13 Mayıs 2020 Çarşamba

Cemevlerinin İbadethane Olduğuna Kim Karar Verecek? – Ceren Ataş



Alevi toplumu bir inanç toplumudur, kendisine ait bir varoluş hikayesi, ritüelleri, sembolleri, ibadet ve inanış biçimi bulunmaktadır. Tüm bunların içerisinde her inançta olduğu gibi sürekleri bulunmaktadır. “Yol bir sürek bindir” söyleminin kapsamında, Türkmen Kızılbaşlar, Kürt Kızılbaşlar, Kırmanç Kızılbaşlar ve niceleri. Bu süreklerin dil farkları, ritüel farklılıklar olmakla birlikte Kızılbaşlığın “Yol” kavramı tam da bu noktada bir bütünselliktir. Peki böyle bir topluluğun, inancın ibadet merkezi olmaması söz konusu olabilir mi? Hayır. Bugün Kızılbaşların kırsaldan şehre göçü ile ibadethane cemevi olarak kabul edilmiştir.
“Kabul edilmiştir” dedim; çünkü bu kabul Kızılbaşlar tarafından verilmiş bir karardır. Öyle olmalıdır, hangi inancın ibadethanesine kim karışabilir ve hatta neden karışsın ki? İnanç özgürlüğü, toplumların, insanların kişisel haklarıdır, hürriyetleridir. Köylerinde bir köy evinde toplanıp cem bağlayan Kızılbaşlar, şehirlerde daha da büyük mekanlara ihtiyaç duymuş ve artık sadece “kendilerinden olan” halklarla değil, kozmopolit bir ortamda oldukları için kendi inançlarını da tanımlamak/ tanıtmak üzere “Cemevleri ibadethanemizdir” demişlerdir.
Bugün Türkiye’de Cemevleri, kültür merkezi veya dernek olarak tanımlanırken, esasen ibadethane “muamelesi” görmemektedir. Bunun yanında cem ibadeti de benzer perspektif ile “kültürel etkinlik”, ibadet şekli olan semah “halk oyunu” olarak görülmektedir. Bunların hepsinin en tepesinde belki şunu da söylemek yerinde olacaktır, cemevlerine “cümbüş evi” diyen zihniyet bu ülkede hiç hesap ödememiş, hiç yadırganmamış ve hattâ unutulmuştur! Peki bu durumda Cemevlerinin ibadethane olmasına kim karar verecek?

Cemevi “cümbüş evi” mi?

Geçtiğimiz ay İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde cemevlerinin ibadethane olarak yasal statü almaları için bir yasa teklifi oluşturuldu ve bu yasa teklifi AKP ve MHP siyasi partilerinin oylarıyla reddedildi. Cemevleri ibadethane değildir, kibarca kültür merkezi, açıkça “cümbüş evidir” dendi.  İlginç olan, İzmir’de cemevleri yasal statü alırken İstanbul’da alamamış olmasıdır. Demek ki bir inanç toplumunun ibadet merkezi, yaşanılan bölgenin siyasal perspektifine bağlı(!) olarak ele alınıyor. Elbette bu sürece sadece yasa teklifi üzerinden bakmak yeterli olmayacaktır. Cemevleri ve Alevi temsilcileri bugün pek çok siyasi temsilci tarafından ziyaret ediliyor. “Kültür ziyareti” diyorlar sanıyorum… Bu ziyaretlerin politik olarak verdiği mesajı incelerken şunu da aklımızda tutalım, Cemevleri ibadethane değildir diyenlerin siyasi temsilcileri cemevi ziyaretlerinde en çok bulunanlar…
Diyanet işleri başkanı, Cem Vakfı Onursal Başkanı İzettin Doğan’ı ziyaret etti ve birlik mesajları verildikten sonra Doğan “Kuran’ı öptü”. Burada sembolik olarak Doğan, Diyanet’e biat ettiğini açıkça ortaya koydu, Diyanet de “Alevileri kontrol altında tuttuğunu” gösterdi.
Kürt ve Alevi katliamları döneminde yetki sahibi olan Ahmet Davutoğlu, Garip Dede Cemevi’ni ziyaret etti, orada karşılandı, ağırlandı. Güzel mesajlar verilerek ayrıldılar. Kızılbaş ibadet merkezleri Mevlevi merkezlerine benzemez, buralara “ne olursan ol gel” perspektifi ile herkes giremez, girmemeli. Davutoğlu gibi, katliamlar sürecinde yetkisi olan ve bu yetki döneminde de sonrasında da hesap vermemiş, insanların ölümü ile ilgili açıklama yaparken “gülümsemiş” bir siyasetçinin orada olmaması gerekmekteydi. Davutoğlu’na benzer şekilde Meral Akşener de “Tunceli” Cemevini ziyaret etmiş, başörtüsü takmıştı. Aynı şekilde Süleyman Soylu da bir cemevini ziyaret etmiş…
Yukarıda bahsettiğim örnekler son dönemden aklıma gelen birkaç tanesiydi, kesinlikle çoğaltılabilir. Bu ziyaretlerin politik olarak verdiği ortak mesaj şuydu: Alevilik İslam’ın içinde bir mezheptir, iktidar inancının kontrolündedir, Aleviler de bunu kabul ediyorlar; çünkü gördüğünüz gibi biz Alevileri ziyaret ediyoruz, bizi karşılıyorlar, bizi ağırlıyorlar, hiçbir sorun yok… Zaten “sorun var” diyene dava açıyoruz, sindirmeye çalışıyoruz…

“Cemevleri kırmızı çizgimizdir”

Devlet geleneği bugüne kadar hep Kızılbaşları baskıyla, katliamla, asimilasyon politikalarıyla ya da sindirme yöntemleri ile ele geçirmeyi, yok etmeyi denemiştir. Bu süreçte de Cemevlerinin ibadethane olmadığı, ibadethanenin Cami olduğu üzerine sürekli bir vurgu yapılmıştır. Ziyaretlerin sonucu da budur amacı da budur. Ancak Kızılbaş toplumunun faydasına, onların esas sürdürdükleri yola yönelik çalışmalar yapan kişilere davalar açılırken, Cemevleri yıkılırken, medya organları kapatılırken, Cemevlerine “çiş yapılırken”, Kızılbaşları diri diri yakanlar “affedilirken”; diğer yanda “devletin Alevisi” olup tüm bunları görmezden gelen, belediye belediye, siyasi parti parti dolaşan Alevi temsilcilere hiçbir şey olmuyor, onlar “Pir” olarak anılıyor. Bir kesim Cemevleri ibadethanedir diye hakkını ararken, diğerleri “kültür merkezidir” düşüncesini kabul ediyor.
Sanıyorum “Cemevleri kırmızı çizgimizdir” meselesi burada somut şekilde anlaşılmıştır; çünkü evet Cemevleri kırmızı çizgidir ve bu çizgiyi belirleyecek olan ne Diyanettir, ne siyasetçilerdir. Sadece ve sadece Kızılbaşlardır. Bugün o yasa teklifi kabul edilmedi, edilmesin. Yarın Cemevleri ibadethane olacak ve hatta “minaresiz cami” formatından arındırılmış bir ibadethane olacak. Çünkü Kızılbaşların ana taleplerinden, ana mücadele sebeplerinden birisi budur. Nereden mi biliyorum? Tutuklanma nedeni belli olmayan Zeynep Yıldırım’ın annesi Kezban Bektaş’a bakın, onun direnişine bakın. Cevap o kadındadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder