19 Ocak 2021 Salı

Zeynep Bakşi Karatağ: “Sevdiğimiz türküleri yazdığımız defter vardı”


Röportaj: Ceren Ataş

“Sevdiğimiz türkülerin sözlerini yazdığımız bir defterimiz bile vardı. Babam sazını eline aldığında bu defterde açılır, o çalardı ben söylerdim.”

Türkçede “ozan” dediğimiz kavramın aslında Kırmançki’de benzer versiyonu “sayir” kavramıdır. Siz bir “sayirin” kızı olarak nasıl bir evde büyüdünüz? Evinizde müzik nasıl ve ne zamanlarda vardı?

Evet bir sayir’in, Dersim sözlü kültürünün son temsilcilerinden olan Sait Baksi’nin kızıyım. Böyle olunca da tahmin edersin ki; müziğin bolca dinlendiği, sazlı-sözlü muhabbetlerin çokça olduğu bir evde büyüdüm. O zamanlar yani çocukluğumun denk düştüğü 80’li yıllarda kasetçiler vardı. Babam yeni çıkan kasetlerin takibini yapar, sevdiği sanatçılarınkini satın alırdı. Birlikte dinlerdik. Sevdiğimiz türkülerin sözlerini yazdığımız bir defterimiz bile vardı. Babam sazını eline aldığında bu defterde açılır, o çalardı ben söylerdim. O dönemler Kürtçe müzik yasaktı ve dolayısı ile kasetlerde yoktu. Ama babamın Dersim sözlü müziğine olan ilgisi ve güçlü bağı o yıllarda, hatta daha öncesinde de vardı. Bu sayede yasaklı da olsa kendi özgür alanımızda, evimizde Dersim ağıtları ya da sevda türküleri hep söylenirdi. Ağıtlar, içinde anlatılan gerçek hikayelerin ağırlığında olduğundan, Zazaca/Kırmançca’ya yeterince hakim olmayan benim için zordu. Anladığım ya da dilimin döndüğü yere kadar eşlik edebiliyordum. Ama sevda türkülerini daha kolay ezberleyip söyleyebiliyordum. İşte böyle iki dilde türkülerin söylenip dinlendiği bir evde büyüdüm.

“Yasaklı da olsa kendi özgür alanımızda, evimizde Dersim ağıtları ya da sevda türküleri hep söylenirdi.”

Müzik hayatına nasıl başladınız anlatır mısınız? Üniversite okuduktan daha sonraki bir süreçte müziğe başladınız diye biliyorum… Nasıl oldu?

Dost muhabbetlerinde veya kendi kendime şarkı/türkü söylemek iyiydi ama zamanla müzikle daha haşır neşir olma arzusuna engel olamıyordum. Söylemeyi seviyordum ve beni mutlu eden bu şeyin kuralını, matematiğini de öğrenmek istedim ve Müjdat Gezen Sanat Merkezinde Seha Okuş hocadan solfej dersleri aldım. Sonrasında İ.Ü Devlet Konservatuarı süreci var. Bu süreç evlilik sebebiyle yarım kaldı. Bir aileye sahip olmak uzun bir molayı beraberinde getirdi. İki çocuklu bir aile yaşantısının getirdiği günlük koşuşturmadan arta kalan zamanlarda, eşim Murat’la evde kayıtlar yapmaya başladık bir süre sonra. Bu çalışmalar bilgisayarın hafızasında bayağı bir zaman öylece kaldı. Kendi müzik zevkimize göre, kendimiz için yapmıştık ve sadece kendimiz dinliyorduk. Nedense bir süre sonra sosyal medya hesaplarından paylaşma fikri doğdu ve bu paylaşımlar sonrasında hatırı sayılır bir dinleyici kitlemiz olmaya başladı. Hiç aklımızda yokken dinleyenlerimizden gelen “Artık bir albüm yapsanız!’’ mesajları ve sonrasında Kalan Müzik ile kesişen yollarımız… 2016’da başlayan bu yolculuk; iki albüm, sekiz tekli ve verdiğimiz konserlerle çok keyifli ve heyecanlı geçti.


Sözleri Mehmet Tüzün’e (Torne Tuji) ait olan kılam Perse Sari


“Doğduğum yerden binlerce kilometre uzakta, nerede, nasıl yaşıyor olursam olayım bir türkü beni alıp, ışık hızıyla türkülerin ilk kulağıma çalındığı, her şeyin başladığı baba evine götürebiliyor.”

Anadolu kültürünü, mozaiğini yansıtan tarz şarkıları, deyişleri söylüyorsunuz. Bunlar hayatınızın neresinde yer alıyor?

Başta da bahsettiğim gibi geleneksel Anadolu türküleri ve deyişlerle çok küçük yaşlarımdan beri iç içeyim. Zaman geçtikçe elbette bu yelpaze değişti ve genişledi. Farklı müzik türlerini de dinlemeye başladım. Ama bana her zaman en çok dokunan hep türküler oldu. Doğduğum yerden binlerce kilometre uzakta, nerede, nasıl yaşıyor olursam olayım bir türkü beni alıp, ışık hızıyla türkülerin ilk kulağıma çalındığı, her şeyin başladığı baba evine götürebiliyor. Bu bağ, içlerindeki hayranlık uyandıran felsefe ve edebi tarafla birleşince daha da güçleniyor. Dinlemenin ve yorumlamanın yanı sıra şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonrada türküler, hayatıma eşlik edip bana öğretici ve ışık olacaklar.

Zeynep & Funda & Sait Bakşi

Bağımsız bir platformda, sosyal medyada sesinizi duyurarak sektöre girdiniz; ancak şu an başka bir formata geçtiniz. Müziğiniz açısından ne gibi farklılıklar vardı?

Çalışmalarımızı bir plak firması üzerinden çıkarıyor olmamız, bizim müziğimize herhangi bir farklılık getirmedi. Biz hala kendi müzik anlayışımız ve doğrularımıza göre üretim yapıyoruz.

“Türküleri yeni nesile taşıyacaksak eğer bu da çağdaş bir yorum ve soundla olmalı fikrindeyiz. Bizim kaynak noktamız olan orjinal halleri elbetteki başımızın tacı, hep dinliyoruz. Ama yaşamın her alanında olduğu gibi sanatta da yenilik güzeldir. Düşüncemiz gelenekselcilerin pek hoşuna gitmeyebilir belki ama ‘sizinle birlikte türkü dinlemeye başladım’ şeklinde gelen mesajlar, olumlu tepkiler doğru şeyler yaptığımızı gösteriyor ve motive ediyor.”

Öyle şarkılar söylüyorsunuz ki aslında bir tarz ile tamamen bütünleşmiş ve bunların yeniden yorumlanması çok riskli. Bu riskli işlere nasıl cesaret gösteriyorsunuz veya motivasyonunuz nedir?

Seslendirdiğim türkülerin yüzlerce kez yorumlanmış hali var. Bazı istisnaların dışında, genelde birbirinin benzeri olan ve geleneksel bir çerçeve içerisinde icra edilmiş. Yapılmışın söylenmişin benzerini sunmak istemiyoruz. Kaldı ki 2021 yılında çağdaş ve teknolojik bir dönemde yaşıyoruz. Hemen hemen hayatın her alanında bir içiçe geçiş sözkonusu. Bu moda da, mutfakta da, medyada da ve tabii ki sanatta ve elbette müzikte de var. Bu durum türkülerin önünde duracak değildi. Biz de kendi kozmopolit hayatımızı türkülerimize/ şarkılarımıza yansıtıyoruz. Türküleri yeni nesile taşıyacaksak eğer bu da çağdaş bir yorum ve soundla olmalı fikrindeyiz. Bizim kaynak noktamız olan orjinal halleri elbetteki başımızın tacı, hep dinliyoruz. Ama yaşamın her alanında olduğu gibi sanatta da yenilik güzeldir. Düşüncemiz gelenekselcilerin pek hoşuna gitmeyebilir belki ama “sizinle birlikte türkü dinlemeye başladım’’ şeklinde gelen mesajlar, olumlu tepkiler doğru şeyler yaptığımızı gösteriyor ve motive ediyor.

“Bizi müzikal anlamda birleştiren de, o Anadolu kültürüne olan aşk olmuştur. Bütün bu çeşitlilik de bizim müzik anlayışımızı ortaya koyan, yansıtan bir ayna gibi. Birbirine zıt gibi duran bu çeşitlilik birleşip harmanlandığında ortaya daha büyük ve güzel bir yapıt çıkabiliyor.” 

Zeynep Bakşi Karatağ & Murat Karatağ

“Saz çalmanın, türkü söylemenin ayıp ya da günah karşılanması kim bilir kaç kadının aşıklığa giden yolunu kapadı.”

Eşim Murat ve benim müzik zevklerimizin buluşmasıyla ortaya çıkıyor müziğimiz. Müziği çok seviyoruz, ikimiz de çok çeşitli türler dinliyoruz. Murat, Avrupa’da doğup büyüdüğü için batı müziğinden esinleniyor. Ben ise İstanbul doğumlu, geleneksel bir aile yapısında büyüyen ve eğitimini burada alan biriyim. Gerçi Murat’ın kökeni de Dersim olduğu için, onun da saklı bir köşesinde Anadolu hep olmuştur. Bizi müzikal anlamda birleştiren de, o Anadolu kültürüne olan aşk olmuştur. Bütün bu çeşitlilik de bizim müzik anlayışımızı ortaya koyan, yansıtan bir ayna gibi. Birbirine zıt gibi duran bu çeşitlilik birleşip harmanlandığında ortaya daha büyük ve güzel bir yapıt çıkabiliyor. Bizce böyle tabi. Farklı müzik türlerinin bolca kullanıldığı, birazda alışılmış formların dışına çıkıldığı bir tarzımız var ama esas olan özündeki samimiyeti, sıcaklığı bozmamak ve bu konuda da oldukça hassas davranıyoruz.


“ ‘Şimdilik’’ cinsiyetçi bir tutumla benim karşılaşmamış olmam, böyle bir gerçeğin var olmadığı anlamına gelmez elbette.”

Kadın olarak müzik sektöründe cinsiyetçi tutumlara maruz kaldınız mı? 

Şimdiye kadar herhangi bir hareket, ima, mimik ile dahi can sıkıcı bir durumla karşılaşmadım. Yaşamış olsam bile bu beni yolumdan döndürecek caydırıcı bir etken olmazdı zaten. ‘’Şimdilik’’ cinsiyetçi bir tutumla benim karşılaşmamış olmam, böyle bir gerçeğin var olmadığı anlamına gelmez elbette. Geçmişte de bu cinsiyetçi algı var olmuş, günümüzde de var. Baktığımızda geçmişten günümüze gelen kadın aşıkların/ ozanların azlığı bunun bir göstergesi. Özellikle kırsal kesimlerde kadın, inanç ve gelenek kıskacı içinde sıkışıp kalmış. Saz çalmanın, türkü söylemenin ayıp ya da günah karşılanması kim bilir kaç kadının aşıklığa giden yolunu kapadı. Günümüze baktığımızda ise örneğin kadın enstrüman icracılarının erkeklere oranla çok daha az oluşu, erkek egemen bir işleyişin hakim olduğunu gösteriyor. Ne güzel ki; her türlü cinsiyetçi önyargılara rağmen kadın müzisyenler yorumculuğun dışında söz yazarlığından besteciliğe, düzenlemeden enstrüman çalmaya kadar çeşitli alanlarda etkin bir şekilde üretim yapmaya devam ediyorlar.


Soyadının yürümesini arzu eden aile büyüklerinin yarım kalan sevinci ile hayata zaten bir adım geriden başlar kız çocuğu. Sonrasında da aileden toplumsal yaşama, iş hayatından devlet yönetiminde kadar her alanda kadınlar genel olarak hep ikinci planda kalır. Ve bu sebepten sürekli bir mücadele içindedir. Evi geçindirdiği için kendinde karısını yönetme hakkı gören kocaya karşı, kadını çocuk doğurmayı reddettiği için daha az kadın gören topluma karşı, erkeklerle aynı koşul ve sürelerde çalıştığı halde “evi geçindirmiyor, sadece ev ekonomisine katkıda bulunuyor” mantığındaki eril iş hayatına karşı, meclisteki kadınları vitrin mankeni olarak tanımlayan siyasetçilere karşı vs… Sonu gelmeyen bir dolu örnek yazılabilir buraya. Öğrenilmiş çaresizlikle kabule geçip zorluklara karşı duramayan kadınlar da var toplumsal kılıfları aşıp sağlam bir sosyal pozisyona gelmeyi başaran kadınlar da.

Daha çok olması dileğiyle…Güzel ve iyi bir gelecek için bu şart!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder