8 Ocak 2021 Cuma

Kıvılcım Yılmaz: Dil-inanç-müzik üçlüsü güçlü bir bağa sahip

 Kıvılcım Yılmaz: Dil-inanç-müzik üçlüsü güçlü bir bağa sahip

“Şarkı söylemek dendiğinde kendimi geçmişte tahayyül ettiğim ilk yer o gecekondunun bahçesidir.”

Röportaj: Ceren Ataş

Müzik ile nasıl tanıştınız? Doğduğunuz evde müzik kültürü var mıydı?

Ayrı anne babanın bir kızıyım, çocukluğum annemin yanında geçti. Babamla olan bağımı uzak olmamıza rağmen onun sevgisi sayesinde içselleştirmiştim. O da en az annem kadar benimle yakından ilgilenirdi. Annemin ailesi 1980’de Maraş Elbistan’a bağlı Kantarma köyünden göç etmek durumunda kalmışlar. Gebze’de bir gecekonduda ailemle geçirdiğim o günler yüreğimin en ince hatıralarıdır. Şarkı söylemek dendiğinde kendimi geçmişte tahayyül ettiğim ilk yer o gecekondunun bahçesidir. Kapı önünde dedemlerin “Hadi bize bir türkü söyle” dediği zamanlar, heyecanla ayağa kalkar, salınarak karşılarında türkü söylemeye başlardım.



O zamanlar hep söylediğimiz hatırladığım iki türkü vardı. Yıllarca söylemekten vazgeçmediğim… “Karadır kaşların ferman yazdırır”, “Urfa dağlarında gezer bir ceylan aman aman, yavrusunu kaybetmiş ağlıyor yaman…” O zamanlar tabii evde kasetler var. Ruhi Su, Sadık Gürbüz, Arif Sağ, Musa Eroğlu, Yavuz Top, Belkıs Akkale, Sabahat Akkiraz, Ahmet Kaya gibi önemli isimlerin kasetleri teyp çaların başucundaydı. Muhakkak bu kalabalık evin içinde biri türkü dinliyor ve eşlik ediyor olurdu. Müzik ile bağım türküleri dinleme ve söyleme isteğiyle başladı.

 Kültür bağlamında, inanç-müzik bağını nasıl yorumluyorsunuz?

Dedem karadüzen[1] çalardı ve sazını da kendi yapardı. Hala durur sazı, ruhuyla birlikte asılı durduğu duvarda bizi seyreder sanki. Evde zaten saz çalıp söyleme kültürü inançla birlikte iç içeydi. Bazen ortanca dayım eline sazını alır deyişler çalardı. Ben de teyzemi taklit eder, semah dönerdim. O an sorsanız anlamını ifade edemiyor olsam da şu anki zamanda bildiğimden çok daha fazlasını bildiğime eminim. Her şey öylesine kendiliğinden, öylesine dünyevilikten uzaktı ki, bu hali yetişkin yaşlarda ve yaşamın karmaşıklığında yakalamak oldukça zor.

“Bazen zamansız şekilde nenemi evde kendi kendine ağıt yakarken bulup dinlerdim. Onu izlediğimi fark ettiği an ah çekip acısını susturduğunu görürdüm. Kente de göç etse, bu insanlar bir geleneğin anlatıcısı olmaktan vazgeçmediler. Belki köy yerinde olduğu kadar bir bütün halinde işlemiyordu her şey ama onlar yine koyu giyimlerinden ve simgesel hale gelen siyah eşarplarından ve de yas ezgilerinden kopamamışlardı.”

Bir gün çocuk yaşlardayken bir yakınımızı kaybetmiştik. Cenazede yaşlı kadınların ölü evinde yan yana oturup Kürtçe ağıtlar yaktığına şahit olmuştum. O an içlerinden biri, doğaçlama söylediği ağıtla kaybedilen kişiyi anlatıyordu. Ardından diğeri, sonra bir diğeri… O an acı ve hüzün öylesine birbirine karışıyordu ki o atmosferden etkilenip ağlamamak neredeyse imkansız oluyordu. O zaman bu gelenekle sonrasında sıkça karşılaşacağımdan habersizdim.



Bazen zamansız şekilde nenemi evde kendi kendine ağıt yakarken bulup dinlerdim. Onu izlediğimi fark ettiği an ah çekip acısını susturduğunu görürdüm. Kente de göç etse, bu insanlar bir geleneğin anlatıcısı olmaktan vazgeçmediler. Belki köy yerinde olduğu kadar bir bütün halinde işlemiyordu her şey ama onlar yine koyu giyimlerinden ve simgesel hale gelen siyah eşarplarından ve de yas ezgilerinden kopamamışlardı. Müzik hangi renkten, hangi inanıştan olursak olalım hepimizin yaşamının başka bir yerindedir ve de önemli bir parçasıdır. İnsan böyle bir şey, sanırım her birimiz tarihsel belleğin bir taşıyıcısıyız. Her ne kadar kendimize yabancılaşsak da ki bu kaçınılmaz, geçmişten getirilenlerle büyütülüyoruz ve geçmişin izlerine uzaktan da olsa tanıklık ediyoruz. Başka etkenlerle birlikte şekillenen düşüncelerimiz, inançlarımız, zihnimizde tezahür eden bir kültür algısı yaratıyor. Müzik, inanç, dil, gelenek görenek ve düşünce biçimleri bir bütün olarak kültür adı altında karşılık buluyor. Yani yaşam biçiminin ta kendisi bana göre.

Gerek öğrenme gerekse icra etme döneminizde, cinsiyetçi tutumlara maruz kaldınız mı?

Müziği öğrenme çabasında çok çetin bir engelle karşılaşmadım. Fakat müzik bir zamana kadar hayatımın mesleki kısmına dahil olamadı. İkincil bir önemdeydi. Ailedeki önyargılar ve kaygılar sebebiyle. Ama bunu zamanla kırmayı başardım. Bu da uzun süren dirençli bir ısrarla oldu. Uzun soluklu sahne yaşantım olmadı fakat çeşitli mekanlarda sahne alan kadın müzisyenlerin cinsiyetçiliği yaşamaması mümkün değil zaten. Performans sahnelerinde, cafe, bar gibi mekansal alanlarda yapılan müzik sahnelerinde (canlı müzik) kadınların daha cinsiyetçi sorunlarla karşılaştığını söyleyebilirim.

“Bizim yörede kadınlar ağıt yakıcıydı. Çalıp söyleme geleneği (aşıklık geleneği) daha çok erkeklerde yaygındı. Ölü merasimlerinde ağıt müzik demekti. Kadın acı çeken, ağlayan, hatta ağlatan bir role bürünürdü. Bu simgesel anlatımın arkasında yatan sebepler bir kültürün ürünüydü muhakkak. Kadına acı çekme misyonu yüklenmişti.”

Kadın sanatçılar olarak dayanışma sağladığınız bir ortam, sosyal çevre veya platformunuz var mı? Böyle bir dayanışmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz?

Kadın sanatçılar olarak dayanışma sağlanan ve sadece sanat faaliyeti üzerinden yürütülen bir yapı ile karşılaşmadım fakat kadın sanatçılar olarak değil de kadınlar olarak dayanışma sağlanan bir platforma dahilim. Bu konuda bana çok şey öğrettiklerini düşünüyorum.



Var ise de; Kadınlar arasında oluşturulan bir yapı ile karşılaşmadım, bu bir yerde hepimizin bir eksikliği ve eleştirilecek noktasıdır. Kadına toplumsal olarak atfedilmiş ve rol biçilmiş birçok şey var. Kadın bu sorumlulukları hayatın akışına sığdırmaya çalışırken, her şeye koşma ve yetişme hali onu zamanda ve kendinde yaratılan bir kaosun içine sürüklüyor. Elde ettiği kazanımları ve gönül rahatlığı yanında feragat ettiği şeyler de oluşuyor. Halk müziği için kendi adıma söyleyebileceğim, daha spesifik kadın içerikli biriciklik sağlanmış bir yapının ya da yapıların oluşmasına ihtiyaç var. Kadın ve sanata dair daha kapsayıcı yapılardan söz edebileceğimiz kadar bunlardan da söz etmek gerekir. Burada eleştirilecek kısmı bize yüklüyorum. Sanat ve kadın başlığı çok genel olsa da daha kapsayıcı olduğu için kitlesel hale dönüşmesi zor değildir diye düşünüyorum. Bugün bunun dışında, türler içinde, kadınların ayrı ayrı bir yapı biçimleriyle de üretkenlik alanı geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Örneğin halk müziğinin kendi içinde yarattığı kadın sanat ilişkisini kuracak yapı gibi.

Deyiş, kılam üretiyor musunuz? Ya da size ait besteler mevcut mu?

Günlük hayatımda seslendirmeme rağmen henüz kaydedilmiş bir deyiş kaydım yok. Kendime ait sözsüz bestelerim var. Bunları ilerleyen süreçte çalışma haline dönüştürmeyi planlıyorum.

Deyişleri hiç kadın perspektifinden incelediniz mi? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bizim yörede kadınlar ağıt yakıcıydı. Çalıp söyleme geleneği (aşıklık geleneği) daha çok erkeklerde yaygındı. Ölü merasimlerinde ağıt müzik demekti. Kadın acı çeken, ağlayan, hatta ağlatan bir role bürünürdü. Bu simgesel anlatımın arkasında yatan sebepler bir kültürün ürünüydü muhakkak. Kadına acı çekme misyonu yüklenmişti. Neden? Belki son kuşak kaldı bunu yaşatacak, bunların her biri araştırılmaya çok değer konular. Neticede bilinçaltı kodlarımızın geleneklerimizin aktarıcısı olarak toplumun birer parçasıyız. Gelenekler de bizlerle birlikte zaman içinde dönüşüme uğrayacaktır. Burada bizim kadın olarak etkin rol unutmamak gerekir.

“Anadil, kültürü bir parçasıysa, onu konuşmak, bir tarihi, bir toplumu ve ona ait olan müziği de yaşatmak demek. Bu anlamda dil meselesi müzikten kopuk ve ayrık bir mevzu olarak düşünülmemeli diye düşünüyorum.”



Çevrenizden nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Şu an Mimar Sinan Üniversitesinde etnomüzikoloji anabilim dalını okumaktayım. Müzik çalışmalarına sadece seslendirme alanında değil, bilimsel araştırmalara da taşımak gibi amaçlarım var. Etraftan ve çevreden aldığım tepkilerse, daha fazla söyleme ve bunları kayıtlarla paylaşma yolunda.

“Anadolu’da Dersim Kırmanç müziği mesela, neredeyse unutulmaya yüz tutacak bir dilin şu an müzik aracılığıyla da kendini geniş kesime aktarabilmesi, bu dili öğrenme merakını ve heyecanını arttırıyor. Bu anlamda çalışmalarıyla, üretkenlikleriyle örnek aldığım çok iyi müzisyenler, sanatçılar var. Demek istediğim anadilin unutulmamasının bir yolu müzik yolu ile aktarım.”

Anadilin kaybolmasına veya yozlaşmasına dair düşünceleriniz nelerdir?

M.S ilk yüzyıllarda, tek tanrılı inanç sistemlerinde müzik kutsal metinleri ezberletmek, tanrıya ulaşmak için bir araçtı. O zamanlarda nota dediğimiz şey henüz gelişmemiş olmasına rağmen sözlü ezgi söyleme geleneği vardı. Bu Anadolu’da hep var olan bir aktarımdı. Sözlü gelenekle nesilden nesile aktarım. Kaldı ki her dilin edebi ve anlatım özellikleri kendi içinde o kadar farklı ve çeşitli ki, o dili bilmeden o müziğin ne anlatmak istediği anlaşılmıyor. Üstelik o inanç kültürünü bilmeden ezgi ve söz bütününü anlamak imkansızlaşıyor. Bu dil-inanç-müzik üçlüsü öylesine güçlü bir bağa sahip ki birini diğerinden ayırmak bir cümleyi yarım bırakmak gibi bir şey. Anadil, kültürü bir parçasıysa, onu konuşmak, bir tarihi, bir toplumu ve ona ait olan müziği de yaşatmak demek. Bu anlamda dil meselesi müzikten kopuk ve ayrık bir mevzu olarak düşünülmemeli diye düşünüyorum.

Egemen dillerden ziyade ötekileştirilen bir dil üzerinde de müzik yapıyorsunuz, ayrımcılığa maruz kalıyor musunuz veya bu durumun zorlukları nelerdir?

Bazı müzikler ve eserler var ki sözleri olmasına rağmen daha çok esntrümantal icra edilmesi tercih ediliyor. Maalesef şu anki bir sorun değil bu toplumların tarihsel bir sorunu.

Sizce anadillerin kaybolmaması için neler yapılmalı?

Anadolu’da Dersim Kırmanç müziği bu soruya iyi bir örnek diye düşünüyorum. Neredeyse unutulmaya yüz tutacak bir dilin şu an müzik aracılığıyla da kendini geniş kesime aktarabilmesi, bu dili öğrenme merakını ve heyecanını arttırıyor. Bu anlamda çalışmalarıyla, üretkenlikleriyle örnek aldığım çok iyi müzisyenler, sanatçılar var.  Demek istediğim anadilin unutulmamasının bir yolu müzik yolu ile aktarım. Hafızamızı tazeliyor. Gerisi sanırım aile içinde konuşma, dil enstitülerinin faaliyetleri doğrultusunda eğitim süreciyle ve de yöreyle temas şeklinde olabilir diye düşünüyorum. Elbette kitap çevirileri, anadilde yazılan edebi eserlerin çok kıymetli bir paya sahip olduğunu unutmamak gerek.


[1] Karadüzen çalmak, sazda nota kullanmadan veya bilmeden, tamamen kulak ile, yetenek ile çalmak demektir.

22 Aralık 2020

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder