Kıvılcım Yılmaz: Dil-inanç-müzik üçlüsü güçlü bir bağa sahip
“Şarkı söylemek dendiğinde kendimi
geçmişte tahayyül ettiğim ilk yer o gecekondunun bahçesidir.”
Röportaj: Ceren Ataş
Müzik ile nasıl tanıştınız? Doğduğunuz
evde müzik kültürü var mıydı?
Ayrı anne babanın bir kızıyım,
çocukluğum annemin yanında geçti. Babamla olan bağımı uzak olmamıza rağmen onun
sevgisi sayesinde içselleştirmiştim. O da en az annem kadar benimle yakından
ilgilenirdi. Annemin ailesi 1980’de Maraş Elbistan’a bağlı Kantarma köyünden
göç etmek durumunda kalmışlar. Gebze’de bir gecekonduda ailemle geçirdiğim o
günler yüreğimin en ince hatıralarıdır. Şarkı söylemek dendiğinde kendimi
geçmişte tahayyül ettiğim ilk yer o gecekondunun bahçesidir. Kapı önünde
dedemlerin “Hadi bize bir türkü söyle” dediği zamanlar, heyecanla ayağa kalkar,
salınarak karşılarında türkü söylemeye başlardım.
O zamanlar hep söylediğimiz hatırladığım iki türkü vardı. Yıllarca söylemekten vazgeçmediğim… “Karadır kaşların ferman yazdırır”, “Urfa dağlarında gezer bir ceylan aman aman, yavrusunu kaybetmiş ağlıyor yaman…” O zamanlar tabii evde kasetler var. Ruhi Su, Sadık Gürbüz, Arif Sağ, Musa Eroğlu, Yavuz Top, Belkıs Akkale, Sabahat Akkiraz, Ahmet Kaya gibi önemli isimlerin kasetleri teyp çaların başucundaydı. Muhakkak bu kalabalık evin içinde biri türkü dinliyor ve eşlik ediyor olurdu. Müzik ile bağım türküleri dinleme ve söyleme isteğiyle başladı.
Kültür bağlamında,
inanç-müzik bağını nasıl yorumluyorsunuz?
Dedem karadüzen[1] çalardı
ve sazını da kendi yapardı. Hala durur sazı, ruhuyla birlikte asılı durduğu
duvarda bizi seyreder sanki. Evde zaten saz çalıp söyleme kültürü inançla
birlikte iç içeydi. Bazen ortanca dayım eline sazını alır deyişler çalardı. Ben
de teyzemi taklit eder, semah dönerdim. O an sorsanız anlamını ifade edemiyor
olsam da şu anki zamanda bildiğimden çok daha fazlasını bildiğime eminim. Her
şey öylesine kendiliğinden, öylesine dünyevilikten uzaktı ki, bu hali yetişkin
yaşlarda ve yaşamın karmaşıklığında yakalamak oldukça zor.
“Bazen
zamansız şekilde nenemi evde kendi kendine ağıt yakarken bulup dinlerdim. Onu izlediğimi
fark ettiği an ah çekip acısını susturduğunu görürdüm. Kente de göç etse, bu
insanlar bir geleneğin anlatıcısı olmaktan vazgeçmediler. Belki köy yerinde
olduğu kadar bir bütün halinde işlemiyordu her şey ama onlar yine koyu
giyimlerinden ve simgesel hale gelen siyah eşarplarından ve de yas ezgilerinden
kopamamışlardı.”
Bir
gün çocuk yaşlardayken bir yakınımızı kaybetmiştik. Cenazede yaşlı kadınların
ölü evinde yan yana oturup Kürtçe ağıtlar yaktığına şahit olmuştum. O an
içlerinden biri, doğaçlama söylediği ağıtla kaybedilen kişiyi anlatıyordu.
Ardından diğeri, sonra bir diğeri… O an acı ve hüzün öylesine birbirine
karışıyordu ki o atmosferden etkilenip ağlamamak neredeyse imkansız oluyordu. O
zaman bu gelenekle sonrasında sıkça karşılaşacağımdan habersizdim.
Bazen zamansız şekilde nenemi evde kendi kendine ağıt yakarken
bulup dinlerdim. Onu izlediğimi fark ettiği an ah çekip acısını susturduğunu
görürdüm. Kente de göç etse, bu insanlar bir geleneğin anlatıcısı olmaktan
vazgeçmediler. Belki köy yerinde olduğu kadar bir bütün halinde işlemiyordu her
şey ama onlar yine koyu giyimlerinden ve simgesel hale gelen siyah
eşarplarından ve de yas ezgilerinden kopamamışlardı. Müzik hangi renkten, hangi
inanıştan olursak olalım hepimizin yaşamının başka bir yerindedir ve de önemli
bir parçasıdır. İnsan böyle bir şey, sanırım her birimiz tarihsel belleğin bir
taşıyıcısıyız. Her ne kadar kendimize yabancılaşsak da ki bu kaçınılmaz,
geçmişten getirilenlerle büyütülüyoruz ve geçmişin izlerine uzaktan da olsa tanıklık
ediyoruz. Başka etkenlerle birlikte şekillenen düşüncelerimiz, inançlarımız,
zihnimizde tezahür eden bir kültür algısı yaratıyor. Müzik, inanç, dil, gelenek
görenek ve düşünce biçimleri bir bütün olarak kültür adı altında karşılık
buluyor. Yani yaşam biçiminin ta kendisi bana göre.
Gerek öğrenme gerekse icra etme döneminizde, cinsiyetçi tutumlara maruz
kaldınız mı?
Müziği
öğrenme çabasında çok çetin bir engelle karşılaşmadım. Fakat müzik bir zamana
kadar hayatımın mesleki kısmına dahil olamadı. İkincil bir önemdeydi. Ailedeki
önyargılar ve kaygılar sebebiyle. Ama bunu zamanla kırmayı başardım. Bu da uzun
süren dirençli bir ısrarla oldu. Uzun soluklu sahne yaşantım olmadı fakat
çeşitli mekanlarda sahne alan kadın müzisyenlerin cinsiyetçiliği yaşamaması mümkün
değil zaten. Performans sahnelerinde, cafe, bar gibi mekansal alanlarda yapılan
müzik sahnelerinde (canlı müzik) kadınların daha cinsiyetçi sorunlarla
karşılaştığını söyleyebilirim.
“Bizim
yörede kadınlar ağıt yakıcıydı. Çalıp söyleme geleneği (aşıklık geleneği) daha
çok erkeklerde yaygındı. Ölü merasimlerinde ağıt müzik demekti. Kadın acı
çeken, ağlayan, hatta ağlatan bir role bürünürdü. Bu simgesel anlatımın
arkasında yatan sebepler bir kültürün ürünüydü muhakkak. Kadına acı çekme
misyonu yüklenmişti.”
Kadın sanatçılar olarak dayanışma sağladığınız bir ortam, sosyal
çevre veya platformunuz var mı? Böyle bir dayanışmaya ihtiyaç olduğunu
düşünüyor musunuz?
Kadın
sanatçılar olarak dayanışma sağlanan ve sadece sanat faaliyeti üzerinden
yürütülen bir yapı ile karşılaşmadım fakat kadın sanatçılar olarak değil de
kadınlar olarak dayanışma sağlanan bir platforma dahilim. Bu konuda bana çok
şey öğrettiklerini düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder