur duyuyorum. Kendi kültürlerini ülkelere tanıtmak için can atıyorlar, onlar da Şavaklı. Alevi-Sunnilik ayrımına yok; ama onlar da Şavaklılar. Ama bu Sunni Şavaklı köyleri öyle bir dertleri yok. Mesela tulum peynirleri çok ünlü. Şavak tulum peyniri. Neredeyse dünyaca ünlü bir peynir. Mesela o peynirin festivalini yapabilirler. Ki Şavak aşiretinin çoğu Erzincan’da, Erzincan’ın yarısı Şavak aşiretindendir. Düşünün Erzincan büyük bir nüfus. Elazığ’da var bu aşiret, Erzincan’da var, Ankara, İstanbul her yerde var da… Birleşip de Dersim’de Şavak tulum peyniri festivali yapabilirler. Ama yok, bunlar kültürüne sadece kendi içinde bağlılar. Kendileri söyler kendileri dinler. Ben yapmak istesem bile arkamda durmuyorlar. Neden? Çünkü farklılar, hani Erzincan’a yerleşmişler, orada farklı bir şey olmuşlar. Bazılarına dışarıda sorduğunda nerelisin diye, Dersimliyim diyemiyor. Erzincanlıyım diyor; ama Erzincanlı değil, Dersimli. Bu duruma gelmişler. Ben çok isterdim bir festival yapsınlar, kültürünü öne taşısınlar. Kendi içinde dönüp dönüp duruyorlar.

Peki Şavak aşiretinde, Sunni köylerle Alevi köylerin birbirinde temasında bir sorun var mı?

Yok, komşu olarak asla hiçbir sorun yok. Mesela bizim gelinler Alevi. Ailemde öyle bir şey yok; ama artık onlar da bakmıyorlar, kız da getiriyorlar kız da veriyorlar. O kadar eskisi gibi dar değil. Komşulukları çok iyi. Birbirinin ölülerindeler birbirinin düğünlerindeler…

Dersimliler olarak genel bir başlıkta ele aldığımız toplumda kadın erkek eşitliğini nasıl yorumluyorsunuz?

Kadın erkek eşitliği yok. Öyle diyorlar, var diyorlar, bazı yerlerde, bazı noktalarda oluyor; ama dediğim gibi, egemenliği elinden bırakmıyor erkek. Ben eşitlik olduğuna inanmıyorum.

Ürettiğiniz kılamları hangi dilde yazıyorsunuz veya yazmayı tercih ediyorsunuz? Dil, ifade biçiminizde ne kadar etkili?

Kurmanci yazıyorum, yani bizim Dersim Kürtçesi. Çünkü bazı Kurmanci’ler farklıdır. Kürtçe zaten birdir; ama bazılarının lehçesi değişik o yüzden Dersim Kürtçesi diyorum. Kırmançki/ Zazaki bilmiyorum ama okuyabiliyorum. İstersem Kırmançki/ Zazaki yazar okurum da. Yengem de bu dili biliyor, öğrenirim. Birkaç parça Kırmançki/Zazaca da söylesem fena olmaz, güzel olur! (gülüyor) Festivallerde okuduğum olmuştur.

Bir sanatçı olarak anadilin kaybolmasına veya yozlaşmasına dair düşünceleriniz nelerdir?

Aslında ben aksini düşünüyorum, gençlerimiz konuşuyor. Kürtçe dili de asla kaybolmaz. Anadilimizdir. Hiçbir zaman kaybolmaz, ağaç kesilir ama yeniden filizlenir, yeniden meyve verir. Bizim dilimiz de öyledir, benim anadilimdir. Hiçbir devlet, hiçbir millet yasaklayamaz, benim anadilimdir. Ben anadilimi elbette konuşurum, okurum. Böyle bir şey yok, kayboluşuna inanmıyorum, sadece baskı altında, insanlar anadilinden yana özgür değil. Avrupa’da on tane dil konuşuyor. Avrupa umrumda mı, isterse yirmi tane dil konuş, isterse otuz tane öğren sana para veriyor diyor kırk tane öğren. Ama bu ülkenin sistemi bozuk bir sistem. Türkçe de konuşsun Kürtçe de konuşsun İngilizce de öğrensin Almanca da öğrensin, öğrensin ha öğrensin. Bir zararı mı var? Kime ne zararı var. Buranın siyaseti kirli. Bu ülke bitmiş bir ülke. Kendi kendine kurt olmuş, kendi kökünü kemiriyor.

Mesela Elazığ’a gittiğinde Dersimli olan bölgeler Kürtçeyi veya Zazacayı biliyor. Elazığ’ın yerlisi Kürtçeyi nadir biliyor. Bazıları anlamıyor, e sen Türkçe konuşmak zorunda kalıyorsun. O yüzdendir, yoksa neden Kürtçe konuşmasın ki her yerde Kürtçe konuşuyoruz biz. Ben konuşuyorum! Konuşuyorum hiçbir tepki almadım şimdiye kadar, kendi şahsıma.

Egemen dillerden ziyade ötekileştirilen bir dil üzerinde müzik yapıyorsunuz, ayrımcılığa maruz kalıyor musunuz veya bu durumun zorlukları nelerdir?

Ben kalmadım, korkmuyorum da. Kendi şahsıma öyle bir şeyle karşılaşmadım; ama var olduğunu da biliyorum. Görüyorum, sosyal medyadan. Kürtçe daha çok dinleniliyor. Adamlar yazıyorlar ‘Müzik çok güzel, çok hoş, yüreğimize dokunuyor; ama ne dediğini anlamıyoruz’. Kimi anlamadığı için dinlemek de istemiyor. Mesela ben İngilizce, Almanca anlamıyorum; ama Anne Marie diye bir kadın var, bir parçasını dinlemiştim, anlamadığım halde hoşuma gidiyordu, kardeşime diyordum, aç dinleyeyim (gülüyor). Anladığım bir şey yok. Muhtemelen o insanlar da biz de öyle oluyorlar. Anlamıyorlar beni ama hoşuna gidiyor dinliyor.

Kadın sanatçılar olarak dayanışma sağladığınız bir ortam, sosyal çevre veya platformunuz var mı? Böyle bir dayanışmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz?

Gerek olduğunu düşünüyorum ve önemsiyorum. Neden olmasın? Kadınlar, hani bir gülün kokusu az gelir. Çok gülün kokusu daha çok yayılır. Daha çok güzel görünür, neden olmasın, birlik her zaman çok güzeldir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder